Diyarbakır’da Kürtçe seçmeli dersler çağrı! Diyarbakır’da bir açıklama yapan Kürtçe Dil Gönüllüleri Birliği (DILKURD), orta okullarda okutulacak seçmeli Kürtçe (Kurmancî-Zazakî) derslerin tercih edilmesi için çağrıda bulundu.
DILKURD ayrıca okullarda, üniversite ve halk eğitim merkezlerinde Kürtçe önündeki engeller için de birer rapor yayınladı.
Türkiye Milli Eğitim Bakanlığı’na (MEB) orta dereceli okullarda (5, 6, 7 ve 8. Sınıflar) Yaşayan Diller ve Lehçeler dersi kapsamında, Küreçenin Kurmancî ve Zazakî lehçeleri seçmeli dersler arasında yer alıyor.
Kürtçe Dil Gönüllüleri Birliği (DILKURD), Diyarbakır Şeyh Said Meyedanı’nda yaptığı basın açıklaması ile, Kürt öğrencilere ve ailelerine bu dersleri tercih etmeleri ve ana dillerine sahip çıkma çağrısında bulundu.
Basın açıklamasını okuyan DILKURD Koordinatörü Fevzi Bulgan, tüm uluslararası kuruluşlardan, sanatçı çevrelerinden, insan hakları savunucularından destek beklediklerini söyledi.
Bulgan, “Dilimiz varlığımızdır, dilimiz vatanımızdır, dilimiz onurumuzdur” dedi.
DILKURD ayrıca okullarda, üniversite ve halk eğitim merkezlerinde Kürtçe derler önündeki sorunlara dair birer rapor hazırlayarak ilgili makamlardan bu sorunların ortadan kaldırılmasını istedi.
DILKURD’un raporları şöyle:
Okullardaki Kürtçe ile ilgili problemlere ve taleplerimize ilişkin
1) Seçmeli ders tercihleri ve derslerin okutulmasının okul idarelerinin inisiyatifinde olması fiili birçok sorun yaratmaktadır. Bu dersler, çocukların kendilerini geliştirmek istedikleri alanlarda veriliyor, dolayısıyla tercihlerinin de eksiksiz karşılanması gerekiyor. Bu konuda İl Milli Eğitim Müdürlükleri'nin duruma eğilmesi ve seçmeli derslerin seçiminde ve okutulmasında gerekli tedbirleri almasını önemli bir ihtiyaç olarak görüyoruz.
2) Kürtçe (Kurmancca - Zazaca) seçmeli derslerin Yaşayan Diller ve Lehçeler başlığı altında yer alması bu dillerin halihazırda konuşulmadığı, sadece yaşadığı ve korunması gereken sıradan kültürel bir değer olduğu intibaı oluşturuyor.
Oysa ki Kürtçe halen milyonlarca vatandaşımız tarafından güçlü bir şekilde kullanılmakta ve konuşulmaktadır. Dolayısıyla Kürtçe 'nin önündeki kalıpsal engellerin de kaldırılması ve Kürtçe 'nin eğitimde kullanılmasının daha ziyade teşvik edilmesi gerektiğini tecrübe etmekteyiz. Yerel Dillerin eğitimde kullanılması hakkının Devlet hükmi varlığının sorumluluğunda olduğu bir gerçektir.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı çoklu etnisite ile birleşik bir toplumu ifade eder. Her etnik yapının doğal ve organik unsurları vardır; ki bunlardan biri de dildir. Tarihsel süreciyle de incelenirse bu bir problem olmanın aksine toplumsal birliği sağlayacak zenginliğin güçlü bir unsurudur.
Yaşayan Diller ve Lehçeler başlığı altında düzenlenen diğer dil/lehçeler gibi Kürt dilleri bu toplumun büyük bir kesimi tarafından yoğun bir şekilde konuşulmaktadır. Bu şekilde ele alındığında Kürtçe, korunması gereken sıradan bir kültürel değer değil; var olan tarihi, toplumsal ve kültürel bir değerdir.
Dolayısıyla bu derslerin okullarda ‘’Yaşayan Diller ve Lehçeler’’ başlığıyla verilmesi dezavantajlı bir durum yaratmaktadır.
3) Dini özellikli seçmeli derslerin öncelikli olarak seçtirildiği durumlar ile sıklıkla karşılaşıyoruz. Aynı minvalde bu derslerin Kürtçe seçmeli derslere alternatif olarak okutulduğu çok sayıda durumla da karşılaşıyoruz.
Konu sadece dini özellikli dersler değildir, aynı zamanda okulda görev yapan öğretmenlerin belli seçmeli dersleri verebiliyor olmasıyla da ilgili bir durumdur. Dolayısıyla seçmeli derslerin sağlıklı bir şekilde verilebilmesi de ancak nitelikli ve yeterli sayıda öğretmenin atanması ile mümkün olacaktır.
Seçmeli derslerde tercih iradesi her ne kadar öğrenci ve velilerine bırakılsa da idari bazı eksiklikler sebebiyle sağlıklı bir tercih sürecinden bahsetmek mümkün değildir. Kürtçe ’nin yoğun konuşulduğu bölgelerde öğrencilerin anadillerini öğrenmeye duydukları ihtiyaç idareler tarafından göz ardı edilmemelidir. Diğer yandan dini içerikli derslerin Kürtçe derslerine alternatif olarak sunulduğunu tecrübe ediyoruz. Her şeye rağmen bu dersleri almaya başlayan öğrencilerin öğretmen yokluğu ve derse özgü materyal eksiklikleri ile karşılaştıklarını görmekteyiz.
4) Bazı okullarda 10 kişilik tercih sayısı sağlanamadığından seçmeli Kurmancca ve Zazaca derslerini tercih eden çocuklar bu dersleri alamıyorlar. Bu sorunun çözümü için halihazırda etkin olarak kullanılan EBA sisteminin en iyi çözüm yolu olduğunu düşünüyoruz.
Şöyle ki; 10 kişilik tercih sayısını aşamayan durumlarda her il veya ilçedeki tercih sayıları tespit edilerek bu dersleri tercih edenler sınıflara ayrılabilir ve online olarak bu dersleri almaları sağlanabilir. Milli Eğitim Bakanlığı’nın buna uygun merkezi bir takip komisyonu oluşturması sistematik ve sağlıklı bir işleyiş oluşturacaktır.
5) Şahit olduğumuz bir diğer sorun da seçmeli ders tercih formları ile ilgilidir. Bu formlar birçok okulda dağıtılmadan seçmeli ders tercihleri otomatik olarak yaptırılıyor veya formlardan Kurmancca ve Zazaca dersleri çıkarılarak öğrencilere tercih yaptırılıyor.
Dolayısıyla öğrenciler seçmeli derslerden istediklerini tercih edememekte ve bu derslerden beklediklerini alamamaktadırlar. İl-İlçe Milli Eğitim Müdürlükleri'nin okul idarelerine gereken uyarıları yapmaları durumunda seçmeli ders sürecinin daha sağlıklı ilerleyeceğini düşünüyoruz.
6) Yeterli sayıda öğretmen atamasının olmaması da seçmeli Kurmancca ve Zazaca derslerinin önünü kapatıyor. Bu sene Kurmancca ve Zazaca 50 öğretmen atamasını bu açıdan olumlu buluyoruz. Bu derslerin çokça tercih edilmesinden ötürü 200 Kürt Dili ve Edebiyatı öğretmeninin atamasının yapılmasını talep ediyoruz.
Kürt dili ve edebiyatı bölümleri hakkında yapılan araştırma ve ilgili sorunlar
2003 sonrasında, AK Parti iktidarı döneminde, temel hak ve özgürlükler konusunda yapılan değişiklikler, kurucu ulusçu ideolojiyle yaşanan çetin hesaplaşma ve sorunun esasını oluşturan inkâr politikalarının terk edilmesi, Kürt sorununun çözümünde siyasetin daha belirgin hale gelmesini sağladı.
Hükümet henüz bir yılını yeni doldurmuşken AB uyum paketleri çerçevesinde 5 Aralık 2013 tarihinde Resmi Gazete’de önemli bir yönetmelik yayınladı: “Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerin öğrenilmesi hakkında yönetmelik” (Resmi Gazete, 2013,25307)
Bu yönetmelik ile birlikte Türkiye’de ilk defa Kürtçe ’nin yaygın olarak kullanılmasının da önü açılmış oldu. 2003’ten itibaren önemli adımlar atıldıysa da asıl önemli adım 2009 Ağustos ayında başlatılan “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi ve Demokratik Açılım” temelinde Kürtçe ’nin; medya, eğitim, sanat, siyaset (propaganda) dili olmasının önündeki birçok engelin yasal anlamda kaldırılmasıydı ve böylece bu dilin kamusal alanda kullanılmasının önü açıldı.
2010 yılından itibaren Kürtçe eğitimin hızlı bir şekilde üniversitelere girmeye başladığını görüyoruz. Aynı yılda Mardin Artuklu Üniversitesi’nde “Yaşayan Diller Enstitüsü” kuruldu. Bu enstitünün bünyesinde ‘Kürt Dili ve Kültürü Anabilim Dalı’ açılarak ilk defa 20 yüksek lisans öğrencisi alındı. 2011 yılında da Bingöl Üniversitesinde ‘Yaşayan Diller Enstitüsü’ açıldı ve 2012 yılında öğrenci alınmaya başlandı.
Aynı zamanda da ‘Doğu Dilleri ve Edebiyatı’ adı altında, ‘Kürt Dili ve Edebiyatı’ ile ‘Zaza Dili ve Edebiyatı’ bölümleri; Mardin Artuklu, Muş Alparslan, Tunceli ve Bingöl üniversiteleri lisans programları açıldı. Muş Alparslan Üniversitesi bunlardan farklı olarak “Kürt Dili ve Edebiyatı” adı altında lisans öğrencisi alan tek üniversitedir.(*)
Üniversitelere öğrencilerin alınmaya başlanmasıyla birlikte Demokratik Açılım ile gündeme gelen önemli ve tarihi adımlardan biri hayata geçmiş oldu. Bölüme yoğun bir talep oluştu ancak bölümün sadece üç üniversitede oluşu ve sınırlı sayıda kontenjanın ayrılmış olması haliyle bölümün taban puanlarını çok yükseltti. Bu bölümler, bulundukları üniversitelerde, ilk yıllarda, en yüksek puanlarla öğrenci alan bölümler olarak dikkat çekti.
Puanlar; Türkçe Öğretmenliği ile Türk Dili ve Edebiyatı bölümlerinin yerleştirme puanlarının üzerine çıktı. Bölümdeki derslerin birçoğunun eğitim dili Kürtçe olarak verilmeye başlandı. Bu durum, aynı zamanda Türkiye’de önemli bir engelin aşıldığının, artık Kürtçe ’nin eğitim kurumlarına girdiğinin önemli bir göstergesi olmuştur.
Türkiye’de, 2010 yılından itibaren ilk defa resmi olarak Kürtçe ’nin okullara girmeye başladığına, üniversitelerde doğrudan Kürt Dili ve Edebiyatı bölümlerinin büyük bir heyecan ile açıldığına, ülke gündeminin en önemli konusu haline geldiğine, insanların büyük bir teveccühle bu alana yöneldiklerine şahit olduk. Mardin Artuklu, Muş Alparslan ve Bingöl Üniversiteleri bu bölümler için aktif ve hızlı bir şekilde bünyelerinde olan ve bu alana ilgi duyan akademisyenlerini görevlendirdi.
Daha sonrasında ise doğrudan bu alan için akademik kadro ilanlarına çıkarak alan için müstakil akademisyenler alındı. Sonraki yıllarda Diyarbakır Dicle, Van Yüzüncü Yıl ve Siirt Üniversiteleri de bu alan ile ilgili çalışmalar başlattı. ‘Demokratik Açılım’ın sekteye uğraması, üniversitelerin bu bölümlerle ilgili ilk mezunlarını vermesi ve bunlarla ilgili atamaların beklentinin çok altında olması ile bir anda bu olumlu ve heyecan verici hava yerini buruk, karamsar bir havaya bıraktı. Bu olumsuz havadan üniversitelerdeki Kürt Dili ve Edebiyatı bölümleri de etkilenmeye başladı.
"
- Çözüm Süreci sonrasında, 2015 sonrası dönemde, yaşanan negatif atmosfer üniversitelerde; Kürt dili, kültürü, tarihi ve edebiyatı çalışmaları alanında yapılan panel, sempozyum ve konferansların oldukça azalması, Kürtçe(Kurmancca ve Zazaca) bölümlerine olan öğrenci talebinin düşmesi, Kürtçe seçmeli ders öğretmen atamalarının neredeyse sona ermesi bunun sonuçlarından bazılarıydı.
- Kimi üniversitelerde Kürtler ve Kürtçe üzerine yapılan lisansüstü çalışmaların “Yaşayan Diller ve Lehçeler Enstitüsü” şeklinde adlandırılması açık olmayan/ima edici isimlerle değil, bilimsel, akademik gerekler doğrultusunda kendi isimleriyle açılması daha doğru olacaktır.
- Öğrenciler özellikle mülakat ile alımların yapıldığı bazı kadroların seçiminde kendilerine, mezun oldukları bölümden dolayı, negatif yaklaşıldığını belirtmekte. Kürt Dili ve Edebiyatı bölümlerinden mezun olan öğrencilere her türlü resmi ve özel kurum ve kuruluşlarda istihdam olanağı sağlayacak genel yasal düzenlemelerin yapılması gerekmektedir.
- Kürt çalışmalarını ve Kürtçe 'yi konu edinen akademik araştırmalar yeterli düzeyde olmadığından üniversite bünyesinde bu alandaki çalışmalara kaynak aktarılmalıdır. Özellikle UNESCO raporlarında da belirtildiği gibi kaybolma tehlikesi altında olan Zazaca ile ilgili araştırmalar teşvik edilmeli, desteklenmelidir.
- Kürtçe yayınlanan kitap ve dergiler temin edilerek bütün kütüphanelerin raflarına yerleştirilmeli. Özellikle üniversitelerin kütüphanelerinde bu alanla ilgili yapılan çalışmaların yer aldığı kitap ve dergilerin temin edilerek öğrenci ve araştırmacıların hizmetine sunulmalıdır.
- Son yıllarda üniversitelerde bulunan bu bölümlere akademisyen alımlarının çok ciddi anlamda azaldığını, bazı üniversitelere dokuz yıldan bu yana yeni hiçbir akademik kadronun açılmadığı görülmekte. Açılan bazı kadrolar ise üniversite içinde yer alan akademisyenlerin unvan değişikliğinden dolayı açıldığı gözlemlenirken kimi üniversitelerde ise unvan değişikliğini hakkettiği halde kendisine kadro tahsis edilmediği de gözlemlenen sıkıntılar arasında.
- Şu an giderilmiş olsa da daha önceki yıllarda kimi tezlerin Kürtçe yazılmasına izin verilmediği görüldü. İlerde tekrar böyle bir sıkıntıyla karşılaşmamak için üniversitelerin ilgili mevzuatlarını, yönergelerini güncellemeleri, Kürtçe yazılmasının önündeki engellerin yasal olarak kaldırılması gerekmektedir.Kürt Çalışmaları Alanında çalışan akademisyenlerin, araştırmacıların çoğu, çalışmalarını yürütürken, derslerde dersini anlatırken, öğrencilerle düşüncelerini paylaşırken hangi düşüncelerin ya da kelimelerin/kavramların “kırmızı çizgileri” aşacağını düşünerek, bu tedirginliği yaşayarak düşüncelerini paylaşmakta.
Örneğin bu alanda yazılmış tarihi birçok kaynak ile günümüzde yazılmış birçok kaynakta yer alan “Kürdistan” kelimesini kullanmaktan hala araştırmacılar tedirginlik duymakta, herhangi bir cezai yaptırımla karşılaşabilecekleri düşüncesini taşımaktalar. Dolayısıyla hangi düşüncelerin ve kavramların makul hangilerinin makul olmadığını kestirmek oldukça güç.
- Kürt Dili ve Edebiyatı bölümlerinde okuyan öğrencilerin Pedagojik Formasyon Eğitimini almalarının önünde bulunan engellerin kaldırılması, öğrencilerin mağdur olmaması için stajlarını tamamlayacakları alanından mezun öğretmenlerin, özellikle bu bölümlerin bulunduğu illere, mutlaka atamaları yapılmalıdır. Örneğin bu bölümün yer aldığı Muş’a maalesef bugüne kadar hiçbir öğretmen atanmamıştır.
(*) Muş Alparslan Üniversitesi'nin literatürünü uygun gördüğümüzden Kürt Dili ve Edebiyatı ile Zaza Dili ve Edebiyatı bölümlerini sadece Kürt Dili ve Edebiyatı bölümü şeklinde kullandık.
Halk eğitim merkezlerinde verilen Kürtçe kurslarında karşılaşılan sorunlar
Üniversitelerde açılan Kürtçe bölümlerinden sonra, son dönemde Kürtçe için atılan çok kıymetli adımlardan bir tanesi de Kürtçe ’nin Halk Eğitim Merkezlerine kurs olarak eklenmesi olmuştur. Bu adımla birlikte yediden yetmişe bütün vatandaşlarımız Kürtçe eğitim alma imkanına kavuşmuştur. Bu alanda karşılaşılan bazı sorunları belirtecek olursak;
- 01.11.2021’de Kürtçe modülü için ne yazık ki sadece A1 modülü eklenmiştir. Yıllardır yoğun talep olmasına rağmen A2 ve B1 modülleri hala eklenmemiştir. Halk Eğitimde A2 ve B1 modülü olmayan tek dil Kürtçe ( Kurmanci)dir. A1 sertifikası alan yüzlerce vatandaşımızla birlikte ilgili modüllerin eklenmesini bekliyor, yetkililerden en kısa zamanda A2 ve B1 modülünün eklenmesini talep ediyoruz.
- Son yapılan öğretmen atamalarında Kürtçe (Kurmanci/Zazaki) için ayrılan 50 kontenjanın büyük bölümü Halk Eğitim Merkezlerine yapılmıştır. Yakında yapılması planlanan yeni öğretmen atamasında, Kürtçe öğretmeni atanmayan tüm Halk Eğitim Merkezlerine Kürtçe öğretmeni atanmasını talep ediyoruz.
- KYK yurt müdürlükleri, yurtlarda barınan üniversite öğrencilerinin talep ettiği kursları EYS ve Halk Eğitimlerden eğitmen ve usta öğretici talep ederek karşılamaktadır. Yurt müdürlüklerinin, KYK yurtlarında barınan öğrencilerin Kürtçe kursu açma taleplerini reddettiği bilinmektedir. Bugüne kadar hiçbir KYK yurdunda Kürtçe kursunun açılmamış olması bunun en açık kanıtıdır. Gençlik ve Spor Bakanlığından talebimiz KYK yurtlarında barınan öğrencilerin talep ettikleri Kürtçe kursları için Halk Eğitimlerden Kürtçe öğretmeni isteyerek öğrencilerinin bu taleplerinin karşılanmasıdır.
Ana dil öğreniminin hak ve hukuk zemini
Eğitimde anadilin yeri Türkiye’de 2011 sonu itibariyle başlayan yeni Anayasa sürecinde önemli bir tartışma noktasıdır. Anadilde eğitim, anadilin öğreniminden farklıdır. Anadilin öğrenimi, dilin gramer ve diğer özelliklerinin öğrenimi için ders verilmesi anlamına gelirken; anadilde eğitim, eğitim sürecindeki bütün derslerin etnik grupların kendi dillerinde olmasını içerir. Anayasanın Eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi başlıklı 42. Maddesi her ne kadar eğitim ve öğrenimin temel hak ve özgürlükler çerçevesinde eşit ve özgürce verileceğine değinse de son fıkrası ‘’Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez. Fıkranın bu cümlesi diğer etnik grupların kendi dillerinde eğitim görmesine karşı bir engeldir ve eğitim ve öğrenimin temel hak ve özgürlükler çerçevesinde eşit ve özgürce verileceğine değinen ilgili Anayasa hükmüne aykırıdır.
Dolayısıyla Anayasa dahi tüm kanunlar her zaman incelenmeye ve yeniden değerlendirilmeye açıktır. İlgili maddenin son fıkrasında yazdığı üzere milletlerarası andlaşma hükümleri saklı olmakla uluslararası kanunlara önem atfedildiğini de görmek gerek. Anadilde eğitim talebi ele alınırken, toplumla entegrasyon problemi doğmasından duyulan çekinceler öne sürülüyor. Bu noktada toplumun ortak dil ihtiyacına cevap verecek seçeneklerin değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu anlamda, diğer grupların temel hak talepleri ile toplumun bir arada yaşama gereklilikleri arasında denge sağlamak adına çift dilli eğitim ve karma modellerin değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyiz.
Bu, sanılanın aksine toplumda olagelen problemlerin çözümüne olumlu yansıyacak, daha refah bir topluma ve çekişmeli tarafların büyük oranda azalmasına hizmet edecektir. Anadil ve kültürün öğrenilmesinin sorun oluşturacağı, objektif ve makul bir gerekçeden uzaktır. Anadilde eğitimin önünün kapatılması sürekli büyüyen bir problemden öteye gidemez.
Anadilde eğitim meselesi İkinci Dünya Savaşının hemen ardından hazırlanan uluslararası belgelerde temkinli yaklaşılan bir konudur. 1948 tarihli BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 26. maddesinde parasız ilköğretim hakkından söz edilmesine rağmen anadilini öğrenme hakkı veya eğitimin dili konusunda bir belirleme yapılmamıştır. Kısa bir süre sonra tartışmaların gelişmesiyle dil haklarına ilişkin olarak kademeli bir gelişme başladığı görülmektedir.
Uluslararası Çalışma Örgütünün 1957 tarihli 107 sayılı Sözleşmesi, Kabile ve Yerli Halklara ilişkindir. Kabile ve Yerli Halklarının kendi anadillerinde eğitilme haklarından söz eder. UNESCO’nun Eğitimde Ayrımcılığa Karşı Sözleşmesi (1960) md. 5/1-c’de “ulusal azınlık üyelerinin eğitim faaliyetlerini tanımaktan” söz eder. Eğitim faaliyetleri içine okul kurma, her ülkenin eğitim politikasına bağlı olarak, kendi dillerini kullanma veya öğrenme de girmektedir. Tahmin edileceği üzere sonraki maddelerinde devletin birlik ve bütünlüğünü korumayla da sınırlı tutarak aynı sözleşmenin i bendinde “bu hak söz konusu azınlık mensuplarının, bir bütün olarak toplumun kültür ve dilini anlamalarını ve topluluğun faaliyetlerine katılmalarını engelleyecek veya ulusal egemenliğe halel getirecek tarzda kullanılamaz” denmektedir.
Böylece Anadilde eğitim veya yerli halkların kendi dillerinde eğitilme hakları vatandaşı oldukları devletlerin inisiyatifine bırakılmıştır. Bu haliyle ilgili uluslararası sözleşme veya sözleşmeler anadilde eğitim hakkını sadece tanımış ve devletler üzerinde esaslı bir etki gücü yaratamamıştır. Anadilde eğitimin devletlerin iç politikasına bırakılmasından ötürü ilgili uluslararası düzenlemeler ihtiyaçlara cevap olamamıştır. Yine de devletlerin sadece negatif değil, pozitif sorumluluk alması gerektiği fikri doğal olarak güç kazanmış ve uluslararası sözleşme ve belgelerde kademeli düzeltmelere gidilmiştir. Aşağıda bu kademeli değişimlere değinmekteyiz.
1966 BM Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi md. 27 dilsel azınlıkların bulunduğu ülkelerde, bu azınlıklara mensup kişilerin kendi kültürünü yaşamasına ve kendi dilini kullanmasına engel olunamaz demektedir.
1966 BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi ise 13. ve 14. maddelerinde eğitim hakkından söz eder. Bu iki hüküm beraber değerlendirildiğinde eğitimin herkes için temel hak ve özgürlük olmasından bahsederken kültürü ve dili yaşatmak maddesinin eğitim hakkı ile beraber yürümesi gerektiği yorumu yapılabilir ancak bu da netlikten uzaktır. Elbette hukuki uygulamada kanun ile beraber kararlara, içtihatlara ve uygulamalara bakılır. Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi son yıllarda, Sözleşmeye taraf ülkelere yönelik Nihai Gözlemlerinde azınlıklara anadillerinde eğitimin geliştirilmesi ve/veya anadillerini okulda öğrenme (anadil eğitimi) imkanı sağlanması konusunda tavsiyelerde bulunmaktadır. Yakın bir örnek verilirse konuyla ilgili 2004’te Yunanistan Trakya’da yaşayan Türkler için mevcut okulların yetersizliği ve Trakya dışında ise ilk ve ortaöğrenim okulu bulunmaması bakımından eleştirilmiştir.
Diğer azınlıklar bakımından da dillerini okulda öğrenme olanaklarının bulunmaması eleştiri noktalarından biridir. Benzer şekilde 1966 tarihli Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi de açıkça anadilde eğitime yer vermemesine rağmen, Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Komitesi sayısız Nihai Gözlemlerinde özellikle 1990’lardan itibaren çift dilli (anadil ve resmi dil) eğitimi desteklemekte ve tavsiye edilmektedir. Meksika, Rusya, Polonya, Hollanda, Ermenistan, Slovakya, Kazakistan, Arjantin, Venezüella, Fransa, Azerbaycan ve Türkiye’ye yönelik Komite Gözlemleri örnek olarak gösterilebilir.
1989 tarihli BM Çocuk Hakları Sözleşmesi md. 29/c, çocuğun eğitiminin amaçlarından biri olarak “… kendi kültürel kimliğine, diline ve değerlerine, …saygısını geliştirmesi” öngörülmektedir. Aynı Sözleşmenin 30. maddesinde ise “etnik, dinsel veya dilsel azınlıkların veya yerli kökenli kişilerin mevcut bulunduğu devletlerde, bu azınlıklara mensup veya yerli olan çocuk, kendi grubunun diğer üyeleriyle birlikte toplu olarak kendi kültüründen yararlanma, …kendi dilini kullanma hakkından yoksun bırakılamaz” der.
1992 Tarihli BM Ulusal, Etnik, Dini ve Dilsel Azınlıklara Mensup Kişilerin Hakları Bildirgesi’nin 4. md’si ise daha net bir yaklaşım sunmaktadır. Devletlerin, mümkün olduğunca, azınlıklara mensup kişilerin kendi anadillerini öğrenmeleri ya da kendi anadillerinde eğitim görmeleri için yeterli olanaklara sahip olmalarını sağlayacak uygun önlemleri almaları, diğer bir deyişle Devletlerin aktif rol oynamaları gerektiğini belirtmektedir. Ayrıca Bildirge aynı maddenin 4. fıkrasında “devletler, uygun olduğunda, kendi ülkeleri içinde bulunan azınlıkların, tarih, gelenek, dil ve kültürlerine ilişkin bilgi almalarını teşvik etmek için eğitim alanında önlemler almalıdırlar” şeklindedir. İlgili sözleşmelerin devletlerin uygulamalarında yeterince dikkate alınmadığını söylemek mümkündür.
Bu tür eksikliklerin farkına varıldıkça uluslararası sözleşmelerde veya ilgili dava süreçlerinde gerekli değişiklikler ve düzeltmeler yapılmaya çalışılmıştır. Örnek teşkil edecek bir dizi dava göstermek gerekirse İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi 1968 tarihli Belçika Dil davasında 1. Ek Protokol md 2 ile 8 ve 14. maddeleri birlikte değerlendirmiş fakat ihlal bulmamış ve devletin eğitim dilini belirlemede serbest olduğu yönünde yorum yapmıştır. Mahkeme eğitim hakkını düzenleyen maddenin kişiye istediği dilde eğitim yapılmasını isteme hakkını vermediği görüşünü dile getirmiştir.
Hukukun üstünlüğüne olan inanç
Mahkemenin verdiği karar ile sunduğu görüş arasındaki farklılığın sebebi kararda usulen kanun dışına çıkmadan karar vermesine dair şekil şartından kaynaklıdır. Ancak görüşünde ileriye dönük kanun değişikliğiyle düzeltmeye gidilebileceği varsayımıyla görüş bildirmekten geri kalmamıştır. Bu, hak ve özgürlüklerin her ne sebeple olursa olsun kısıtlanamayacağına dair ilkesel bağlılığın ve hukukun üstünlüğüne olan inancın gereğidir.
Hukuk kavramından anlaşılacak olan sadece yasalar ve uluslararası sözleşmeler değildir; zira hukuk evrenselliğinden ötürü çok daha geniş ve bağımsız bir kavramdır. 90’lı yıllardan itibaren bu hususu destekleyen değişimlere gidildiği görülür.
Stankov, Trayanov, Stoychev, Mechkarov, Ilinden ve diğerleri – Bulgaristan (1996) davasında İnsan Hakları Avrupa Komisyonunun vatandaşların anadil öğrenimine devletin mani olmasına yönelik işlemine 2. Ek protokol açısından ihlal kararı vermemesine rağmen hukuki eksiklik kanaatiyle yaptığı yorum da önem arz eder.
Yaptığı yorum kısaca şöyledir: Sözleşme devlete anadilde eğitim veya anadilin öğrenimine ilişkin mali anlamda bir pozitif yükümlülük yüklememekle birlikte, bu konularda yasak getirilmesi ayrımcılık yasağı bakımından bir ihlal yaratabilir, diğer bir deyişle devletin bu noktada negatif yükümlülüğünden söz etmek mümkündür.
Yine 2001 tarihli Kıbrıs-Türkiye davasında ise İHAM eğitim dili konusundaki yaklaşımı anadil öğreniminde hukuki yaklaşım açısından nasıl bir ilerleme kaydedildiğini gösterir. Bunun gibi İHAM’da görülen çok dava örnek verilebilir. Bu tür davalar İHAM’ı meşgul ededursun, Türkiye’de buna yönelik atılacak emsal niteliğinde yeni bir hukuki düzenleme devleti evrensel hukukilik açısından bir adım öne taşıyacaktır.
1990’lı yıllarda Avrupa Konseyi çerçevesinde önemli gelişmeler olduğunu gözden kaçırmamak gerekmektedir. Yürürlüğe giren uluslararası belgeler açıkça azınlık dilinin öğrenilmesi ve azınlık dilinde eğitim kavramlarına yer vermişlerdir. 1992 Avrupa Azınlık ve Bölgesel Diller Şartı’nın 8. maddesi eğitimi düzenlemektedir. Bu madde, okul öncesi eğitimde, eğitimin tamamının veya büyük bir kısmının azınlık dilinde olmasını önermektedir.
İlköğretim düzeyinde, eğitimin azınlık dilinde gerçekleşmesini veya eğitimin önemli bir bölümünün azınlık dilinde olmasını veya azınlık dilinin öğreniminin müfredatın bir parçası olması seçeneklerini sunmaktadır. Aynı şekilde, ortaöğrenim ve mesleki eğitimde de benzer seçenekler önerilmektedir.
Toplumsal gruplara eşit ve adil haklar
1961 tarihli Avrupa Sosyal Şartı 1996’da gözden geçirilmiş ve ilk halinde bulunmayan 17. ve 19. maddelerinde bir devletin, resmi dil dışında anadilini konuşan toplum gruplarının eğitimine eşit yaklaşması gerektiğine ve bu grupların talepleri doğrultusunda çocukların anadillerini öğrenme noktasında pozitif yükümlülükleri olduğuna değinir.
1996 tarihli AGİT Ulusal Azınlıkların Eğitim Haklarına İlişkin Lahey Tavsiyeleri anadilin öğreniminde sağlam temellerle neden gereksinim olduğunu anlatarak bir dizi tavsiyelerde bulunur. Zira bu, uluslararası hukukta uzmanlaşmış hukukçular ile birlikte azınlıkların sorunları ve gereksinimleri üzerine uzmanlaşmış dil bilimci ve eğitimcilerle yapılan uzun görüşmeler sonucunda hazırlanan bir çalışmadır.
Bu tavsiyeler eğitimin her aşamasında çok seçenekli, makul ve devlete sadece yükümlülük değil aynı zamanda esnek bir düşünme alanı da sunan içeriklere sahiptir.
Bu hususlar beraber değerlendirildiğinde amacımız Türkiye’de herkes için sağlıklı, çözüme odaklı ve ilerici düzenlemeleri geliştirmeye ortak olmaktır. Bu toprakların yerli halklarından Kürt halkının taleplerine de cevap oluşturabilecek bir sistem oluşturmak, entegrasyon endişesi olan diğer vatandaşlara sorun oluşması ihtimalinin olmadığı çözüm önerileri sunup beraber hareket etmeye çağırmak, birlik beraberliğin daha sağlam temellere oturması için payımıza düşen alanda çalışmak temel amaçlarımızdır.
Öyleyse olanı olduğuyla kabul edecek, temel hak ve özgürlüklerden olan eğitim serbestisi çerçevesinde anadil öğreniminin önünü açıp geliştirecek, ülkenin resmi dili Türkçe’ye de zarar vermeyecek bir sistem kuralım. Bu, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye'nin temel sorunlarına çare olacaktır. Türkiye’nin huzuru, refahı ve güvenliği, Anayasa’da ve kanunlarda bu toplumsal gruplara eşit ve adil haklar tanımaktan geçer.
Fotolar: Arşiv