Resul Çetin

BU GİDİŞ NEREYE?

Biz aslında çok şanssız, bahtsız bir nesildik. Annemiz elimizden tutup okula götürmedi hiç. Babamız yüzümüze  gülmedi mesela. Hele şaka yaptığını, kahkaha attığını görmedik hiç. Babamızdan korkumuzdan onu sevdiğimizi anlamadık bile.

Okul çıkışlarında ne anamız ne babamız, bizi almaya kimse gelmedi. Ne kadar uzak olursa olsun servisle okula gitmek hiç nasip olmadı.

Oda dolusu oyuncaklarımız olmadı.

Şımartılmadık, sevildiğimizi hissettirmedi kimse.

Zapturapt ile büyütüldük.

Sinema, tiyatro bilmezdik.

Komşuya televizyon seyretmeye giderdik.

Bir çizgi film için bir hafta, bir yerli film için bir ay beklerdik. Pazar sabahları kovboy filmi seyretmek büyük keyifti.

Hayallerimiz bile televizyonlarımız gibi siyah beyazdı.

Bütün bir aile tek gözlü odada uyur, orda yemek yer, orda dinlenir, orda misafir ağırlardık.

Pazar günleri annemiz sobanın üstünde ısıttığı güğümün suyuyla leğende banyomuzu yapardı.

Bakkaldan külahta çekirdek, nohut almak mutlu etmeye yeterdi bizi.

Tipitip, minti minti, özcan sakızları ağzımızda çift kale maçlarımız bir başkaydı.

Acıkınca keyfimize uygun kurulan sofralar yoktu. Ekmeğe salça sürer, sokakta kaldığımız oyunlara geri dönerdik.

Annemiz çağırınca "Öf anne ya! " diyemezdik. Akşama baban gelince görürsüm dedi mi annemiz başımıza ne geleceğini bilirdik.

Bilgisayarımız mı vardı ki oyunları olsun?

Topaç, çelik çomak, saklambaç, körebe, çift kale maç, birdir bir, uzun eşek oynardık.

Evde anne babadan, bazen abiden abladan, okulda öğretmenden, askerde komutandan dayak yiye yiye acıya dayanıklı olmayı öğrendik.

Çoğumuz hem okudu hem çalıştı. Simit sattı kimimiz, kimimiz su, dondurma sattı. Ayakkabı boyadı. Hayatı erkenden ve en gaddar tarafından öğrendik.  Üç ay tatil bizim için tatil değildi mesela. Canımız çıkardı çalışmaktan ama sesimiz çıkmazdı.

Mağaza, marka bilmezdik. Abimizin, ablamızın küçülen elbiselerini, ayakkabılarını giyer, bize küçülünce de kardeşimize verirdik.

Bit pazarında ikinci el elbise, ders kitapları alırdık.

Amaaa...

İyi yetiştik. Sağlam yetiştirildik. Edebi, saygıyı öğrendik. Vefayı öğrendik. Komşuyu, komşuluğu öğrendik. Kan bağının paha biçilemezliğini, can bağının yaşamına kattıklarını gördük.

Adam satmamayı öğrendik. Aç kaldık, haram yememeyi öğrendik. Komşumuzun taziyesinde üzüntüyü yüreğimizde hissettik.

Kadının ne büyük değer olduğunu gördük babamızdan. Ailenin ne denli vazgeçilmez olduğunu anladık. Şimdilerde bitirilmiş aile müessesesini görünce o günleri yana döne arar olduk.

Utanırdık, utanmayı bilirdik. Babalarımız eve girdi mi tüm heybetliyle, gece gündüz fark etmez perdeleri çekmek olurdu ilk işi.

Borç namustu mesela. Söz namustu. Namus her şeydi.

Erkek, erkek gibi, kadın kadın gibiydi. Borç paraverildi mi eşe dosta, komşuya, kapısının önünden geçilmezdi. Görünce mahcup, ezik hissetmesin diye.

Anasına bacısına baktığı gözle bakılırdı tüm analara bacılara.

Can alıcı soru şu: Bu gidiş nereye?

İyi anne babalarım İyi evlatlarının sorumsuz, saygısız, kendi değerlerinden uzak, ait olduğu toplumdan soyut yaşayan, asosyal, sorgulamayan, üretmeyen, aidiyet duygusu taşımayan, bir önceki nesilden fersah fersah uzak düşünen ve yaşayan çok sıkıntılı evlatları.

İyi çocuklardık. Babanın karşısında ayak ayak üstüne değil, el pençe divan durulurdu. Analar sığınılacak liman, başa taç idi. Gül biterdi ananın babanın vurduğu yerde.

Meğer biz ne güzel yetiştirilmişiz. Meğer marifet "Ben görmedim, onlar görsün, ben yaşamadım onlar yaşasın, deyip başına çıkarmak değilmiş.

Meğer bizi ne severmiş anne babalarımız.

Ebediyete intikal eden tüm anne babaların mekanları cennet olsun. Yaşayan anne babaların layık oldukları saygıyı bulmaları dileğiyle.

Esen kalın...

Saygıyla...

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.