Son yıllarda özgürlük alanlarının daraldığı, ifade özgürlüğünün adeta yok olduğu bir dönemde yaşıyoruz. İnsanlar, en temel haklarından biri olan düşünce ve ifade özgürlüğünü kullanmaktan korkar hale gelmiş durumda. Kaosun, belirsizliğin ve ekonomik sıkıntıların artışı, toplumsal korku algısını giderek pekiştiriyor. Bu korku ülkemizde sokak röportajlarında sıkça duyduğumuz "Silivri soğuktur" gibi söylemlerinde de kendini gösteriyor. İnsanların, ifade ettikleri görüşlerin sonuçlarından çekinerek sessizliğe büründüğü bir ortamda yaşıyoruz.
Özgürlüklerin kısıtlanması ve toplumsal baskılar, bireylerin kendi düşüncelerini dile getirmelerini engelliyor. Tabiri caizse tüm bir toplum üç maymunu oynar hale geldi. İnsanlar, düşüncelerini dile getirme korkusu ve olası sonuçlardan çekinme nedeniyle suskun kalıyor. Bu durum, toplumu adeta kendine özgü bir otosansür içine hapsederken, bireyler de içsel bir tür kapanma yaşıyor.
Ekonomik krizler ve açlıkla sınanma, bu korkunun en büyük sebeplerinden biri olarak öne çıkıyor. İnsanlar, geçim sıkıntısıyla boğuşurken, aynı zamanda ekonomik baskılarla da sindirilmeye çalışılıyor. Sosyal ve ekonomik zorlamalar, bireyleri kendi haklarını savunmaktan alıkoyarak, onları sessiz ve itaatkâr bir hale getiriyor. Açlık ve yoksulluk, sadece fiziksel değil, aynı zamanda zihinsel bir sindirme aracına dönüşüyor. İnsanlar açılık ile terbiye edilmeye çalışılıyor. Aile yapısı ve kaybetme korkusu da bu sindirme sürecinin bir parçası olarak toplumu daha da derinleştiriyor.
Devletlerin, kendi iktidarlarını sürdürme stratejileri arasında bu tür baskılar önemli bir yer tutuyor. Din ve milliyetçilik propagandaları, toplumsal birlikteliği ve bağlılığı sağlama adına kullanılsa da aslında bu süreç, iktidarın toplumu kontrol altına almasının bir yolu olarak öne çıkıyor. Din ve milliyetçilik, sadece toplumu bir arada tutma aracı değil, aynı zamanda bireylerin özgürlüklerini sınırlayan bir baskı mekanizması haline geliyor. Devletler kendi iktidarlığını din ve milliyetçilik adına, toplumlar üzerinde kurduğu baskı ile var etmeye çalışır. Din ve milliyetçilik propaganda naraları atarak devletin elden gittiği algısıyla toplum sindirilir.
Toplumlar, açlık ve korku ile terbiye edilmeye çalışılıyor; bu ise bireylerin özgürlüklerini, düşüncelerini ve haklarını koruma mücadelesini zorlaştırıyor. Ekonomik ve sosyal baskılar, kişisel özgürlüklerin, toplumsal değerlerin ve ifade özgürlüğünün önüne geçiyor. Bu baskıların ve korkuların, toplumsal yapının üzerinde yarattığı etkiler, bireylerin kendi seslerini duyurmalarını engelliyor ve toplumlarda derin bir sessizlik oluşturuyor.