Unutulmaya Yüz Tutmuş Bir Geçmiş: Eski Diyarbakır! (1) Diyarbakır'ın kültürel zenginliğini ve insanlarının sıcakkanlılığını anlatan Göral'ın anılarında, eski Diyarbakır'ın dar sokakları, rengarenk çarşıları, tarihi camileri ve hanları canlanıyor.
Göral'ın Gazetemiz editörlerinden Süleyman Aydın’a verdiği röportajda Diyarbakır'ı sadece bir şehir olarak değil, yaşayan bir varlık olarak tanıyacaksınız. Göral'ın kelimeleri ile şehrin kalbinin atışını duyacak, Diyarbakır'ın ruhuna dokunacaksınız.
KADRİ GÖRAL KİMDİR?
Mimar, şair ve yazar. 5 Ocak 1948'de Diyarbakır'da doğdu. Tam adı Mehmet Kadri Göral'dır. Diyarbakır Ziya Gökâlp İlkokulu (1961) ve Lisesi (1967), Ankara Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi Mimarlık Bölümü (1971) mezunu. Orman Bakanlığı Milli Parklar Genel Müdürlüğü’nde Mimar, Milli Park Planlama Uzmanı ve Proje Uygulama Müdürü görevlerinde bulunduktan sonra 2002 yılında kendi isteğiyle emekliye ayrıldı.
1996 ile 2000 yılları arasında Avustralya’nın Sydney şehrinde ikamet etti. Bu zaman içersinde SBS Radyosunda söyleşileri ve Başkonsolosluğun tertiplemiş olduğu kültürel etkinliklerde şiir dinletileri oldu. Türkiye’de ise radyolarda, ulusal ve yerel televizyonlarda sohbet, okullarda ise konferans ve şiir dinletilerinde bulundu.
Kadri Göral ile eski Diyarbakır üzerine gerçekleştirdiğimiz söyleşinin detayları haberimizde…
Diyarbakır’da doğmuş, büyümüş ve kültürü ile yoğrulmuş biri olarak Diyarbakır denilince ne anlamalıyız?
Diyarbakır binlerce yıldan beri dünya medeniyetine ışık tutan, geçmiş yılların kültür kaynağı, eski medeniyetlerin kaynaştığı, tarihin seslendiği yerdir. Diyarbakır, dünya üzerinde kilometrekareye büyük insanların en yüksek oranda gömülü oldukları yerdir.
Diyarbakır, kıskanç bir aşığın sevgilisini yabancı gözlerden gizlediği gibi ihtişamlı surlar tarafından binlerce yıldan beri korunmuş olan “Diyar-ı Bâkir”dir.
Diyarbakır, dünya durdukça iyilik meleklerinin koruması altında olan “Aziz şehir”dir.
Diyarbakır, toprağında birçok nebi kabrini barındıran “Medinetü’n Nebiîn” yani “Nebiler Şehri” dir.
Diyarbakır, sevginin, saygının, doğruluğun ve dürüstlüğün belleklere kazındığı “Sevdalı şehir”dir.
Diyarbakır, her devirde mutlu, konuksever, birbirine inanan ve güvenen insanların yaşadığı “Şen ve mamur kent”tir.
Diyarbakır, toprağı kokulu, suyu şifalı, havası devalı, insanı sevdalı “Mübarek şehir”dir.
Diyarbakır, bütün tek tanrılı dinlerin merkezi olan “Mukaddes şehir”dir.
Diyarbakır, tarihin taşlara yazıldığı “En doğru adres” tir.
Diyarbakır, en küçük taşından en büyük burcuna varıncaya kadar “Bir kültür merkezi ve kutsal bir yuva”dır.
Diyarbakır, birçok kent ya sulara, ya toprağa ya da kumlara gömülüp yılanların ve akbabaların yaşadığı yıkıntıya dönüşmüşken, hâlâ iskân edilmekte olan “Şehr-i kadim”dir.
Diyarbakır, Anadolu’nun, büyük mutasavvıf, bilim, şiir ve sanat erlerini yetiştiren “İlim ve irfan şehri”dir.
Bu röportajı yaptığımız doğduğunuz, büyüdüğünüz bu tarihi, güzel Diyarbakır evinden ve bu evdeki anılarınızdan bahsedermisiniz?
Uygun görürseniz bu sorunuzu ve bundan sonra yönelteceğiniz soruları Küçe Kapısı’ndaki şiirlerimle yanıtlamaya çalışayım.
Ben Diyarbekir uşağıyam
Dar bir küçede kapısı şakşaklı evde doğmuşam
Doğmişam doğduğuma pişman olmişam
Koymişlar beni küçük bir teşte
Kafama kaynar suyi dökmişler sükre sükre
Benim canım yanmiş ağlamişam
Onlar demiş “Kele oğul adettir hepi uşahlar ağlar”
Adımi koymişlar “Kadri” göbek adım da olmiş “Mehmet”
Kondağa sarmişlar etmemişler merhamet
Belim burhum egilmiş çoh çekmişem eziyet
Hestelenmişem karnım ağrımış
İçirmişler “Meryem hort”
Horozik olmişam
Götürmişler “Kasap oğli Kasap” a
Kasap piçağını tersinden
Kıdikıdime sürmiş henekçiden.
Hahın uşahlari mama yiyerken
Boğazıma tıhmişlar “lebeni”
Ağliyanda elime tutuşturmişlar bir “hışhış”
Herslenmişem çalmişam yere
Demişler “Canın isterse kara yere!”
Beşigim cevizdenmiş örtüsi bürüdeymiş
Anam beni yatıranda bahan nenni sölermiş
Bir yandan da başımi ohşarmiş:
KURBAN OLAM BU BAŞA
BU BAŞ GİDE TIRAŞA
BERBER DİYE KEÇELDİR
BU BAŞ BERBERE REÇELDİR. Diyermiş.
Gün olmiş devran dönmiş
Hevşümüz bahan dar gelmiş
Anam kolumdan tutup beni küçeye salmiş
Toprağa yata yata
Çamura bata bata
Böyümişem düşe kaha
Elimde gogo taşi
Başımda meydan tıraşi
Kâh İsbayibaşi kâh Balıhçilarbaşi
O küçe senin demişem
Bu haraba benim demişem
Sebehten ahşama oynayıp içimi rehet etmişem.
Yalavuz bacıma hersim çıhidi
Oyunun en hoş yerinde gelidi
“Kadri! Hamur eşkimiş anam seni çağıri!” Deyidi
Bikırtik başıma koca teşti veridiler
Süleyman dayının fırınına gönderidiler
Ben fırında sıra dayaği yeyidim
Onlar evde lavaşi yeyidi.
Küçeden her ne geçse hama canım çekidi
Hepisinden almağa harçlıh param yetmidi
Eyi ki çakkala bize bağdan gelidi
Aluceyi de babam çarşidan alidi
Kâbe darısının tasi on kuruş
Küncili simidin takkalasi beş kuruşti
İZMİR İŞİ ŞAM ŞEKER
PARAYİ CEBDEN ÇEKER
PARASİ OLMAYANLAR
İÇİNDEN HASRET ÇEKER.
Arsızlıh ettiğımda anam babama sölidi
Babam da alıp beni tükene götüridi
Ben tükenden kaçidım
O ardıma veridi
Tuttuği gibi kilere hapsedidi
Ele kötek atidi sesim yedi mahleye gididi
Keşke sağ olaydi hama her gün dögeydi.
ONLAR ANALARIMIZDİ
ONLAR BABALARIMIZDİ
ONLAR ELİ ÖPÜLESİ İNSANLARDİ
YEMEDİLER YEDİRDİLER
GEYMEDİLER GEYDİLER
BİZLERİ BU KEMALE GETİRDİLER
KİMİ YAŞINİ BAŞINİ ALDİ
KİMİSİ HAK’KIN RAHMETİNE ERDİ
SAĞ OLANLARAYÜCE ALLAH SIHHAT VERE
ÖLENLERE RAHMET EDE CENNETİNE ERDİRE.
(M. Kadri GÖRAL- Küçe Kapısı 1996)
Sizin gibi Diyarbakır’ın kültürüyle yoğrulmuş, dünya cenneti bu mübarek şehirde yaşamış olup şimdilerde Diyarbakır’ın eski günlerinin özlemini duyanlara seslenmek ister misiniz?
Keşke Diyarbakır eski Diyarbakır olsa, ben de Diyarbakır sevdalılarına seslensem, onlar da seslenişimi işitip Diyarbakır’a gelseler hep birlikte özlemini duyduğumuz o güzellikleri Diyarbakır’da yeniden doyasıya yaşasak,
Hele gel kardaş hele gel!
Hele gel de sennen biraz konuşah!
Sen kimsen
Ben kimem
Sölemağa ne hacet
Sen beni bilisen
Ben de seni biliyem
Sen benim canımsan
Cigerimsen
İki gözüm hemşehrimsen
Diyarbekirli'msen kardaş, Diyarbekirli'msen!
Sahan oralari anlatacağam
Sahan o günleri hetirletecağam
Orasi mi neresi?
Orasi: Fiskayasi
Orasi: Hevsel Bahçasi
Orasi: Çayögü’nde bostan hüllesi
Bir de; Ulu Cami Mahallesi'nin dar bir küçesi
O küçede oyun oyniyan çocuhların neş’esi
“Ana ana birinci
Ardi
Nahıre gogo
Gago, kıtto, soro soro sor penir
Beyaz penir
Sari penir
Ula ıslıh çal!
Hade çıh!
Ve daha nicesi:
Az mi aşıh attıh sennen mazgan damında?
Az mi hemmal kızdırdıh İsbayi Bazarı’nda?
Heç mi hortolardan dayah yemedıh cami avlusunda?
Heç mi mahle harbi etmedıh kavun, karpuz kabuğinan?
Hele gel kardaş hele gel!
Hele gel de sennen biraz konuşah!
Sahan o sesleri dinletecağam
O sesler mi ne?
Dinle! Yedi yaşındaki çocuhların seslenişi:
“Çahmah daşi var benzin var
Cığara kâğızi kimde var? Kime lazım?”
Ve
“Ava buze cemidiye, cemidiye
Cot pencaye yüs pere, yüs pere
Savuh sudan içenler, içenler
Dağ Kapi’dan geçenler, geçenler.”
Bir de köşeyi dönen dutçi Hamit Ağa’nın seslenişi:
“Karahöbür! Karahöbür!
Şekker şurubidır aleee…Leylasi arep.”
Çoh uzaklardan duyuli rahmetli Celal Güzelses’in gazeli
“Baba bugün dağda duman yeri var.”
Seydo’nun toyunda çalgi çali Hede’nen Mede
“Haydi gidah toyuna
Kurban olam boyuna
Gelin olacah diye
Helhele bas helhele.”
Böyük evin havşünde şa’re kesi karilar
Elleri şa’re kesi, dilleri şa’re kesi
Oturmiş eşbah dağiti Ahmike’nin nenesi.
Hele kah kardaş, hele kah!
Hele kah da, sennen bayram yerine gidah!
Gidah takla dolabına binah
“Emi tezeleniyıh” diyah
Bir daha binah, bir daha binah
Helilgil’i görürsah onlara kıcıh verah:
“Hala hala heyyy!
Kime?
Kime?
Karşidaki dolabaaa…!”
Sonra paytona binah çarşilari dolaşah
Çarşiye Şevüti’ye gidah
Cıncıh boncuh begenah
Aynik neynige bahah
Yüzümüze kırepertan
Donumuza ohçur alah
Oradan Mardin Kapısı’na gidah
Has bahçalarına yenah
Nane çüçe topliyah
Teze nazik kıtti yiyah
Ardından Mardin Garajı’na uğriyah
Orada Emmo Beşir’i yansliyah:
“Yallah yabo Merdin’e
Üsti açıh mekine
Kamyon üsti bir lire
Şöför mahalli beş lire!”
Yorulmadınsa Gazi Köşkü’ne de çıhah
Çıhah çıharidan dönenleri seyredah
Çıhari orkestrasının çıhardıği sesleri dinliyah:
Sehen sesi
Kuşhana sesi
Üsküre sesi
Bir de bunlara karışan Fatige Tarig’in endişesi:
“Kele oğul geç kaldıh herife ne cevap verecağıh?
Hele gel kardaş, hele gel!
Hele gel de sennen birez yüriyah!
Nereye mi?
O anlatmakla bitiremiyeceğimiz yere
O gezmahnan hasret gideremiyecağımız yere
O yüzyılların tarihini varlığında yaşatan şehire
Diyarbekir’e!
Diyarbekir’e!
(M. Kadri GÖRAL- Küçe Kapısı 1996)
DEVAMI GELECEK...