AMİDA HABER – Türkiye kamuoyunun gözü kulağı son 3 günde Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen ve 26 Aralık’a ertelenen 8 yaşındaki Narin Güran cinayetinin ilk duruşmasındaydı. Siyasi parti temsilcileri, sivil toplum, baro başkanları ve gazeteciler, Diyarbakır Adliyesi önünde adeta kamp kurdu. Onlarca kameraların kurulu olduğu ve her dakika canlı yayın için TV kanallarına bağlanan muhabirler ve yorumcuların yükselen sesi arasında sessiz, sedasız bir o başa bir bu başa ağır adımlarla yürüyen yüreği acılı bir baba göze çarpıyordu.
Bu acılı baba Nizamettin Kabaiş’ten başkası değildi. 27 Eylül’de kaybolan ve cansız bedeni 18 gün sonra Van Gölü’nde bulunan Yüzüncü Yıl Üniversitesi öğrencisi Rojin Kabaiş’in onun babası…
Tüm çığlıklarını, feryadını kalbinde açtığı küçücük mezara gömen Nizamettin Kabaiş, Narin Güran’ın katillerinin bulunması için mahkemenin önüne geldi. Belki bir umut, bir ışık bulabileceğini düşünerek, kendi kızı için de kamuoyu yaratmayı umuyordu. “Benim kızım intihar edecek biri değildi. Deli doluydu” diyerek, kızının birileri tarafından öldürülmüş olabileceğini haykırıyordu. Ama sessiz, sedasız bir haykırıştı onunki. Sadece içinde haykırıyordu. O utangaç kalbi nedeniyle dışarıya bir türlü haykırmayı beceremiyordu. Kız babasıydı; belki de bağırıp, çağırarak kızı Rojin’in ruhunu incitmekten korkuyordu. Avucunun içinden kanatlanan o güvercin yürekli kızını belki de ürkütmekten kaçındığı için sadece kendi duyabilecek kadar haykırıyordu. Mahcup ve bir o kadar da mağrur bir sözü dilinden hiç düşürmüyordu; “Keşke bu kameralar benim de sesimi duyurabilse... İşte o zaman belki de kızımın katilleri bulunacak.”