"Eğitim, yalnızca başarıya ulaşmanın değil, fırsat eşitliğini sağlamanın da anahtarıdır."
2024 YKS yerleştirme sonuçları, Türkiye'deki eğitim sisteminin yapısal sorunlarını ve bu sistemin toplumsal eşitsizlikleri nasıl yeniden ürettiğini çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu veriler, sadece eğitim politikalarının başarısını değil, aynı zamanda bu politikaların toplum üzerindeki etkilerini de anlamak için önemli sosyolojik ipuçları sunar.
2024 YKS verilerine göre, devlet ve vakıf üniversitelerinin toplam kontenjanları ile yerleşen aday sayıları arasında dikkate değer farklılıklar bulunmaktadır. Devlet üniversitelerinde toplamda 598.709 kontenjanın 591.257'si dolarken, 7.452 kontenjan boş kalmıştır. Vakıf üniversitelerinde ise 183.789 kontenjanın 167.503'ü dolmuş, 16.286 kontenjan boş kalmıştır. KKTC ve diğer ülkelerdeki üniversitelerde ise boş kontenjan oranı daha yüksektir. Özellikle KKTC'deki üniversitelerde 16.745 kontenjanın yalnızca 12.180'i dolmuş, 4.565 kontenjan boş kalmıştır.
Devlet ve vakıf üniversiteleri arasındaki kontenjan doluluk oranları, Türkiye'deki eğitim sisteminin sınıfsal ve ekonomik eşitsizlikleri nasıl yeniden ürettiğini göstermektedir. Devlet üniversitelerinde kontenjanların büyük ölçüde dolu olmasına karşın, vakıf üniversitelerinde kontenjanların önemli bir kısmının boş kalması, bu iki üniversite türü arasındaki ayrımın ekonomik temelli olduğunu ortaya koymaktadır. Vakıf üniversitelerinin genellikle daha yüksek ücret talep etmesi, bu kurumların ekonomik açıdan daha avantajlı kesimler tarafından tercih edilmesine yol açmaktadır. Bu durum, eğitimde fırsat eşitliğini zedeleyerek, düşük gelirli ailelerin çocuklarının yükseköğretime erişimini zorlaştırmaktadır.
KKTC ve diğer ülkelerdeki üniversitelerdeki boş kontenjan oranlarının yüksek olması, yerel eğitim sisteminin dışındaki alternatiflerin adaylar tarafından daha az tercih edildiğini göstermektedir. Bu durum, ulusal sınırlar içindeki eğitim kurumlarına duyulan güvenin ve bu kurumların toplumsal meşruiyetinin daha güçlü olduğunu işaret ederken, aynı zamanda yerel eğitimin toplumsal kimlik üzerindeki etkisini de ortaya koymaktadır.
Adayların öğrenim durumuna göre yerleşme oranlarına baktığımızda, önceki yıllarda bir programa yerleşmemiş adayların bu yıl daha yüksek bir oranda başarı sağlaması, eğitim sistemindeki rekabetin yoğunlaştığını ve adayların toplumsal olarak baskı altında olduğunu göstermektedir. Adayların öğrenim durumuna göre yerleşme oranlarının baktığımızda, son sınıf düzeyinde yerleştirme puanı hesaplanan 1.074.712 adayın 351.204'ü, önceki yıllarda yerleşmemiş 1.051.838 adayın ise 407.983'ü yerleşmiştir. Eğitim sisteminin adaylar üzerindeki bu baskısı, bireylerin eğitim sürecine olan yaklaşımlarını ve toplumsal beklentileri nasıl karşıladıklarını anlamak için kritik bir gösterge olarak değerlendirilebilir.
Okul türlerine göre yerleşme oranlarının farklılık göstermesi, eğitimdeki yapısal eşitsizliklerin okul türlerine göre nasıl değiştiğini açıkça ortaya koymaktadır. Anadolu ve fen liseleri gibi daha akademik olarak prestijli görülen okul türlerinden gelen adayların YKS'de daha başarılı olması, bu okulların toplumsal statü ve akademik başarı ile doğrudan ilişkilendirildiğini gösterir. Buna karşın, meslek liseleri ve imam hatip liseleri gibi okul türlerinden gelen adayların yerleşme oranlarının daha düşük olması, bu okulların toplumsal olarak dezavantajlı konumda olduğunu ve öğrencilerinin eğitim sisteminde marjinalize edildiğini ortaya koymaktadır.
Bu bağlamda, Türkiye'deki eğitim sistemi, sosyolojik bir perspektiften değerlendirildiğinde, toplumsal tabakalaşmayı yeniden üreten bir mekanizma olarak işlev görmektedir. Eğitimdeki eşitsizlikler, sadece bireysel başarı farklarını değil, aynı zamanda bu farkların toplumsal kökenlerini ve sonuçlarını da yansıtmaktadır. Eğitim sisteminde köklü değişiklikler yapılması gerektiği açıktır; ancak bu değişikliklerin sadece teknik ve idari reformlarla sınırlı kalmaması, aynı zamanda toplumsal eşitsizlikleri azaltmayı hedefleyen politikaları da içermesi gerekmektedir.
Eğitim sistemi, her bireyin potansiyelini geliştirebileceği, adil ve kapsayıcı bir yapı haline getirilmelidir. Bu, sadece daha başarılı bir eğitim sistemi değil, aynı zamanda daha eşitlikçi bir toplum inşa etmenin de anahtarıdır. Eğitimdeki mevcut eşitsizlikler, toplumsal yapının derinlerine kök salmış sorunları yansıtırken, bu eşitsizliklerin giderilmesi, toplumsal adaletin sağlanmasında kritik bir rol oynayacaktır. Eğitim politikalarının yeniden gözden geçirilmesi ve sosyolojik bir bilinçle şekillendirilmesi, daha adil bir toplumsal düzenin inşası için hayati öneme sahiptir.