Erhan BOZKURT

GİDEMEDİĞİMİZ YER BİZİM DEĞİLDİR

Dillerin sustuğu, hatıraların konuştuğu, yabancıların dolup taştığı kadim gurbetçi şehri İstanbul’dayım. Bu şehir, yıllardır bıkmadan, usanmadan ziyaretçilerin yolcuların yolunu gözlüyor…

Kışın soğuk ve gecenin derin saatlerinde Bahçeşehirde bir ses böler uykumu; Sabah ezanları dilim dilim karanlıkları yararak yeni bir günün başlangıcına haber veriyor. Evlerin ışıkları bir birine açılan kandil lambaları gibi birer birer yanmaya başlıyor… Oysa gökteki kara bulutlar, meleklerin kanatlarında karlarını yere indirmeyi bekliyor… hava bir kapalı, bir açık. Aslında Şubat ayı zamanın asık yüzüne tebessümün karla örtülüp yayıldığı aydır. Ancak güneş çoktan bulutların arkasına saklanmış, gülen gözlerini kapatmıştı.

Yeni güne uyanır uyanmaz; bir gezi hevesi tutuyor bizi. İçimde, uzaklardaki Boğaz''ın mavi suları tütüyor. Yolumuza; Koca Reis Muhsin Yazıcıoğlu’na gönül vermiş; değerli iş adamı Yasin beyin merhamet ve muhabbet abidelerinden genç iş adamı; Murat Karataş’la devam ediyoruz. Murat’ı görünce gönlüm, kendine bir sırdaş bulmuş gibi dile geliyor; Aracımızı yağışlı ve trafiğin yoğun olduğu kasvetli bir akşam vaktinde Eminönü sahiline sürüyoruz. Devler gibi duran, denizIerin süsü olan gemilerin önünde durduk. Aracı park edip hemen bir vapura biniyoruz. Denize açılır açılmaz bizi aşırı soğuk ve yağmurlu bir hava karşılıyor. Akşamın zifiri karanlığı çökmüştü. Toplanmış kara bulutlardan inen yağmurlar, rüzgarlarla beraber vapurumuzu bir sağa bir sola savuruyordu. Ne zaman bu boğazlara açılsam; yosun kokulu rüzgârlar kederli şarkılar taşıyor yorgun yüreğime… Boğaziçi köprüsünde ki, ışıltılı gerdanlığın rengi sürekli kızıldan yeşile, yeşilden maviye durmadan değişen, ince bir tülün arkasına saklı gizemli bir güzel gibi ışıl ışıldı. Bu görkemli manzaralardan sonra Eminönü’nde balık ekmek yiyor ve soğuk havadan nasibimizi alarak ayrılıyoruz.

Gidemediğimiz yer bizim değildir. Bir kaç gün dinlendikten sonra İstanbul’un gezisine devam ediyoruz. Mısır çarşısı, Taksim meydanı, Topkapı Sarayı, Dolmabahçe Sarayı, Yerebatan Sarnıcı, Kız Kulesi, Gülhane Parkı, Galata Kulesi derken Güzellik deryasına dalıp gidiyoruz. Ayasofya, Sultanahmet, Eyüpsultan, Süleymaniye camilerini namaz ve dualarla eda ediyoruz. Yorgunluk bize diz çöktürse de; Yoldaşın sefası yolun cefasını güzelleştiriyor. Fatih Sultan Mehmet tarafından 1453’te fethedilen bu kutsal şehirde yaklaşık 2,5 milyon yabancı insan yaşıyor. Onlar İstanbul’a gelip yaşarken bizim gidip gezmememiz ayıp olur…

Oldum olası vedaları sevmedim. Hele büyük şehirlere, güzel insanlara veda etmek çok ayrı bir derttir. Hüzünlü türküler gibi seyrine doymadığımız bu güzel şehirden, bu güzel insanlardan ayrılmak hiç de kolay değildir. İnsanın kalbini titreten kelimeler seçmek, kalpleri kırmadan güzel dileklerle veda etmek öyle zannediyorum ki dünyanın en zor görevidir...

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.