YALNIZ İNSAN
Yaşayabilmek için birine ihtiyaç duymalı mı insan?
Öyle ya, yalnızlık yetmiyor çoğu zaman.
Hani demiş ya şair ''Kimse yalnızlığa sarılamaz'' diye
Haklı galiba.
Yalnızlığa sarılamıyoruz ama, yalnızlık bize sarılabiliyor.
İçinizi titretebiliyor bazen, ağlatabiliyor.
Yalnızlık insanı çaresiz hissettiriyor çoğu zaman.
Peki yalnızlığı sevebilir mi insan?
Tek başına yürümeyi, Tek başına yolculuk etmeyi kim sevebilir ki?
Yalnızlık zordur, zor.
Gülerken bile içini acıtır insanın.
Hep sanki bişeyler eksikmiş gibi hissettirir.
Paylaşmayı bilmez yalnız insan.
Derdini, tasasını paylaşmamıştır çünkü.
Hani canın yandığında bunu bir tek sen bilirsin ya.
İşte bunun adıdır yalnızlık.
İçine düşen acıyı tane tane yaşayan insandır,
Yalnız insan.
Herkesten uzaktır.
En çokta kendine.
En çok kendini yabancı gören insandır,
Yalnız insan.
Beklediği vardır ama bekleyeni yoktur çoğu zaman.
Kendi içinde kaybolmaya mahkumdur hep.
Hayatı boş, insanları boş görür.
Arzu etmez yaşamayı.
Vakit geçmez onun için.
Saniyeler kalbine saplanır, acıtır içini.
Ama bağıramaz.
Bağırsada duyan olmaz,
Duyulsada anlayan olmaz.
Yaşamak onun için bir eylem değil,
Adeta bir cefadır.
Peki hayat gerçekten bu kadar basit midir?
Ya aşkı bi kağıt parçasına sığdırmaya çalışan bi şairin yaşadığı hayal kırıklığı başka nasıl anlatılabilirdi?
Zaman denilen kavram yalnızca takvim yapraklarından mı ibarettir?
En büyük kozu olan yılları, ucu sivri bi hançer gibi kalbine sapladığında,
aynada gördüğün değişmiş ve yaşlanmış yüzün sen misin yoksa başka biri mi?
Zaman gerçekten insanı yalnızlığın elinden alabilir mi peki?