AMİDA HABER - 1970’li yıllara kadar Suriçi bölgesinden ibaret olan Diyarbakır, artan nüfus ve 1990’lı yıllardaki köy boşaltmaların ardından yoğun bir göç aldı. 1970’li yıllarda 600 bin civarında olan kent merkezindeki nüfus, 1990’lı yıllarda adeta patladı. Köyden göç eden binlerce kişi, yönünü kent merkezine çevirdi. Barınma sorunu yaşayan “göçzedeler” Diyarbakır’ın şu an en büyük ilçesi konumundaki Bağlar’a yerleşti. Aradan geçen 50 yılda, Diyarbakır nüfusu 4’e katlandı. Bağlar’a, şehrin modern yüzü Kayapınar İlçesi de eklendi. 1970’li yıllardan günümüze Diyarbakır’da imar ve konut alanlarının gelişimini Büyükşehir Belediyesi’nde 25 yıl inşaat teknikeri olarak çalışan Abdulhakim Aytek ile konuştuk.
Diyarbakır’da kent gelişim süreci nasıl başladı, şehir Surların dışına nasıl çıktı?
Ben 1990’da Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi İmar Dairesi’nde çalışmaya başladım. 2014 yılında da emekli oldum. Dolayısıyla şehrin teknik anlamda gelişim sürecinin içinde yer aldım. Osmanlı döneminde halkın yerleşim alanı Suriçi idi. Cumhuriyetle birlikte Suriçi’ndeki meskûn alanlarda yaşayan nüfusun artması sonucu yeni yerleşim alanlarına ihtiyaç duyuldu. İlk olarak askeri yerleşim alanlarını Surların dışına çıkardılar. Ardından 1935 yılında Urfakapı ile Dağkapı arasında bulunan alanda ilk şehir planı yapıldı. Bugünkü Yenişehir dediğimiz bölgenin temelleri bu şekilde atıldı. Aslında yaşam alanı planlaması insanlık tarihiyle başlar. 16 ve 17’inci yüzyıllarda Fransız mimarlar planlamaya yeni şekil yeni bir aktivite getiriyorlar.
Tarihi Sur ilçesi ile ilgili ilk imar-etüt çalışmalarını kim, nasıl yaptı?
Cumhuriyet kurulduktan sonra Fransız mimar Albert Gabriel, Diyarbakır anıtlarının etüdünü yapan ilk kişidir. Hazırladığı planlar ve kesitler bugün bile kentin mimarisiyle ilgili bütün araştırmaların temelini oluşturur. Haritayı deri üzerine işledi. O deri üzerindeki harita 1980’li yıllara kadar Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin İmar Dairesi’nde bulunmaktaydı ancak maalesef daha sonra o harita kayboldu veya çalındı. Albert Gabriel’in tabiriyle Diyarbakır Surları “bir anıtlar ve kitabeler manzumesidir”. Sanat eseri olarak dünyada tek örnektir. O dönemle düşük yoğunluklu yapı dediğimiz iki katlı yapılar inşa edilmeye başlandı. Ardından 1959 ve 1962 yılında buna ilave olarak bugünkü Ofis semtine doğru yeni şehir planlaması yapıldı. 1970’lerde de bugünkü Bağlar’ın bir kısmının temeli atıldı.
Kayapınar İlçesi’nin yapılaşma süreci daha sonraki dönemlere denk geliyor. Bu süreci biraz anlatır mısınız?
Kayapınar, Huzurevleri ve Bağcıların bir kısmının ilk planlaması da 1990’da dönemin Diyarbakır Belediye Başkanı Turgut Atalay tarafından yapıldı. İktisatçı ve hukukçu olan Turgut Atalay 26 Mart 1989 tarihinde seçilerek 1989 ila 1994 yılları arasında Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı olarak görev yaptı. Mahabad Bulvarı veya 75’lik yol olarak da bilinen bölgenin planlamasını Turgut Atalay yaptı. 1990’da bir şey daha yapılıyor; Turgut Atalay ilk defa Suriçi’nin Koruma Amaçlı İmar Planı’nı Yıldız Teknik Üniversitesi ile yaptığı sözleşmeye yaptı. Yani, şunu özellikle belirtmek isterim, Türkiye ve dünyada örnek gösterilen yerleşim yeri olarak Kayapınar bölgesinin temeli 1990’da temelleri atıldı. 2006 yılında bu bölgenin revizyonu ve ilave planları yapıldı. 1990’da yapılan bu planlara gelen tüm belediye başkanları dokunmadan, bozmadan sadık kalmış.
Aradan geçen 34 yılda, park ve şehir planına hiçbir şekilde dokunulmadı mı?
Feridun Çelik’in belediye başkanı olduğu 1999-2004 döneminde Park75 olarak bilinen bu parkı ‘Kent Ormanı’ olarak biz planladık. Hem çizim hem de fikir babası olarak biz planladık. 15 bin dönüm yani bin 500 hektarlık alanı planladık. Mera ve hazine arazilerini tespit edip böyle bir park planlaması yaptık. Ancak daha sonra gelen belediye başkanları bu alana sahip çıkmayarak parkı 400-500 dönüme sıkıştırdılar. Biz burada Central Park gibi bir nesiller boyu kalacak bir park yapmak istiyorduk.
Evet, önemli bir proje. Amerika’daki Central Park’tan esinlenerek hazırlanmış bir proje. Neden yapılamadı, nereye takıldı?
Bu park 3 bin 382 dönüm alan üzerine kurulu, halka açık kentsel bir parktır. Yıllık ortalama 25 milyon ziyaretçisiyle Central Park, Birleşik Amerika'da en çok ziyaret edilen kent parkıdır. Biz de aslında Diyarbakır’da Central Park gibi bir park yapmak istedik. Ancak, Türkiye’deki siyasetçilere pek güven olmadığı için biz bu alanı Kent Ormanı yapıp burayı Orman Kanunu’na tabi tutup Anayasa’nın ilgili maddesine dahil edersek bu bölgenin ağaçlık alan olacağını düşündük. Bilindiği gibi Diyarbakır sıcak bir bölgedir. Bizim planlamamıza göre kentin havası 3-5 derece serinleyecekti. Maalesef Erdoğan Bayraktar’ın TOKİ Başkanlığı döneminde dönemin Belediye Başkanı Osman Baydemir’e teklif yapıyor ve deniliyor ki bu alanın tamamını dönümünü bin liradan biz size satalım. Bugünkü dönüm değeri 30 milyon TL civarında olan bir bölgeden bahsediyoruz. Osman Baydemir, bu teklifi kabul etmeyerek, bin 200 dönümlük bir yeri alıyor ve o yerin de yarısı gecekondudur. 1999 yılında belediye meclisinde kabul edildi. Ancak bir türlü hayata geçirilemedi.
Bu planının uygulanmadığından bahsediyorsunuz. Diyarbakır ne kaybetti?
Osman Baydemir mevcut plan üzerinde bir revizyon yapmıştır. Buraların TOKİ’den satın alınmasını göze alamayarak, o gün ne amaçla yaptığını bilmiyorum. Ama eğer o dönemde bu arsa satın alınmış olsaydı şu anda burada bu görmüş olduğunuz ağaçlardan binlercesi daha olacaktı. Burası Diyarbakır’a nefes olacaktı, halkın mesire ve piknik alanı olacaktı. Biz burada göletler, kültür merkezi, oyun alanları planlıyorduk ancak maalesef mülkiyet durumu çözülemediği için bu böyle kaldı.
Kayapınar’ın bir tarafı kentin modern yüzü iken, bir bölümünde ise, tek katlı binalar var. Kısmen köy hayatı devam ediyor. Köy kültürü yok edilip devasa binalar dikiliyor…
Türkiye siyaseti köylerin yok edilmesi üzerine kurulmuş. Rant üzerine kurulu bir politika yürütüyorlar. Siyasi parti gözetmeksizin hemen hemen hepsi bu konulara girmişlerdir. Köyler yok ediliyor. Ondan dolayı köy kültürü bu yeni kültüre mağlup oluyor. Müteahhitler köylülerle anlaşıyor köy evlerinin yerine yüksek binalar yapılıyor ve köy hayatı ortadan kaldırılıyor. Ancak belediyelerin, hükümetlerin buna izin vermemeleri gerekiyor.