Ülkede yıllardır devan eden, on binlerce insanımızın yaşamını yitirdiği, milyonlarca doları kendi dağlarımızı bombalayarak heba ettiğimiz bir süreç yaşadık yaşıyoruz. Bu sorunun çözülmesi ülke için elzem bir sorun. Ve çözümün en sıkı muhaliflerinden biri olan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli nin TBMM de DEM Grubunun sıralarına giderek, DEM partililerle tokalaşması, ülke siyasi yaşamının önemli bir gelişmesi olarak yorumlanmaktadır.
Neden derseniz?
Daha bir iki ay önce DEM Parti’nin kapatılmasını, DEM parti üyelerini terörist olarak suçlayan bir Devlet Bahçeli den grup toplantısında, tokalaşma ile ilgili yapmış olduğu açıklamada, “Biz, gelişigüzel, keyfe keder, can sıkıntısından, anlık dürtülerle, dümenden ve düzenden el uzatmayız. Biz durduk yere el vermeyiz, öylesine yerimizden kalkıp da el sıkmanın merakına tevessül ve teşebbüs etmeyiz. DEM’e evvela düşen sorumluluk, uzanan bu samimi elin kıymet hükmünü anlaması, dahası Türkiye partisi olması yönünde bir eşik olarak algılayıp değerlendirmesidir.” Diyerek ülkede iç barışın sağlanması konusunda düşüncelerini dile getirmiştir. Bu güne kadar Kürt sorununun varlığını bile kabul etmeyen, milliyetçi kanadın en önemli partisinin liderinin bu açıklamaları yabana atılacak türden değildir. Ancak Bahçelinin bir çok konuda keskin dönüşler yapabilen bir lider olduğu da unutulmamalıdır.
Devlet Bahçeli’nin TBMM de DEM grubu ile tokalaşması ile başlayan yeni süreç pragmatik bir lider olan Erdoğan’ın gazetecilerle yapmış olduğu sohbet görüşmesinde sarf ettiği sözlerle, Bahçelinin tokalaşması Erdoğanın elini güçlendirdiği açıktı. Bu rahatlıkla, Erdoğan, “Cumhur İttifakının uzattığı bu elin değerinin muhatapları tarafından anlaşılmasını isteriz. Ülke meselelerini geniş mutabakatla çözme arzusundayız, ortada net ve kararlı bir biçimde uzatılan bir el var. Biz Sayın Bahçeli'nin ortaya koyduğu tavrı ülkemizin demokrasi mücadelesi için olumlu ve anlamlı buluyoruz. Sayın Bahçeli'nin bu attığı adım, bir kenara konulamaz. Siyasetimizin temelinde, ülke meselelerinin geniş bir mutabakatla çözülmesi, toplumun farklı kesimlerinin de sürece dahil edilmesi yatıyor. Türkiye’de terör yöntemleri ile bir yere varılamayacağı çok nettir. ülkemizdeki huzur ve barış iklimini tahkim etmek, herkes için en hayırlısıdır. Ülkemizde demokrasiyi güçlendiren her adıma desteğimiz tamdır. Diyerek yeni bir çözüm sürecinin başladığını net açıklamaktadır.
Burada Tayyip Erdoğan ın isim vermeyerek DEM partiye yönelik söylediği, “biz irademizi demokrasi dışı odaklara teslim ediyoruz, her adımımızı bu anlayışla atıyoruz” cümlesi, ülkede geçmişteki Kürt Sorunun da siyasal iktidarların atmış olduğu adımlarda ki en can alıcı cümledir. Bu cümleyi tekrardan kurmuştur. Kurulan bu cümle çözümün sağlanmasını zorlaştırmaktadır. Çünkü barışın sağlanması isteniyorsa, öncelikle konunun muhatapları ile görüşülmesi gerekmektedir. Yoksa aracılarla yapılacak çalışmaların bizi bir sonuca götürmeyeceği çok açıktır. Dem Parti ve PKK çözümün meşru aktörleri olarak kabul edilmediği sürece sürecin yürütülmesi olanak dışıdır.
Ülkede barışı sağlamak istiyorsak, dünyada yapılmış olan, sonuca ulaşmış veya ulaşmamış olsun tüm çözüm örnekleri en ince ayrıntılarına kadar incelenmelidir.
Bu konuda ki en önemli örneklerden bir IRA nın barış sürecidir.
IRA ile Britanya devleti arasındaki ilk gayri resmî temas 1990’da başlatıldı. ‘90’dan ‘92’ye kadar süren ilk müzakereler terör destekçiliği bahanesiyle Sinn Féin’i müzakerelerden dışlaması nedeniyle sonuçsuz kaldı. Bu durumun sonucunda İngiltere hükümeti IRA ve Sinn Féin’i Kuzey İrlanda’daki çözümün meşru aktörleri olarak kabul etmişti. 15 Aralık 1993’te Britanya ve İrlanda hükümetleri Downing Street Bildirgesi’ni ilan edildi. Ocak 1994’te sembolik bir jestle Sinn Fein in lideri Gerry Adams’a ilk kez ABD vizesi verildi. IRA yayınlanan Downing Street Bildirgesi’nin akabinde, askeri faaliyetlerini durdurdu ve ateşkes ilan etti. Bu ilandan sonra IRA dan silahlarını teslim etmesi istendi. IRA bunu reddetti. Downing Street Bildirgesi’nin savaşan taraflardan talebi, kalıcı ateşkesti. IRA, buna karşılık 31 Ağustos 1994’te askeri faaliyetlerini durdurdu. Birlik yanlısı gruplar da 13 Ekim 1994’te ateşkes ilan ettiler.
Bir sonraki aşama, Barış Süreci’nde Çerçeve Belge’nin hazırlanmasıydı. Bu aşamada Britanya’nın K. İrlanda’dan sorumlu yeni devlet bakanı Patrick Mayhew, sürecin ilerlemesi için IRA ve diğer örgütlerden silahlarını teslim etmelerini istedi. IRA bunu kabul etmedi. IRA, yeniden silahlı mücadeleye başladı, ancak IRA silahlı mücadeleye kaldığı yerden devam edemedi, çünkü barış sürecinde SinnFéin’e verilen siyasal desteğin sonunda SinnFéin Kuzey İrlanda nın en büyük partisi olmuştu.
Sonrası ne mi oldu?
IRA tekrar müzakerelere başladı bu defa bir farkla, IRA sürecin bağımsız ve uluslararası bir kurum tarafından denetlenmesini ve IRA nın taleplerinin silahsızlanma süreci ile eşzamanlı olarak yerine getirilmesini, bu talepler arasında bir öncelik sıralaması yapılmamalıydı. Britanya devleti, silahsızlanma konusunda ısrar etti ve müzakereler bir kez daha durdu. Sonra tekrar başladı ve nihayetinde, 9 Nisan 1998’de imzalanan Hayırlı Cuma Antlaşması referandumla oylamaya sunuldu. Referandumda Kuzey İrlanda’dan yüzde 71, Güney İrlanda’dan yüzde 94 oranında evet oyu çıktı.
Sonuç olarak; Aradan yıllar geçmesine rağmen IRA hâlen silah bırakmadı, ancak IRA artık siyasal koşulların silahlı mücadeleye başlamasına uygun olmadığını kabullenmişti.
İktidar çözüm sürecinin başarılı olmasını istiyorsa, muhalif tarafa güven vermelidir. Ve bu halka İrlanda da verilen, “Kuzey İrlanda örneğinde olduğu gibi IRA ile çatışmaları sonlandırabiliriz” açıklamasına benzer bir açıklama yapıp bu açıklamasına sadık kalsın. Kürt siyasetinin taleplerini hukuki dayanaklara kavuşturmalıdır. Bir şey daha tarafların Jonathan Powell in Teröristlerle Konuşmak adlı kitabını okumaları.
İRA ve Kürt Sorunundaki benzerliği de okurların takdirine bırakıyorum.