Beccaria'nın İnsanlığa Bildirisi; “Yargıçların görevi, hukuka göre karar vermektir.”

Mustafa Yıldız

4 Kasım 2024 tarihinde seçimle göreve gelen Mardin Büyükşehir Belediyesi, Batman Belediyesi Esenyurt Belediyesi (4 Kasım Öncesi) ve Halfeti Belediyesine kayyum atanmıştır. Bu yapılan işlem baştan sona bir hukuk garabetidir.

Anayasasının 2. Maddesinde ülkenin demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olduğu yazan bir ülkenin idari merciler tarafından verilen kararların hukuka uygun olmasının yanında alınan kararın kamu yararı içermesi de en gerekli olandır. (Elzemdir)

Ülkeyi yöneten iktidarın Mardin, Batman, Esenyurt ve Halfeti belediyelerine kayyum atanması, Anayasa’nın 2, 38, 67, 123, 127. maddeleri ile 5393 Sayılı Kanun’un 47. maddesi ve Türkiye’nin de tarafı olduğu Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nı ihlal eder nitelikte bir karardır.

Şöyle ki;

İktidarın kayyum atanan belediye başkanlarının görevden uzaklaştırılmasına ilişkin kararı, Olağanüstü Hal Dönemi’nde yayımlanan 674 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye dayanmaktadır. Belediye Kanunu’nda da düzenlemeleri içeren 674 Sayılı KHK, terörle ilgili soruşturmalarda ve kovuşturmalarda ayrıma gitmiş ve illerde İçişleri Bakanlığı’na, ilçelerde ise valiye “atama” yetkisi vermiştir. OHAL döneminde KHK ile yürürlüğe giren bu düzenleme KHK’lerin TBMM’de görüşülüp kabul edilmesiyle yasalaşmış ve kalıcı hale gelmiştir. Bu hüküm, ilgili KHK’nın belirlenen süre içerisinde TBMM’nin onayına sunulmaması tartışmaya açıktır. OHAL döneminde kabul edilen ve sonrasında yasalaşan bu düzenleme, açıkça Anayasa’ya aykırıdır. OHAL KHK’si ile getirilen ve yasalaşan düzenlemenin öncesinde, bir belediye başkanı hakkında soruşturma veya kovuşturma açılmışsa İçişleri Bakanlığı’nın tasarrufunda kesin hükme kadar görevden uzaklaştırma kararı alınmakla beraber, bu geçici tedbir sürecinde belediye meclisi toplanıp kendi üyeleri arasından bir başkan vekili seçmekteydi.

Bu düzenleme Anayasa’nın 127. maddesine göre oluşturulmuş organın (Belediye Meclisi) başkan belirleme yetkisine kısıtlama getirilmiştir. Bu düzenleme, Anayasanın 127. maddesinde belirtildiği haliyle “Mahalli idarelerin seçilmiş organlarının, organlık sıfatını kazanmalarına ilişkin itirazların çözümü ve kaybetmeleri konusundaki denetim yargı yolu ile olur.” hükmü açıkça düzenlenmişken, böylesi bir denetime tabi tutulmaksızın gerçekleştirilmiştir. Belediyenin karar organı olan meclis, görevden alınan başkanın yerine yenisini seçmeye yetkilidir. Belediye meclisinin bu konuda ki yetkisine müdahale edilmiştir. Belediyenin karar organı olmadan, belediye mülki idare amiri ve belediye memurları ile yönetildiğinde o ildeki belediyenin adı, Anayasanın 123. Maddesinde belirtilen “İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır.” Maddesini de ihlal eder niteliktedir. Çünkü artık Mardin, Batman, Esenyurt ve Halfeti de yerinden yönetim kuruluşu olan bir belediye yoktur. Bu il ve ilçelerde merkezi yönetimin yerel yönetimler il ve ilçe müdürlükleri vardır. Kayyum atamaları Anayasa’nın hukuk devleti ilkesini düzenleyen 2. maddesine de aykırıdır. Çünkü hukuk devleti olma ilkesi ihlal edilmiştir.

Kayyum atamaları, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın ülkemizin uymayı taahhüt ettiği “Yerel makamlara verilen yetkiler normal olarak tam ve münhasırdır. Kanunda öngörülen durumların dışında, bu yetkiler öteki merkezi veya bölgesel makamlar tarafından zayıflatılamaz veya sınırlandırılamaz.’’ hükmüne açıkça aykırıdır. İktidar bu haliyle uymayı taahhüt ettiği hükümlerin de dışına çıkmıştır.

Yine Avrupa Konseyi'nin danışma organı olan Venedik Komisyonu'nun 19 Haziran 2020 tarihinde, belediyelere kayyım atanması hususunda tavsiye kararları şu şekildeydi:

a. Adayların kamu hizmetinden men edilmiş olması ciddi bir suçtan dolayı nihai bir mahkumiyet kararına dayanmalı ve kamu hizmetinden men edilmiş olmaları nedeniyle seçilseler dahi görev yapamayacakları konusunda seçimlerden önce adaylar hakkında açıkça bir kararın verilmesi gereklidir.

b. 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde Diyarbakır, Erzurum, Kars ve Van ilçe belediyelerinde en yüksek oyu alan, ancak 11 Nisan 2019 tarihinde YSK kararıyla görevden alınan belediye başkan adaylarının seçilmiş olduğu kabul edilmelidir.

c. İçişleri Bakanlığı'nın 19 Ağustos 2019 tarihli kararıyla görevden uzaklaştırılan üç büyükşehir Diyarbakır, Mardin ve Van'ın belediye başkanlarının görevlerine iade edilmesi veya söz konusu belediyelerin meclislerinde yeni bir belediye başkanı seçilmesi ya da bu seçim bölgelerinde yeniden seçim yapılması gibi seçmen iradesine saygı gösteren bir tutum izlenmesi gerekir.

d. 674 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'de yayınlanan ve Kasım 2016'da Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanan Belediye Kanunun 45. maddesinin 1. fıkrasındaki değişikliklerin yürürlükten kaldırılması şeklindedir.

AİHM Tarafından verilen Vito Sante Santoro/İtalya kararı ile yerel seçimlerinde AİHM denetimde olduğu kabul edilmiştir.Mahkeme'ye göre, seçim yapılan bölge içinde siyaset, sağlık, eğitim, iskân, planlama konularında kural koyma yetkisine sahip bir yerel konsey varsa, bu konsey yasama organı olarak görülebilir. Vito Sante Santoro başvurusunda, egemenliğin bir kısmı yerel yönetime, yani bahsi geçen konseye devredildiğinden, bu konseyin seçimiyle ilgili ihlal iddiaları serbest seçim hakkı kapsamında değerlendirilmişti.(Vito Sante Santoro/İtalya, Başvuru No. 36681/97, 01.07.2004) 31.03.2024 tarihinde yapılan seçimler sonucunda kayyum atanan Belediye Başkanları, Belediye Başkanı olmanın yansıra seçildikleri il veya ilçede yasama yetkisine sahip olan Belediye Meclisinin de Başkanı olduğu açıktır. Bu neden kayyum atanan belediye başkanlarının, Anayasa ve AİHS ek protokolünde düzenlenen serbest seçim hakkını ihlal etmiştir.

Danıştay 8. Dairesinin , EN: 1987/414, KN: 1987/370, KT: 23.9.1987 kararında;

“Asıl olan halkın oyuyla, seçimle gelen bu kişilerin [belediye başkanların], belirli dönem içinde görevlerini yerine getirebilmeleridir. Haklarında açılan her soruşturma veya kovuşturma nedeniyle geçici olarak görevden uzaklaştırmaları halinde kamu hizmetinin sağlıklı biçimde yerine getirilmesi mümkün olamaz. Diğer taraftan, geçici olarak görevden uzaklaştırılan bu kişiler, soruşturma, kovuşturma ve yargılamadaki gecikmeler nedeniyle asli olan bu görevlerinden sürekli olarak uzaklaştırılmış olurlar. Belediye başkanı hakkındaki savların önemi, ciddiyeti ve ağırlığı ile soruşturma ve kovuşturmanın sağlıklı bir şekilde incelenip sonuçlandırılabilmesi için görevde kalmalarının sakıncalı olması halinde ilgililer hakkında bu tür önlem kararı alınması mümkündür. Davacı hakkında öne sürülen savlar nitelik ve kanıtlama açısından ilgilinin görevden alınması gerekmediği gibi soruşturmanın ulaştığı aşama bakımından da böyle bir önlem kararına gereksinim bulunmadığı” gerekçesi ile İçişleri Bakanlığının benzer bir işlemini iptal etmiştir.

Danıştay 8. Dairesin EN: 1991/398, KN: 1991/1931, KT: 9.12.1991 tarihli başka bir kararında “Anayasanın konuya ilişkin 127. maddesinde görevden uzaklaştırma bir ‘tedbir’ olarak nitelendirilmektedir. Bilindiği gibi tedbir, ortaya çıkması muhtemel bir zararı veya sakıncayı önceden görerek önlem alınmasıdır. Haklarında soruşturma veya kovuşturma açılan bu kişilerin geçici bir önlem olarak, anılan kurallar uyarınca görevlerinden uzaklaştırılabilmeleri için soruşturma veya kovuşturmanın sadece başlatılması veya sonuçlandırılmış olması yeterli olmayıp, İçişleri Bakanı’na tanınan bu yetkinin, kamu yararına aykırı, nesnel iddialara dayandırılmadan ve önemli sakıncaları bulunmadan kullanılması, belediyenin özerkliğini zedeler ve demokratik toplum yapısının gelişmesini de engeller. Belediye başkanı hakkında ileri sürülen suçlamalarla ilgili olarak yürütülen kovuşturmaların, Cumhuriyet Savcılıklarınca takipsizlik, mahkemelerce aklama, Danıştay 2. Dairesi kararı ile de ‘yargılanmasına yer olmadığı’ şeklinde sonuçlanmış bulunduğu anlaşılmıştır. Soruşturma ve kovuşturmanın ulaştığı bu aşamada idareye tanınan takdir yetkisinin anılan yasaların amacına uygun olarak kullanılmadığını göstermektedir” diyerek idareye tanınan bu hakkın keyfi olarak kullanılmayacağına vurgu yapmıştır.

2972 sayılı Mahalli İdareler Seçimi Hakkındaki Kanunun 9. maddesi “2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu’nun 11’inci maddesinde belirtilen sakıncaları taşımamak şartıyla, on sekiz yaşını dolduran her Türk vatandaşı belediye başkanlığına, il genel meclisi ve belediye meclisi üyeliğine seçilebilir” demektedir. Bu düzenlemelere göre adaylığı hususu Yüksek Seçim Kurulunun denetiminden geçtikten sonra kesinleşen belediye başkanlarının kayyum atanarak hukuka aykırı bir şekilde görevinden uzaklaştırılması seçilme hakkının ihlali sonucunu doğurmuştur. Bu konuda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 1 no'lu Ek protokolünün 3. Maddesi ile korumaya alınan serbest seçim hakkının ihlal edildiğine ilişkin AİHM'nin 2006 tarihli Lykourezos v. Yunanistan kararında:

Dava konusu olay, 1960 yılından bu yana Atina Barosu’na kayıtlı bir avukat olan Yunanistan parlamentosu üyesi bir milletvekili ile ilgilidir. Bu kişi 2000 yılında milletvekili seçilmiştir. Ancak seçimden kısa bir süre sonra, seçim uyuşmazlığına bakan kuruma bir itirazda bulunulmuştur. İtirazın gerekçesi, Yunanistan anayasasına göre avukatlık görevini sürdüren bir kişinin milletvekili olamayacağıdır. Ulusal makamlar, bu itirazı kabul etmiş ve seçilmiş bir vekil olan Lykourezos'un milletvekilliği düşürülmüştür. AİHM, bu davada ise öngörülebilirlik meselesi üzerinde durmuştur. AİHM’ye göre bir kişinin vekil seçildikten sonra eski mesleğini sürdüremeyeceği veya sürdürürse milletvekilliğinin düşeceği, seçimlerin yapıldığı sırada öngörebilir değildir. Bu davada Mahkeme, milletvekili Lykourezos'un, milletvekili seçildikten sonra fakat yasama dönemi başlamadan önce, "belli bir mesleğin icrasından dolayı" milletvekilliğinin sona erdirilmesinin seçmenler açısından son derece şaşırtıcı olduğunu kaydetmiş ve milletvekilliğinin iptal edilmesinin onu Parlamento'da görmek isteyen seçmenlerin iradesinin yok sayılması ve halkın, temsilcilerini seçiminde doğruluk ve güven ilkesine aykırılık yarattığı, bunun ise serbest seçim hakkının ihlal ettiği sonucuna ulaşmıştır. Özellikle ifade etmek gerekir ki; Yüksek Mahkeme bu kararında seçme ve seçilme hakkını "meşru beklenti ilkesi" ile birlikte ele almaktadır. Mahkemeye göre adayların seçime katılmalarına izin verilmesi, seçmenler nezdinde kendilerini seçilebilir hale getirdiği için seçmenleri bu adayların seçilip, seçim dönemi boyunca görevlerini sürdürebileceklerine dair bir meşru beklenti içerisine sokmaktadır. Meşru beklenti ilkesinin aynı zamanda aday olup seçilen kişi bakımından da oluştuğunu kabul etmek gerekir. Mahkeme bu şekilde bir işlemin seçme ve seçilme hakkını yanıltıcı (illusory) bir duruma soktuğunu değerlendirip, başvurucunun milletvekilliğinin sonradan iptal edilmesinin hak ihlali oluşturduğuna hükmetmiştir.

Her ne kadar AİHS Ek Protokolünün 3. Maddesinde "Yüksek Sözleşmeci tarafların yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak şartlar içerisinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest seçimler yapmayı taahhüt ettikleri" düzenlenmiş ise de, yukarıda değinilen AİHM içtihadı çerçevesinde ortaya konulup tartışılan ilkeler temelinde somut olayın ele alınması gerekmektedir. Zira AİHM bazı kararlarında bu maddede güvence altına alınan serbest seçim hakkının referandum ve cumhurbaşkanı seçimlerinde de kıyasen uygulanabileceğine hükmetmiştir.

Anayasa Mahkemesinin ,1987 yılında İktidar tarafından yapılan kayyum benzeri bir yasal düzenlemeyi '..Seçim esasının kabul edildiği her yerde onun sonuçlarına katlanmak demokrasi gereğidir. Büyükşehir belediye sınırları içinde siyasal bir şablona göre oluşturulacak bir"dikensiz gül bahçesi" arayışı, "hürriyetçi demokrasi" ilkesine açıkça aykırıdır.' şeklinde ki gerekçe ile ret etmiştir. (AYM, E.1987/22, K.1988/19, 13/06/1988)

Yukarıdaki hukuki gerekçeler bize şunu göstermektedir ki, iktidar seçim sonuçlarını kabullenmemekte, her seferinde 'zor' kullanmak sureti ile muhalif belediye başkanların seçilme hakkını elinden almaktadır. İktidar ,'zor' kullanmak sureti ile belediye başkanlarının serbest seçim ile kazandığı görevini elinde almaktadır.

Görevden alınan başkanlar ülkede hala hukukun olduğuna inanarak, yargı yoluna gitmişlerdir. Bu noktada Aydınlanma Çağının önemli isimlerinden olan Ünlü İtalyan hukukçu ve düşünür Cesare Beccaria nın düşüncelerini kaleme alan, Ülkemizin ünlü hukukçularından biri olan Yargıç Sami Selçuk, Beccaria'nın İnsanlığa Bildirisi adlı kitabında; “Yargıçların görevi, hukuka göre karar vermektir .Ülke koşulları ve yaraları gibi safsatalara göre karar vermek değildir; yargıçların görevi hukuku kurtarmaktır, ülkeyi ve ulusu kurtarmak değildir. Eğer yargıçlar ülkeyi kurtarmaya özenirlerse hüküm kurmuş olmazlar, hükümet etmiş olurlar. O zaman rejimin adı demokrasi olmaz; Yargıçlar hükümeti; dikastokrasi olur. Yargıçlar da,ne hukuku ne de ülkeyi kurtarmış olurlar. Ama büyük bir olasılıkla ülkeyi batırırlar.” Demektedir.

Artık bu ülkede hakimler var demek istiyoruz.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.