BULUTLARIN ÜSTÜNDE BİR YOLCULUK Fırtınalı ve yağmurlu bir havanın ardından ilk uçakla soluğu İstanbul’da alıyoruz
Fırtınalı ve yağmurlu bir havanın ardından ilk uçakla soluğu İstanbul’da alıyoruz. Havaalanına iner inmez bir kalabalık beliriyor bulutların arasındaki sessizlik ve sakinlikten eser yok.
Değişik kültürden insanların bir araya gelmesiyle rengarenk çiçek açan bahçeler gibi canlanıyor her taraf. Gürültüsüyle, kalabalığıyla, ışıltısıyla bir farklıdır bu şehir. İnsanların hep bir acelesi vardır. Hep bir koşuşturma içerisinde kendi benliklerini unutur insanlar. O kadar bir yoğunluk var ki Bazen tebessüm etmeyi bile unuturlar…
Bu şehirde yaşamanın zorlukları da vardır elbet.
Trafiği çok sıkıntılıdır mesela. Ama biliriz ki her zorluktan sonra bir tebessüm, bir rahatlık, bir ferahlık vardır.
Birçok tarihi güzellikleri vardır İstanbul’un. Topkapı Sarayı, Dolmabahçe Sarayı, Yerebatan Sarnıcı, Kız Kulesi, Gülhane Parkı, Galata Kulesi; Güzellik deryasındaki sadece akla gelen birkaç güzel çiçektir.
İstanbul’a gelip Eminönü’nde ekmek balık yemeden gitmekte bir eksiklik bırakır insanın yüreğinde.
Aslında Balık ekmek bahanedir. İnsanın ailesi ve arkadaşlarıyla zaman geçirmesi, aktivite yapması için iyi bir fırsat olan bu durum oldukça güzel bir ayrıntıdır. İstanbul sadece turistlerin değil gurbetçilerin de şehridir.
Yarım kalmış hikayelerin, yaşanmamış hayatların, yarıda kalmış umutların ve hayata yeniden başlayanların geçim kaynağıdır. Bu şehirde kaybolmazsınız ama her şeyi kaybedebilirsiniz. Ayakta durmak onurlu bir yaşam sürdürmek çok zordur. Hele ki böyle bir krizde evine helalinden ekmek götürebilmek öyle sanıyorum ki dünyanın en zor görevidir.
Farklı kökenlerden gelip İstanbul’da birleşen halkın her bir üyesi İstanbul’u farklı bir renge boyar. Vapura binip karşıdadan karşıya geçerken; vapurun en ucuna gidip; “Ellerinizi iki yana açıp gözlerinizi kapatıyorsunuz ve İstanbul’un Boğaz kokusunu içinize çekiyorsunuz.”
Karşıya varır varmaz Tüm bu çığlıkların ve çılgınlıkların karşısında yüksek yüksek bina topluluklarının ağaçların yerini aldığını görünce hüzünleniyorsunuz. ‘’Çarpık kentleşme’’ gerçeğine rağmen İstanbul’u sevmeye çalışıyorsunuz. Çok sevilen bir şehir olmasının bedelini ağaçlarıyla mı ödemek zorundaydı bu şehir? diye iç geçiriyorsunuz.
Buram buram yaşanmışlık kokuyor her taraf. Her sokağında tarih okunuyor, o kadar geniş bir yelpazeye sahip ki. Tıpkı bir labirent gibi. Bir sahilinde yürüyüş yapmak tüm doğrularınızı sorgulatır. Sorguladıkça anlarsınız. Anladıkça yaşarsınız. Yaşadıkça seversiniz. Birinden dinleyerek değil ancak kendiniz yaşayarak anlayabilirsiniz bu şehri…