"Adaletin yolu, gerçeği konuşmaya cesaret edenlerin omuzlarında yükselir."
Diyarbakır Bağlar ilçesine bağlı Tavşantepe Mahallesi'nde 21 Ağustos’ta kaybolan 19 gün sonra katledilmiş cansız bedenine ulaşılan 8 yaşındaki Narin Güran’ın failleri hakkında açılan davanın 1'inci duruşması üçüncü gününde devam ediyor.
Tutuklu sanıklar anne Yüksel Güran, ağabey Enes Güran ve amca Salim Güran ile komşu Nevzat Bahtiyar "Çocuğa karşı kasten öldürme" suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile yargılanıyor. Mahkeme çelişkili ifadelerle devam ediyor.
Adaletin sağlanabilmesi, suç ve olayların gerçekliğiyle aydınlatılmasına bağlıdır. Ceza davalarında tanık ve sanıkların verdikleri ifadeler, olayın çözülmesinde kritik öneme sahiptir. Ancak bazı durumlarda, tanıklar veya sanıklar açık ve ayrıntılı ifadeler vermekten kaçınabilir. Bu, adaletin tecellisini geciktirip, toplumun hukuk sistemine duyduğu güveni sarsarak geniş çaplı sosyolojik etkiler doğurur.
Toplumun hukuk sistemine duyduğu güven, yargı sürecinin şeffaflığı ve doğruluğuyla yakından ilişkilidir. Tanıkların veya sanıkların net ifade vermekten kaçınmaları, davanın çözüme kavuşturulmasını zorlaştırır ve toplumda adaletin yerine gelmediği algısını yaratır.
Bu tür olaylar sonucunda toplum, hukuk sisteminin suçluları adil bir şekilde cezalandırabileceğine olan inancını kaybedebilir. Küçük Narin gibi hassas vakalarda, aydınlatıcı ifadelerin eksikliği özellikle mağdur aileler açısından adaletin sağlanmadığı düşüncesini pekiştirebilir.
Adaletin sağlanamaması, bireylerin yasalara bağlılık hislerini zayıflatır. Hukuka olan güven kaybı, yasalara uymak yerine bireysel çıkarların öne çıkarılmasına yol açabilir.
Tanık veya sanıkların ifade vermekten çekinmeleri, yalnızca bireysel tercih değil; aynı zamanda içinde bulundukları sosyal yapı ve değerlerle de ilgilidir. Aile, kültürel değerler ve yerel toplumsal normlar, tanıkların ve sanıkların davranışlarını şekillendiren önemli etkenlerdir.
Özellikle küçük ve sıkı bağlarla bağlı toplumlarda, tanıkların ifade vermekten çekinmeleri, çevreden gelen baskılardan kaynaklanabilir. “Mahalle baskısı” olarak bilinen bu durum, bireylerin dürüst ve kapsamlı tanıklık yapmalarını engelleyebilir. Küçük Narin davasında tanıkların bu tür bir baskı altında olmaları, süreci daha da karmaşık hale getirebilir.
Davada taraf olan bireyler arasındaki ailevi veya sosyal ilişkiler, tanıklık sürecini etkileyebilir. Aile bireylerinin birbirleri hakkında konuşmaktan kaçınmaları ya da akrabalık bağlarının korunması için olayı örtbas etme eğilimleri, olayın aydınlanmasını zorlaştırabilir.
Net ifadelerin eksikliği, davaların uzun yıllar sürebileceği anlamına gelir. Bu durum, hem mağdurlar hem de toplum açısından psikolojik ve sosyolojik sorunlar doğurur.
Mağdurun ailesi, olayın çözülememesi nedeniyle sürekli bir adaletsizlik duygusuyla yaşar. Küçük Narin’in ailesi için olayın aydınlatılamaması, bitmeyen bir yas sürecine ve duygusal zorluklara yol açabilir.
Toplumda geniş çapta yaşanan bu tür olaylar, vatandaşlarda hukuka ve adalete karşı güvensizlik doğurur. Sonuçta, bireyler kendilerini hukuk sisteminden koruyamayacaklarını düşündükçe kendi adaletlerini sağlamaya yönelebilir ve bu durum kanunsuzluğa yol açabilir.
Tanık ve sanıkların ifadelerinin güvence altına alınması, bu tür vakalarda adaletin sağlanmasını kolaylaştırabilir. Hukuk sosyolojisi açısından ifade vermekten kaçınmayı önlemek adına çeşitli yasal reformların düşünülmesi gerekir.
Tanıklık yapmayı teşvik eden veya zorunlu hale getiren yasal düzenlemeler, ifade eksikliklerinden kaynaklanan adalet sorunlarının azaltılmasına katkıda bulunabilir. Ayrıca, tanık koruma programları daha güvenli ve teşvik edici hale getirilerek, tanıkların güvenle ifade vermeleri sağlanabilir.
İfade vermekten kaçınan tanık veya sanıklar için teşvik edici yöntemlerin geliştirilmesi, adalet sistemine olumlu katkılar sağlayabilir. Bu tür yöntemlerle tanıkların iş birliği yapmaya daha istekli hale getirilmesi sağlanabilir.
Sanık ve tanıkların açık ifadeler vermemeleri, sadece davanın çözülmesini geciktirmekle kalmaz; aynı zamanda toplumun hukuk sistemine olan güvenini sarsar ve uzun vadede sosyolojik sorunlara yol açar. Adaletin sağlanması ve toplumsal güvenin korunması adına, ifade süreçlerinin güvence altına alınması, bu süreçte yer alan bireylerin güvenle tanıklık yapmalarının sağlanması, toplumda adalete olan inancın sürdürülmesi için büyük önem taşır.