BİT PAZARINA NUR YAĞDI...
Değerli okuyucular, hepinizi en içten dileklerimle selamlıyorum.
Toplum olarak baş döndürücü bir hızla ve olumsuz motiflerin ağırlıkta olduğu bir döngüyle değişiyoruz. Öyle ki, son kırk yılda yüzlerce yıllık bir değişim ve başkalaşım geçirdik, geçiriyoruz. Zira otuz kırk sene önce hayal bile edemeyeceğimiz şeyler bugün artık hayatımızın rutin birer parçası olmuş durumda.
Hızlı değişimin getirdiği kültür erozyonu mutsuz bireyler, mutsuz aileler, mutsuz toplum demektir. Jenerasyonlar arası kültür farkı çok keskin ve geniş makaslar halinde birbirinden uzak ve neredeyse birbirine düşman.
Hal böyle olunca eskiye özlem ağır basmakta, madden olmasa da manen bit pazarına nur yağmakta. Yeri gelmişken biraz eskilerden söz edelim. Ben ve benden önceki jenerasyonların buram buram mutluluk kokan o mistik senelerden söz edelim.
Efendim o dönem naylon poşet nedir bilmezdik. Pazar filesi vardı Bir de kese kağıdıyla gelirdi eve her şey.
Sadece Sana yağını bilirdik birde. Bir de Vita yağını...
Vita yağının boş kutularına çiçek ekerdi annelerimiz...
Reyhan, nane, çay çiçeği...
Büyük marketler yoktu. Kredi kartı bilmezdi babalarımız. Bakkal Mehmet Amca'ya veresiye yazdırırdık. Sıkışırsa babamız borç para elden alıp onu da yazdırırdı. Ay başında hepsini öde diye zorlamazdı, ödemeyince faiz almazdı.
Radyoda dinlediğimiz arkası yarınların ve maçların hala tadı damağımda,
Halit KIVANÇ
Orhan AYHAN
Sonraları çıktı televizyon. Siyah beyaz, tek kanallı. Bir süre sonra her gün yayın yapmaya başladı. Günde üç saat. Hafta bir yabancı, bir de yerli film. Haftada bir çizgi film.
Dallas, Bonanza, Çarli'nin Melekleri, Uzay Yolu...
Bunların tadı şimdi hiçbir filmde yok.
TV'de bir öpüşme sahnesi çıktı mı ailece utanırdık, yüzümüz kızarır, nereye bakacağımızı şaşırırdık.
Dört beş odalı evlerin her bir odasında bir aile kalırdı. Banyo, mutfak yok. Tuvalet ortak. Mutfak dedikleri bir küçük oda. Hem kiler, hem mutfak ama o da ortak.
Servis nedir onu da bilmezdik okula giderken. Ne okula giderken, ne de dönerken kimseler yoktu yanımızda büyüklerimizden.
Şimdi kocaman servis aracında çocuk unutuyorlar.
Lapa lapa kar yağsa da kapanmazdı okullar...
Sadece pazardan pazara leğende, sadece yeşil sabunla yıkansakta ne kepeklenirdi saçımız, ne de erkenden kirlenirdi bedenimiz...
Ruhumuz, saygımız onlar hiç kirlenmezdi..
Kadir İnanır, Tarık Akan, Türkan Şoray'la yaşardık aşkı.
Teksas, Tommiks, Zagor, Mandreke hergün okuduğumuz kitaplar arasında birinci sıradaydı. Okuyan okumayanla değiştirir maceradan maceraya koşardık onlarla..
Şarkılar dinlediğimiz plaklar 45’likti.
Öyle büyük stüdyolar değil küçük plakçı dükkanları vardı. Hoparlörleri dışarı konur akşama kadar kayıt yaparlardı..
Saklambaç gazetesi, Hey, Ses dergileri okurdu mahalledeki ablalar. Yazlık sinamalar yaz akşamlarının vazgeçilmeziydi. Her mahallede duvarda yada direkte afişleri asılırdı yeni gelen filimlerin, birde gelecek hafta oynayacak filimin..
Kötü adam
Erol Taş, Atıf Kaptan, Önder Somer...
Kızların hayalindekiler;
Kadir İNANIR, Cüneyt ARKIN, Ediz HUN, Göksel ARSOY,
Erkeklerin hayalindekiler;
Türkan ŞORAY, Filiz AKIN, Fatma GİRİK, Necla Nazır... Aileden biriydi hepsi.
Yazlık tatil köyleri falan bilmezdik koca bir yaz mahallede sokakta geçerdi.
Bizim için yazlık da, kışlık da, tatil köyü de mahallemizdi. En fazla babamızın köyüne giderdik yazın.
Sıcaktan kavrulsak da yazı,
soğuktan donsak da kışı da aynı derecede severdik.
Anne Baba abla abi kardeş arkadaş konu komşu güzel güzel geçinip giderdik işte.
Bizler güzel çocuklardık,
Bizler güzel insanlardık...
Sahi ne oldu bize...