EVRENSEL AHLAK
Felsefe ve Tasavvuf'un savaşı, ta Platon'un zamanına dayanmakta olan çok derin bir savaştır. Belkide bilmediğimiz bir şekilde daha da geçmişlere dayanır. Bildiğimiz anlamıyla Sofu'lara (saf tasavvufçular) ilk büyük eleştiriler Sokrates ve Platon'dan gelir. Bütün gerçekliğin, yalnızca kalple anlaşılabileceği inancına sahip olan bu insanlar, filozofların “Akıl” kavramına devamlı olarak saldırmış, onu zaman zaman yanıltıcı zaman zaman ise “Günahların kaynağı” yapmıştır.
Bunun çok şiddetli örneklerini, İslam tarihinde de görebiliriz. Mevlana Celaleddin Rumi'nin babası olan Bahaeddin Veled (Sultan-ül Uleman; Bilginlerin Sultanı ünvanıyla bilinir. ) İslam felsefecilerini bid'at (İslamda olmayan şeylerle uğraşmak) ile suçlamıştır ve bu sebeple dönem hükümdarına şikayet edilmiştir. Günümüzde pek çok tasavvuf ehlinin, aklı reddetmesi alışıldık bir durumdur. Başka garip bir durum ise, Şems'in Mevlana'yı öğrencilere ders vermekten alıkoyması ve bunun “Arınılması gereken bir nefs tutkusu olduğunu” söylemesidir. En azından, Mevlevi kaynaklar böyle söylemektedir.
Pek çok tasavvuf kaynağına baktığımızda, din için, insan için ideal olan, Tanrı'nın istediği şeyin, tüm nefs tutkularından arınıp dünyevi herşeyden el etek çekmek olduğunu görürüz. Akılda bunlardan biri olmalıdır. Peki gerçekten de, ideal olan bu mudur ? Dünyevi herşeyden eli eteği çekmek, dergahlara kapanıp yalnızca gönül ile zühd hayatı yaşamak mıdır ?
Bu konuda düşünürken, Tanrı'nın Yüce Şanlı Kur'an 'da sık sık belirttiği, sürekli kullandığı bir ifade aklımdan çıkmadı. “Aşırı gitmeyin. ” O, her konuda bunu söylüyordu. Size verdiğim temiz ve helal olanları size kim yasak etti ? Aşırılık etmeyin diyordu. Yasaklarda aşırı gitmeye de kızıyordu. Çizgiyi aşmayın. Sonra, Tanrı'nın sık sık söylediği bir başka söz daha hatırlanmalıdır. O, kitabında, dünya malı isteyen ve bana “Burada(dünya da) ver” diyenlere kızmakta, isteyenleri “Hem dünya hem Ahiret hayatı için” istemeye kılavuzlamaktadır.
-İnsanlardan, “Ey Rabbimiz! Bize (vereceğini) bu dünyada ver” diyenler vardır. Bunların ahirette bir nasibi yoktur.
Onlardan, “Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru” diyenler de vardır.
İşte onlara kazandıklarından bir nasip vardır. Allah, hesabı pek çabuk görendir. –
(Bakara 200-202)
Demekki bir insan, hem dünya için hem ahiret için istemeli, bunların ikisi içinde çalışmalıdır.
Şimdide, kendi aklımız ile düşünelim. Kant'ın Ahlak felsefesinde, evrensel ahlak anlayışıyla ilgili çok güzel bir deney vardır. Kant'a göre, evrensel ahlak vardır. Birşeyin evrensel ahlaka uyduğunu anlamanın yolunu bir örnekle anlatalım.
Bir maksim belirleyelim. “Kişisel çıkar için yalan söylemek. ” Bu bir maksimdir. Şimdi eğer bu eylem, ahlaki ise, dünyadaki bütün insanlar bunu yaptıkları takdirde sorun yaratmamalıdır. Varolan tüm insanların kişisel çıkar için yalan söylediğini düşünelim. Bu inanılmaz bir kargaşa ve kötülük doğurur. Öyleyse bu evrensel ahlaka uygun değildir.
Aynı metodu bizde uygulayabiliriz. Eğer bir insan modeli, ideal insan modeliyse, dünyadaki tüm insanların böyle olması, bırakın sorun yaratmayı, var olan sorunlarıda çözmelidir. Varolan tüm insanların zühd hayatı yaşadığını, aklı ve dünyayı reddettiğini, kendini manastırlara dergahlara kapattığını düşünelim. Bu durumda, şu anda sahip olduğumuz hiçbir bilimsel bilgiye sahip olamazdık. Hiçbir teknolojiye sahip olamazdık. Tıp ilerleyemezdi ve belkide insanlar gripten ölmeye devam ederdi. Oysa biz insanlar, dünyada aynı zamanda bizden sonra gelecek nesillerin hayatını kolaylaştırmakla da emrolunduk. Tanrı'nın mükemmel bir düzenle yarattığı bu evreni anlamaya çalışmak, onun kurduğu düzenin yeni yönlerini keşfetmekle de emrolunduk.
Öyleyse herşeyde dengeli olmalıyız. Ölçülülük, İslam'ın temelidir.