Türkiye’nin gündemi son yıllarda ardı arkası kesilmeyen skandallarla sarsılıyor. Ancak son dönemde patlak veren ve ülkenin dört bir yanında yankı bulan “Yenidoğan Çetesi” vakası, toplumdaki güven duygusunu derinden sarstı. İstanbul’da ortaya çıkan ve sağlık sisteminde yaşanan bu büyük ahlaki çöküş, yalnızca işin sağlık boyutuyla sınırlı kalmadı, daha geniş bir güven krizini de gözler önüne serdi. Bu olayla, halkın sadece sağlık sistemine değil, devletin birçok kurumuna olan güveninin yerle bir olmasının kaçınılmaz hale getirdi.
112 Acil Çağrı Merkezi’nde çalışan bazı kişilerin, acil sağlık durumu olan bebekleri belirli özel hastanelere sevk ederek, bu durumdan haksız kazanç sağladıkları iddiası gündemde büyük yankı uyandırdı. Henüz hayata yeni gözlerini açmış masum bebeklerin, hastaneler arası kirli bir düzenin parçası haline getirilmesi, bu çetenin insanlık dışı boyutunu açıkça ortaya koyuyor. 21 Mayıs 2023 tarihinde İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü’nün ihbarı üzerine başlayan soruşturma, çetenin sadece İstanbul’la sınırlı kalmadığını, Niğde, Sakarya, Kocaeli ve Antalya gibi illerde de benzer ihbarların olduğunu gözler önüne serdi.
Sağlık, bir toplumun en temel ihtiyaçlarından biridir ve bireyler, sağlık hizmetlerinden faydalanırken en azından kendilerinin ve sevdiklerinin güvenli ellerde olduğunu bilmek ister. Ancak bu skandal, zaten çeşitli sorunlarla boğuşan Türkiye sağlık sistemine olan güveni neredeyse tamamen ortadan kaldırdı. Bakırköy Savcılığı tarafından hazırlanan 400 sayfalık iddianame yansıdı ve tepkiler çığ gibi büyüdü. Bu olaydan sonra 10 hastanenin ruhsatlarının iptal edildi.
Peki, sorulması gereken soru şu: Eğer bu skandal gün yüzüne çıkmasaydı, kaç bebeğin daha hayatı tehlikeye atılacaktı? Kaç aile, bebeklerinin kaybıyla perişan olacaktı?
Yenidoğan Çetesi skandalı, sağlık sektöründeki yolsuzlukların bir örneği olarak ortaya çıksa da, daha geniş bir toplumsal güvensizlik tablosunun parçası haline geldi. Türkiye’de son yıllarda kadınlar ve çocuklar sokaklarda, iş yerlerinde ve okullarda şiddet ve istismar tehdidiyle karşı karşıya kalırken, bu tür olaylar insanların artık en güvenli hissetmeleri gereken alanlarda bile tehlikede olduklarını gösteriyor. Evinde, iş yerinde, hastanesinde bile güvenliği sağlanamayan bireylerin, devlet kurumlarına ve sistemlerine olan inançları her geçen gün azalıyor.
22’si tutuklu olan 47 şüpheli hakkında hazırlanan iddianame, toplumun adalet beklentisini karşılamak için atılmış önemli bir adım. Ancak basına yansıyan bilgilerde, tutuklu şüphelilerin avukatlarının soruşturmayı yürüten savcıyı tehdit ettiği haberleri, adaletin üzerindeki baskının ne kadar büyük olduğunu gösteriyor. Adalet sistemi, bu olayda topluma güven vermek zorunda. Eğer bu olayda sorumlular adil bir şekilde cezalandırılmazsa, toplumdaki yara daha da derinleşecek ve devlet kurumlarına olan inanç geri dönülmesi zor bir noktaya varacaktır.
Türkiye’de son yıllarda üst üste gelen skandallar, toplumda güven krizinin derinleşmesine neden oldu. Yenidoğan Çetesi skandalı, sadece sağlık sektöründe değil, adalet ve güvenlik alanlarında da bir sorgulama sürecini başlattı. Aileler artık çocuklarını kimden, nasıl koruyacaklarını şaşırmış durumda. Devletin ve ilgili kurumların bu krize karşı etkin ve kararlı bir duruş sergilemesi, gelecekte benzer olayların yaşanmaması adına kritik önem taşıyor. Toplumsal güvenin yeniden inşası, ancak adaletin sağlanması, denetim mekanizmalarının güçlendirilmesi ve halkın güvenini kazanacak reformlarla mümkün olacaktır.
Bu skandallar, Türkiye’nin geleceği için bir dönüm noktası olabilir mi, yoksa derinleşen krizin bir parçası olarak mı kalacak? Bunu zaman gösterecek. Ancak kesin olan bir şey var ki: Her yeni skandal, toplumun umutlarını biraz daha yitirttiği bir süreç olarak karşımıza çıkıyor.