Hamas ve İsrail o kadar fütursuz bir şiddet uyguluyor ki bütün insanlığın vicdanını zorluyor, insanlık vicdanını ikiye bölüyor. Hamas ve İsrail bütün insanlığı iki şiddetten birini seçmeye, kendi şiddetine sessiz kalmaya zorluyor. Birisinin sınırsız şiddeti ötekinin yeni şiddetinin sınırını genişletiyor. Ve böylece ikisi de hedefine ulaşmış oluyor. İnsanlık bu iki sınırsız şiddetten birini kınarken diğerini destekliyor. İki şiddetin manipülasyonlarına boyun eğen modernlik çölünde hakiki değer yargıları çoktan yitip gitmiş durumda. Bu iki şiddet arasında yakın bir gelecekte olabilecekler için açık bilet kesemeyen alacakaranlık içinde bir işaret bulmak zorundayız. Zira bu iki şiddet arasında çöp toplayan entelektüel amigo olamayız.
Çocukluğumda, gençliğimde, olgunluğumda Filistin-İsrail sorunu hep vardı. İnsan konu ettiği sorunu doğrudan dile getirmek istese de söylemesi gerekenleri söylemesini imkansız kılan sınırlara toslar genellikle. Fakat halihazırdaki Hamas-İsrail şiddeti öyle boyutlara geldi ki söylenmesi gerekenleri söylemek zorundayız. Şu an tüm dinleri aynı mesafeden görüyorum ve onların insani taraflarına saygı duyup, insanlık dışı, kötülük üretici kaynak özelliklerine saygı duymuyorum. 1,5 milyar Müslümanın yaşadığı bu dünyada Yahudilerin, Müslümanların akıl gelişimine, sanata, sinemaya ve özellikle sağlık alanına katkılarını biliyorum ve dünyada yaklaşık 14 milyon Yahudi olduğu varsayılıyor. Enstein’den Fureud’a, Marx’tanJonas Salk’a, Gertrud B. Elion’dan Gregory Pincus’a uzanan bilim insanlarına, Woody Allen’den Oliver Stone’a oradan Judith Butler’a uzanan uzun bir listede yer alan Yahudi insanlar bizi ayakta tutuyor, eğlendiriyor ve hayatımızı daha katlanabilir bit hale getiriyor. Bunlardan bütün Müslümanlar da faydalanıyor. Demem o ki Yahudilik ve Yahudiler Netenyahu değildir, Yahudilik Siyonizm değildir. Müslümanlar da IŞİD ya da Hamas değildir ve Müslümanların da Siyonizm’den daha kötü yönetimleri ve ideolojileri vardır.
Bir kere birini suçlamak ya da onaylamak zorunda değiliz. Etik açıdan bizden istenen sadece bu değil. İnsanlar aslında hangi tarafta olduğumuzu bilmek istiyor. Bunu bilmek isteyenlere dolambaçsız şekilde yanıt verebilirim: Hamas’ı da İsrail’i de dolambaçsız şekilde kınıyorum. Yere batsın ikisinin de siyaseti. Bu tavırdan sonra tam olarak neyi kınadığımı, bu kınamanın kapsamını ve yere batsın dediğim siyaseti daha rahat tanımlayabilirim sanırım. Ayrıca medya ve kişiler tarafından sürekli ön plana çıkarılan dehşet görüntülerini de kınıyorum. Şiddeti sıradanlaştırıyor. Bu ürpertici suçların ahlak yoksunu ortaklarına dönüşemeyiz, dönüşmemeliyiz. Bir konuda net olalım; İsrail’in Filistinlilere yönelik şiddeti ezici ve ahlaksızcadır. Amansız bombalarıyla her yaştan insanı evlerinde, sokaklarda, çadırlarda öldürmesi, açlıktan öldürme teknikleri, evleri mülksüzleştirme sistemleriyle toprağa el koymalar, keyfi askeri uygulamalar, zorla aileleri ayırmak, hedef gözeterek öldürmek… Üstelik bu şiddet devletsizliğe tabi bir halka karşın yürütülüyor. Fakat İsrail şiddetinin tarihini Hamas’ı aklamak için kullanamayız. Böyle yaparsak yozlaşmış bir ahlaki gerekçelendireme içine gireriz. Hiçbir şey Hamas’ı işlediği dehşet verici cinayetlerin sorumluluğundan mesul tutmamalı.Teorik olarak tanımlamak gerekirse; Hamas’ın şiddeti yalnızca başka bir ad altında İsrail şiddetidir ve İsrail şiddeti de Hamas şiddetidir. Birbirlerine tepki olarak doğan şiddetler olmayıp aynı türden şiddetlerdir. Çünkü her iki şiddet sahibi de o bölgede yaşayanların tümü için nasıl bir dünyanın mümkün olduğunu cevaplamıyor. Hamas’ın bu soruya cevabı ürkütücü ve dehşet verici bir yanıt türü olurken, İsrail’in bu soruya cevabı uzun bir tarihe gidip güncelde ise apartheid şeklindedir. Bu ikisinin yanlış olduğunu bilmem ve kınamam için Filistin ve İsrail hakkında çok şey bilmem gerekmez. Ki herkes tarihçi veya sosyolog olamaz, olmak zorunda değildir. Ancak kınamanın ötesine geçen bir siyasi ve ahlaki vizyon oluşturmamız şart. Çünkü bu sınırsız şiddet karşısında ahlaki pozisyonumuz sadece kınamayla sınırlı olamaz. Zira asıl amacımız durumu anlamak ve çözüme işaret etmektir.
Bu yüzden bu meselede başka türlü bir pencereye ihtiyacımız vardır. O da iki şiddetin ürettiği çöplükte çöp toplayan amigolar olmaktan sıyrılarak olur ancak. Farklı bir siyasal ahlak zaman alır, sabırlı ve yürekli bir öğrenme ve dil gerektirir. Böyle olursa bir siyasi ve ahlaki vizyon oluşur.O da “hangi yaşam biçiminin bölgeyi bu şiddetten arındıracağı” sorusunu sormakla başlatılabilir. Belki bunu yaptıktan sonra şiddetsiz özgür Filistin’in bir parçası olabiliriz. Tüyler ürperten şu anın dehşetengizliğini reddetmeden gözlerimizi daha da açmak zorundayız. Ne son günlerin dehşeti ne de son 70 yılın dehşeti bunu yapmamıza gölge düşürmemeli. Bunu için şiddetin, yasın ve öfkenin tarihini bilmemiz gerekir. Yahudilerin de Filistinlilerin de bu tarihi ağırdır. İki toplum da işlenen mezalimler sonucunda kuşaklar arası travmalarıyla yaşıyor. Fakat mesele basit bir empati yoksunluğu değildir. Ya da bazı hayatların diğerlerinden daha fazla yası tutulabilir olduğu da değildir. Böyle düşünürsek sahneye ırkçı olarak düşeriz. Çağdaş şiddetin, ırkın ve kolonyal çerçevesinin içine düşmüş oluruz.Aksine belki yas tutmanın eşit ve geniş kapsamı, daha sağlam bir eşitlik idealine hizmet eder. Bir sonraki şiddet hamlesi ne olacak diye tahminlerde bulunurken dünya, BM’nin verilerine göre İsrail’in 2008’den bu yana Batı Şeria ve Gazze’de yaklaşık 3800 Filistinli sivili öldürdüğünü unutarak, eşit yaşamdan oluşan bir geleceği nasıl düşünebiliriz? Yada dünya bu 3800 Filistinli için de yas tutuyor mu?
Bölgede gerçek eşitlik ve adalet, İsrail işgalinin sona ermesi, Hamas gibi grupların yok olması ve yeni siyasal, özgürlük ve adalet birimlerinin gelişmesine yol açmakla olur. Ahlaki vizyonumuz, Hamas’ın insanlık suçu işlediğini beyan etmeli, İsrail tarafından yönetilen devlet şiddetine son vermeye çağırmalı, Filistin’in kendi kaderini tayin hakkını ve özgürlüğünü destekleyen bir rotada olmalıdır. Bunları da dolambaçsız beyan etmeliyiz.