AMİDA HABER - Kürt sorunu, yerel yönetimler ve toplumsal barış üzerine araştırmalarıyla tanınan Akademisyen Dr. Cuma Çiçek ile “Haftanın Röportajı” nda buluştuk. Bu haftaki konumuz, Devlet Bahçeli’nin tokalaşması ile başlayan, Erdoğan’ın açıklamalarıyla devam eden “yumuşama” süreci. Çiçek ile, kimine göre “yeni çözüm” kimine göre ise sadece “kurgu”dan ibaret olan bu süreci konuştuk.
Yeni bir ‘çözüm-barış’ süreci tartışmaları yapılıyor, bu gelişmeleri nasıl okuyorsunuz? Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye, uzun zamandır siyasi ve iktisadi bir krizden geçiyor. 8 yıla yakın bir zaman geçmesine rağmen bu süreç tamamlanamadı. Bu kriz,15 Temmuz’dan sonra devlet içi bir çatışmaya döndü. O günden bugüne bu krizi aşmaya dönük çeşitli çabalar ortaya konuluyor. Aslında 15 Temmuz’un kendisi de bu devlet krizinin bir yansımasıydı. Hükümet sistemi değişti. Bu sistem tamamlanamadı, hükümet kendi sistemini kuramadı, toplumda bir rıza üretemedi. Muhalefetin direnci bugüne kadar devam etti. Ve buna derin iktisadi bir kriz eşlik etti. Bütün bu olan bitenlerle birlikte Türkiye’de siyasi bir arafta olma hali hâkim oldu.
MHP Lideri’nin ‘barış’ çıkışını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bundan üç ay önce DEM Parti’nin kapatılması gerektiğini ifade eden bir Devlet Bahçeli vardı. Şimdi ise ülke içi barışın sağlanması gerektiğini dile getiriyor. Meselelerin tartışma zeminini oluşturmak önemli. Bu konularda en sert görünen siyasetçi Devlet Bahçeli. Ama Bahçeli keskin dönüşler yapabilen bir siyasetçi. Bu noktada Cumhur İttifakı’nın lideri Erdoğan’ın pragmatizmini de hatırlamak önemli. Dün dost olduğu ile bugün düşman olabilir, bugün düşman olduğu ile yarın dost olabiliyor. Ama özetle, Bahçeli’nin hem MHP hem Cumhur ittifakı adına uzattığı bu elin iç siyasetle ilişkisi var. Türkiye’nin içinde bulunduğu derin iktisadi ve siyasi kriz, 2028 seçimleri ve yeni anayasa tartışmaları yeni arayışın temel gerekçelerini oluşturuyor.
Bir de sınır-ötesinde, bölgesel anlamda yükselen yeni bir kriz var. Geçen yıl Ekim ayında Hamas İsrail’e saldırdı. İsrail de buna büyük saldırıyla cevap verdi. Son bir aydır da savaşın sahası genişliyor. Lübnan ve İran’ı da içine almaya başladı. Türkiye kendi içinde iktisadi ve siyasi bir kriz yaşıyorken, Türkiye’nin geleceğine dönük kaygılar artarken bütün bu aktörlerin içinde bulunduğu daha sert bir kırılma bölgede yaşandı.
Şu an belirsizliğin ve riskin yüksek olduğu bir tablo içerisindeyiz. Türkiye hem içeriden hem dışarıdan gelebilecek risklerin önünü almak istiyor. Aynı zamanda bölgede çıkabilecek potansiyel fırsatları da değerlendirmek istiyor. MHP ve AK Parti’den oluşan Cumhur İttifakı’nın bir arayışı var.
Daha önce de barış süreçleri yaşayan Türkiye ve Kürt hareketi yeni döneme tecrübeli mi başlıyor?
Türkiye’de 2015 yılına kadar inişli çıkışlı barış süreçleri yaşandı. 1999 ile 2004 yılları arasında İmralı süreci, 2007 ile 2011’de Oslo süreci, en son 2013 ve 2015’te Çözüm süreci… Kürtler yaklaşık 16 yıl devam eden inişli çıkışlı bu süreçlerin sonunda büyük bir yıkımla karşılaştı; binlerce gencini kaybetti, 8 şehirleri yerle bir oldu. Meseleyi “güvenlik” ve “terör” çerçevesinde ele alan anlayış geri döndü. Bu dönemde sadece siyasi alan değil, aynı zamanda sivil alan, medya alanı ve akademi çok büyük darbeler aldı. Sekiz yıldır Kürtlerin bir arayış içinde olduğu ama bir yol bulamadığı bir denklemin olduğu bir noktaya geldik. Dolayısıyla hem Kürt tarafından hem de hükümet tarafından 8 yıllık bu olumsuz süreci aşma arayışları var.
Taraflar yeni dönemde hangi şartlarda veya durumlarda masaya oturur?
Çatışma çözümünde normlardan ziyade aktörlerin çıkarlara odaklanmaya çağıran yaklaşımlar var. Çatışmalar olmasın, insanlar ölmesin, anneler ağlamasın… Bu tür normatif yaklaşımlar elbette önemli. Ama aktörler ‘Barış‘ı mevcut sürece göre daha iyi bir seçenek olarak görmedikçe barış masası kurulamıyor. Dolayısıyla ilgili aktörlerin maddi çıkarları, yine değersel, sembolik çıkarları önemli. Taraflar ‘masaya oturursam daha iyi bir noktaya varırım’ kanaatine ulaşmadığı sürece veya her iki taraf da daha iyi bir noktaya varacaklarını düşünmediği sürece masaya oturmaz.
O zaman AK Parti’nin bir ‘derdi’ mi var?
AK Parti eğer bugün masaya oturmak istiyorsa onun bir derdi var. Yoksa Kürtlerin 100 yıllık hak ihlalleriyle normatif olarak yüzleştiği ve dönüştüğü için değil. Kürtlere yapılan haksızlıklar, hukuksuzluklar devam ediyor. Ayrıca, aktörlere baktığımızda, sokakta çok güçlü bir barış isteği var, halk barış istiyor. Bununla birlikte, Türkiye’de güçlü bir barış hareketi yok. Kürt sokağının tek başına hükümeti barış masasına oturma gücü yok şu anda. Muhalefetin de böyle bir gücü yok.
Kanaatimce hükumetten öteye devletin bölgesel siyaseti yeniden okuma durumu var. Ve burada ulusal çıkarlar adına yeni bir yol arama durumu var. Bahçeli’nin ilk adımı atması bunu ifade ediyor.
Kürt meselesinin tarihsel gelişimine baktığımızda bölgesel istikrar bozulduğu zaman genelde Türkiye’de de bu mesele büyümüştür. 1990’larda Körfez savaşından sonra Türkiye’de Kürt meselesi büyüdü. Irak Kürdistan Bölgesi defacto olarak kuruldu, Kürtler burada bir egemenlik inşa ettiler. İçeride Kürt çatışması şiddetlendi. Can kayıpları arttı. Uluslararası tanımlamalara göre yıllık can kaybının 1.000 kişiyi aştığı durumlar iç savaşı ifade ediyor. 1990’lı yıllarda yıllık can kayıpları bazen 4.000’i aştı. Benzer durum 2003-2005 ABD’nin Irak’a müdahalesi sonrasında ve 2011’de Suriye iç savaşından sonra ortaya çıktı. Özetle, geçmişte bölgesel istikrarsızlık Kürt çatışmasını Türkiye açısından daha maliyetli bir hale getirdi.
Bugünkü bölgesel gelişmeler Kürt meselesini nasıl etkiler?
Şu an görmüş olduğumuz bir belirsizlik var. İsrail’in Gazze’den sonra Lübnan’a saldırması, İran’a da savaşı taşıması durumunda Kürt meselesinde 10 yılı aşan belki 20 yıllı bulacak yeni bir ve belirsizlik ortama oluşabilir. Bu belirsizlik ortamında bütün aktörlerin pozisyonu değişecek. Türkiye’nin derin bir Kürt yarası var. Ve bütün bu denklem içerisinde bu yarayla konumlanmak Türkiye için riskli. Dolayısıyla mevcut hükümet yeni bir pozisyon almak istiyor.
Ama bu işin iç dinamikleri de var. Mayıs 2023’te yapılan seçimde hükümet kazandı ama büyük kayıplar da yaşadı. Mart seçimlerinde bu kayıplar daha da arttı. Dolayısıyla siyaset sahasında alanını kaybeden bir hükümet var karşımızda. Bütün bu tablolara baktığımızda yeni bir pozisyon almak kaçınılmaz oluyor.
Kürtler ‘yeni sürece’ nasıl hazırlanmalı?
Yüzyıllık hikâyeye baktığımızda, Suriye ve Irak’ta Kürtlerin bir tür teritoryal egemenlik inşa ettiği yeni bir durum var. Irak’ta Kürtler daha önce yok sayılan haklarını elde ettiler. Suriye’de de benzer bir durum var. Her iki ülkede bir yandan merkezi rejimlerin çöküşü öte yandan bölgesel ve uluslararası aktörlerin müdahil olmasıyla açılan fırsat penceresi Kürtlere alan açtı. Kürtler bu fırsat pencerelerini değerlendirerek tarihsel hak kayıplarını kısmen telafi ettiler. Bununla birlikte, Kürtler çok ağır bedeller ödediler. Sadece Irak Kürdistan Bölgesi’nde 250 binden fazla can kaybı var.
Yakın geleceğe baktığımızda, Kürtlerin sorunlarını mevcut siyasi sınırlar içerisinde çözebileceklerini düşünüyorum. Bunun dışındaki arayışların rasyonel olmadığı kanaati içerisindeyim. Muhtemelen Kürtlerin kendi devletlerini kurmaya en yakın olan bölge Irak Kürdistan Bölgesi’ydi. 2017’de gerçekleştiren bağımsızlık referandumuna küresel ölçekte İsrail dışında destek veren ülke olmadı. Mevcut şartları dikkate aldığımızda, bir-iki kuşağı içeren, önümüzdeki belki 20-30 yıl içerisinde, Kürtlerin bedelleri azaltan yol ve yöntemlerle bulundukları ülkelerde çözüm üretmeleri gerektiğini düşünüyorum. Bunun hem normatif olarak daha iyi hem de daha gerçekçi olduğunu düşünüyorum. Çünkü diğer yol ve yöntemler bütün taraflar açısından ağır bedeller gerektiren, üstelik sonu belirsiz karanlık yollar.
DEM Parti Kürtlerin taleplerini güçlü bir şekilde masada kabul ettirebilir mi? Bununla beraber CHP nasıl bir siyaset izler? Yeni süreci destekler mi, karşı mı çıkar?
Genel olarak baktığımızda Türkiye’de Kürt siyasetinin zayıf olduğu bir dönemdeyiz. Muhtemelen AK Parti’nin de meseleyi bugün gündeme getirmesinin bir sebebi de bu durumdur. DEM Parti seçmen kaybediyor. Kabaca Alevi Kürtlerin yarısı CHP içinde siyaset yapıyor, Sünni Kürtlerin yarısı da AK Parti içinde siyaset yapıyor. Onlar da bir hak mücadelesi yürütüyorlar. Baktığımızda AK Parti içindeki Kürtlerin de sesi büyük oranda kasılmış durumda. Özellikle 15 Temmuz’dan bu yana Bakanlar Kurulu’na baktığımızda Kürt kimliği ile konuşan, bu konuda siyaset yapan hemen hemen hiçbir aktör yok. Ama geçmişte aktörler vardı. CHP’de biraz kısmı bir dönüşüm var. Son yıllarda CHP de Kürtler için bir alternatif olmaya başladı. Ama CHP içindeki Kürtlerin pozisyonuna da baktığımızda CHP’yi Kürt meselesinde net bir pozisyona taşıyabilecekleri bir güçleri yok.
CHP’ye baktığımızda, Kürtlerin kalbini kırmamaya çalışan, bununla birlikte Kürt meselesini siyaset dışında tutmaya çalışan, bu konuda siyaset üretmeyen bir pozisyonun hakim olduğunu görüyoruz. Oldukça konformist bir pozisyon. Türkiye’de ultra-nasyonalist siyaset son yıllarda güçlendi. Son seçimlerde, MHP, Büyük Birlik Partisi, Zafer Partisi ve İYİ Parti toplamda %23’leri buldu. Baktığımızda ultra nasyonalist bir cephe var ve dört seçmenden birinin desteğini alıyorlar. Öte yandan daha az oy alabilen bir Kürt cephesi var. Dolayısıyla son seçimlerde Kürtlerin siyasetteki kilit olma rolü ellerinden alındı. Bu tablo içerisinde, CHP Kürtleri hem de ultra-nasyonalistleri yanında tutmaya çalıştı. Bununla birlikte politik olarak daha çok ultra-nasyonalistlerin sesine kulak verdi, Kürtlerin ise gönlünü hoş tutmaya çalıştı.
Bahçeli’nin uzattığı el Türkiye’de siyasetin denklemini değiştirecek gibi. Bu durumda CHP uzun zamandır kaçtığı Kürt meselesinde yeni bir pozisyon almak zorunda kalacak. CHP bu durumu bir meydan okuma olarak da görebilir, bir fırsat penceresi olarak da. Yapacağı tercih muhtemelen 2028 seçimlerinin sonuçlarını belirleyecek.
Hükümet bu yeni durumda hangi adımları atabilir?
Öncelikle biraz izlemek gerekiyor. Bu bir süreç midir, değil midir? Evet bir niyet beyanı var. Ancak bunun bir arka planı var mı, ciddi bir hazırlık var mı bilmiyoruz. Biz önceki çözüm sürecinde hükümetin derli toplu bir programının olmadığını gördük.
Önceki dönemlerde dil ile ilgili bazı reformlar yapıldı. Aslında Kürtçe özel okul koruma yasası çıktı, 2014’ten sonra Kürtçe özel okul kurma izni çıktı, ancak yasanın gerektirdiği yönetmelik çıkmadı. Ve siyasi atmosfer dağıldığı için hayata geçmedi. Olumlu bir hava olursa bir takım sembolik adımlar atılabilir. Örneğin dil meselesinde yeni açılımlar olabilir. Ağırlığı Kürtçe olan ama Türkçe derslerinde olduğu yeni okullar açılabilir. Dil ve kültür hakları anlamında adımlar atılabilir. Üniversitelerde Kürt dili bölümleri çok pasivize oldu, bunlar biraz daha aktifleştirilebilir. Kürtçe medyanın önü biraz daha açılabilir.
Kürt alanında farklı siyasi aktörlerin üzerinde uzlaştığı iki konu var: bir dil ve kimlik meselesi, diğeri ise özellikle yerel ölçekte yönetimi katılma, kendini yönetme hakkı. Kürtler dil ve kültürlerini kaygısız bir şekilde çocuklarına aktarmak istiyor. Eğitim ve kamu hizmetleri alanında Kürtçenin kullanımının önünün açılmasına dönük adımlar tartışma konusu olacaktır. Yine kayyumlar başta olmak üzere yerel yönetimleri güçlendirmeye dönük kimi reformlar bu dönemde gündeme gelebilir.
Bu ‘yeni süreçte’ Selahattin Demirtaş serbest bırakılır mı?
Şu anda çok fazla siyasetçi içeride, sembolik isimleri de Selahattin Demirtaş. Eğer uzatılan elin Kürt sokağında bir karşılığının olması bekleniyorsa Demirtaş ve diğer siyasetçilerin serbest bırakılması gerekiyor. DEM Parti’ye Türkiye partisi olma çağrısı yapılıyor. Türkiyelilik söylemini kuran ana aktör HDP’ydi ve bu söylemi Türkiye ölçeğinde sokaklara taşıyan, Mersin’de, İzmir’de konuşma kanallarını genişleten aktör Selahattin Demirtaş’tı. Bu çağrı yapıyorken Selahattin Demirtaş‘ı içeride tutma şansınız yok. Zorlama gerekçelerle içeride tutulan çok sayıda kişi var. Çok fazla hasta tutsak var içeride, bunlar bırakılabilir.
İkincisi de Kürtlerin kendisini yönetme hakkı meselesi var. Şu an seçme ve seçilme hakkını bile güvence altında değil. Kayyumlar meselesi çok önemli, kayyumların bir daha atanamayacağı anayasal ve yasal düzenlemelere ihtiyaç var. Genel bir demokratikleşme reformu olabilir. Yeni anayasa zor bir mesele ama yeni anayasayı tartışabileceğimiz bir zemin oluşturulabilir.
Muhtemel yeni süreç kimin üzerinden gider?
Daha önce Kandil ile birebir konuşmalar ve görüşmeler yapıldı. Devlet MİT üzerinden Kandil ile görüştü. Şu an mevcut bakanlardan bazıları o dönemde görev almıştı. O dönem Kandil ve Öcalan üzerinden gidildi ve HDP daha pasif bir pozisyondaydı. Ancak bugün Bahçeli’nin DEM Partiye parlamentoda selam vererek süreci başlatması, DEM Parti’nin daha merkezde olduğu bir mimari yapının olabileceğine işaret ediyor. DEM Parti’nin daha merkezde olduğu bir yapılanmada meselenin barışa evrilmesi daha kolay da olabilir. Zira meseleyi parlamentoya taşımak, CHP başta olmak üzere muhalefeti dahil etmek, özellikle Türkiye’nin batısında sürece dair rıza almak daha kolay olabilir.
Bununla birlikte, Ankara’nın ana beklentisi PKK’nin silah bırakması, silahları gömmesi. Daha önceki çözüm süreçlerinde Erdoğan’ın ana beklentisi buydu. Bu noktada KCK ile konuşmadan, KCK üzerinde etkisi olan Öcalan’a alan açmadan bunu yapmak pek mümkün gibi görünmüyor. Kürt alanı çok aktörlü bir yapı. Bir tarafta DEM Parti var, bir taraftan devletin denetiminde tutsak olan Öcalan var. Öte yandan Kandil var, Kürt diasporası var. Rojava özerk bir yapı olarak şu an farklı bir konumda. Orada da başka bir denklem var. Çünkü orada Rusya, İran, Şam ve Amerikan Birleşik Devletleri var. Tüm bu denklemi içine alan bir yaklaşım geliştirilebildiği ölçüde sonuç alınabilir.
Anayasanın ilk dört maddesine dokunulmadan kapsayıcı yeni bir Anayasa yapılabilir mi?
Kürt meselesinin özü ilk dört madde ve Anayasanın başlangıç bölümü. Bu bölümler ve maddeler Türkiye Anayasasının ruhunu ve çerçevesini belirleyen bölümlerdir. Bu bölümler Kürt meselesinin zemini oluşturuyor. Bu zemini değiştirmeden, o zemini değiştirmeyle ilgili bir eğilim izlenimi vermeden Kürt meselesinde adım atma şansınız yoktur. Ana Anayasa tartışmalarının şu aşamada çok bağlayıcı olduğu kanaatinde değilim. Şu an mesele yeni bir hava oluşturmak, yeni bir zemin hazırlamak. Bu zemin sağlandıktan sonra Anayasa meselesi daha etraflı bir şekilde başta Kürtler tarafından olmak üzere toplum tarafından tartışılacaktır.