"Bir çocuğun kaybı, toplumun ihmaliyle yaşanan bir gidiştir."
İzmir'de elektrik sobasının devrilmesi sonucu çıkan yangında yaşları 1 ve 5 arasında değişen beş kardeş yaşamını yitirdi. Yapılan ilk incelemede, eşi cezaevinde bulunan annenin, geçimini sağlamak için kapıyı çocukların üzerine kilitledikten sonra hurda toplamaya gittiği ortaya çıktı. Anne hakkında gözaltı kararı verildi.
Bu olay, ülke genelinde sosyal devlet anlayışıyla çocuklar, kadınlar ve dezavantajlı grupların korunması konusundaki eksiklikleri tekrar göz önüne serdi. Yoksulluk, bakım desteği eksikliği ve güvenli barınma imkanlarına erişim zorluğu gibi faktörler, bu olayda trajik sonuçlara yol açtı. Bu olay, sosyal devletin yükümlülüklerini ne ölçüde yerine getirdiği ve toplumdaki koruyucu politikaların etkinliği üzerine ciddi bir tartışma başlattı.
Sosyal devlet anlayışı, toplumun her bireyine eşit hak ve güvenlik sunmayı hedefleyen bir devlet yapısını temsil eder. Özellikle çocuklar, kadınlar, yaşlılar ve engelli bireyler gibi dezavantajlı grupların korunması, bu anlayışın temel hedeflerinden biridir. Ancak bu vakada görüldüğü gibi, dar gelirli ailelerin yaşadığı koşullar, sosyal devletin hedeflediği güvenlik ve eşitlik ilkeleri ile çelişiyor. Sosyal devletin varlık amacı, toplumun kırılgan kesimlerine güvenli yaşam koşulları sunmaktır; ancak uygulamada bu ilkelere ne kadar sadık kalındığı, belirli grupların devlet hizmetlerine erişimiyle sorgulanmaktadır.
Çocukların korunması, devletin ve toplumun birincil sorumluluklarından biridir. Çocuklar, sağlık, eğitim ve güvenli barınma gibi temel haklara sahiptir. Ancak yoksulluk, sosyal desteğin yetersizliği ve kaynakların adil dağıtılmaması gibi sebepler, özellikle dar gelirli ailelerin çocuklarının bu haklardan yeterince faydalanmasını engellemektedir. Yoksulluk sınırının altında yaşamını sürdüren birçok aile, çocuklarını güvenli bir ortamda büyütme olanağı bulamamaktadır. Yangın gibi felaketlerin yaşanmaması adına alınması gereken önlemler, dar gelirli ailelerin yaşadığı mahallelerde çoğunlukla eksik kalmaktadır. Bu durum, sosyal devlet anlayışının yalnızca bir idealden ibaret olup olmadığını sorgulatmakta ve toplumda güvenlik konusundaki adaletin yeniden ele alınmasını gerektirmektedir.
Kadınların, çocuklarının güvenliği ve kendi geçimlerini sağlamak için verdikleri mücadele, sadece bireysel bir sorumluluk olarak görülmemelidir. Bu kesimlerin güvenliği ve temel ihtiyaçlara erişimi toplumsal bir meseledir ve sosyal devletin öncelikleri arasında yer almalıdır. Çocukları ile birlikte güvencesiz koşullarda yaşamaya zorlanan kadınlar, çoğu zaman bakım hizmetlerinden ve destekleyici politikalardan yoksun kalmaktadır. Kadınların ve çocukların güvenli bir ortamda yaşamalarını sağlamak için devletin, sosyal yardımlar, barınma desteği ve bakım hizmetleri gibi alanlarda daha kapsamlı bir yaklaşım geliştirmesi gereklidir.
Bu tür trajik olaylar sonrası, toplumda ve devlet yapısında alınabilecek önlemler üzerine daha geniş bir farkındalık ve iş birliği ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Yangın ve afet gibi durumlara karşı devletin ve yerel yönetimlerin daha fazla sorumluluk üstlenmesi, özellikle dar gelirli mahallelerde gerekli güvenlik önlemlerinin alınması ve güvenli barınma koşullarının sağlanması, birer öncelik haline gelmelidir. Ayrıca, sivil toplum kuruluşlarının sosyal destek hizmetlerine katkı sağlayarak bu tür krizlerin önlenmesinde aktif rol oynaması, toplumun ortak sorumluluğunun bir göstergesi olacaktır.
Toplumun tüm kesimlerinin refahını sağlayabilmek için, sosyal politikaların etkin şekilde uygulanması ve kaynakların adil dağıtılması gerekmektedir. Çocukların, kadınların ve dar gelirli ailelerin güvenli bir ortamda yaşamalarını sağlamak için önleyici ve koruyucu sosyal politikalar geliştirilmelidir. Bu tür trajedilerin bir daha yaşanmaması adına erken müdahale mekanizmalarının kurulması ve risk önleme politikalarının kapsamlı bir şekilde uygulanması, sosyal devletin etkinliğini artıracak ve toplumda güven duygusunu pekiştirecektir.
Bu olayda yaşananlar, Türkiye’de sosyal devlet anlayışının en dezavantajlı gruplara ulaşmakta zorlandığını ve çocuklar ile kadınlar için güvenli yaşam koşulları sağlama konusunda ciddi eksiklikler olduğunu göstermektedir. Olayın yarattığı derin acı, toplumda bu kesimlerin korunması adına daha güçlü adımlar atılması gerektiğini bir kez daha hatırlatmakta ve devletin, toplumsal sorumluluklarını gözden geçirmesi çağrısında bulunmaktadır.