Diyarbekir... Dar sokaklarında asırlık taş duvarların yankıladığı adımlar, avlularında sessizce büyüyen dut ağaçları ve surların altında inatla akan Dicle’nin kadim fısıltısı…
Bu şehirde her taş, her sokak, her gölge bir hikâye anlatır. Ancak tüm bu hikâyelerin ortak bir dili vardır: Şiir.
Diyarbekir’in bu dilde konuşan en güçlü sesi, ömrünü kelimelere, insanlara ve bu coğrafyanın acısına adamış olan Hicri Özgören’dir.
bu kadim kentin hem bilgesi hem dostudur sokakların “Hicri Abê”si.
Sadece bir şair değildir; o, Diyarbekir’in ruhunu kaleme alan bir tarihçidir. Kürtçe, Türkçe, bazen de kelimelerin dilsizliğinde birleştirdiği eserleriyle her dilden, her kalpten insana dokunur. Onun dizeleri, sadece bir estetik uğraş değil, aynı zamanda bir arayıştır.
Onun dizelerinde bir halkın coğrafyasına ve kimliğine örülen duvarları hissedersiniz. Ama Hicri Abi’nin şiiri asla yalnızca bir ağıt değildir. O, aynı zamanda bir çağrıdır: Barışa, sevgiye yapılan bir çağrı.
Ben û Sen meyhanesinde bulut gibi süzülen sohbetlerin şahididir. Onunla bir kadeh paylaştığınızda, sadece rakının değil, bin yıllık bir şehrin acısını ve sevincini de paylaşırsınız. Beyaz sakalı, nazik duruşu ve gözlerinin derinliğinde saklı hüznüyle, kelimelerden dokunmuş bir adamdır.
Her kadeh bir dostluk yemini, her kelime bir umut. Rakı, o masada sadece bir içki değildir; aynı zamanda insanların farklılıklarını unutup aynı masada birleştiği bir zaman ve mekân.
Ben û Sen Meyhanesi’nde Hicri Abi’nin konuşmalarını dinlemek, bir tarih dersi gibi gelir. Ama bu ders, kitaplardan değil, yaşamın kendisinden alınır.
Hicri Abê’nin dostluğunu tatmak, onunla aynı masada oturmak, meyhanenin buğulu ışığında onunla birkaç kelime paylaşmak, bir hazineye dokunmak gibidir. Çünkü o, yaşadıklarını kelimelere döken değil, kelimeleri yaşatan bir insandır. Şiir onun için bir kaçış değil, hayatın tam da kendisidir.
Diyarbekir’in tarihi hanlarında yankılanan çocuk kahkahaları gibi, onun adı da asırlık sokaklarda yankılanır. Zaman geçer, insanlar değişir; ama Hicri Abi’nin şiirleri, bu şehrin hafızasında bir mühür gibi kalır. Bir gün o eski taş sokaklarda yürürken, gökyüzünden bir kuş süzülüp geçer ve siz onun kanat çırpışlarında Hicri Abi’nin bir dizesini duyarsınız. Çünkü Hicri Abi, sadece bir insan değil; Diyarbekir’in ta kendisidir.