Diyarbakır’da çetelerin sosyolojisi: Artışın nedeni ne?

Diyarbakır’da çetelerin sosyolojisi: Artışın nedeni ne?
 Muhabir
Yoksulluk ve işsizlikle boğuşan Diyarbakır’da çeteleşme oranı gün geçtikçe artıyor. Uzman sosyolog Arslan Özdemir kurumların acilen harekete geçmesini istedi.

AMİDA HABER - Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan verilere göre, suça sürüklenen çocuk sayısı bir önceki yıla kıyasla yüzde 13 artmış durumda. Suç oranlarının arttığı kentlerden biri de Diyarbakır. Kentin bazı mahallelerinde artan çeteleşme vakaları vatandaşı tedirgin ediyor. Sokaklarda motosikletlerle devriye gezen, silah sesleriyle korku salan gruplar, mahalle kültürünün ve dayanışma ruhunun yerini korku duvarına bıraktı. Peki, bu sessizlik neden büyüyor? Devletin, toplumun ve bireylerin bu tablo karşısındaki sorumluluğu ne? Amida Haber olarak, bu soruları kentin tanınmış sosyolog, eğitimci ve yazarı Arslan Özdemir ile konuştuk. Özdemir, çeteleşmenin ardındaki sosyal nedenleri analiz ederken, çözümün yalnızca güvenlikte değil, dayanışma ve güven inşasında yattığını vurguluyor.

diyarbakir-cete-4.jpg

‘Güven zayıflıyor’

Son yıllarda Diyarbakır’ın bazı mahallelerinde çeteleşme olgusunun ciddi bir toplumsal güvenlik sorununa dönüştüğünü görüyoruz. Siz bir sosyolog olarak bu tabloyu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gerçekten de Diyarbakır’ın bazı mahallelerinde çeteleşme, sıradan bir asayiş meselesi olmaktan çıkıp derin bir toplumsal çözülme göstergesi hâline gelmiştir. Motosikletlerle sokaklarda dolaşan, silahla ateş açarak korku salan, çelik yeleklerle gezen gruplar artık halkın gündelik hayatının bir parçası hâline geldi. Üstelik bu çeteler yalnızca gösteriş peşinde değil; hırsızlık, uyuşturucu ticareti, gasp ve tehdit gibi suçlarla doğrudan bağlantılılar. En çarpıcı nokta ise mahalle halkının sessizliğidir. Çünkü bu sessizlik, yalnızca korkudan değil, devlete olan güvenin zayıflamasından da kaynaklanıyor.

diyarbakir-cete-3.jpg

İnsanlar neden suskun?

Vatandaş, şikâyet etse bile bir sonuç alınmayacağına inanıyor. Bu inanç, çetelerin işini kolaylaştırırken toplumun direncini de zayıflatıyor. İnsanlar artık akşam saatlerinde sokağa çıkmaktan çekiniyor. Bir zamanlar çocukların top oynadığı, komşuların kapı önlerinde sohbet ettiği sokaklar, bugün silah seslerinin yankılandığı korku alanlarına dönüşmüş durumda. Korku, adeta kolektif bir norm hâline geldi. Bu çok tehlikeli bir durum, çünkü sessizlik suçun görünmezliğini, görünmezlik ise cezasızlığı doğuruyor.

diyarbakir-cete.jpg

Peki, bu çetelerin ortaya çıkışını sadece bireysel suç eğilimiyle açıklamak mümkün mü?

Hayır, asla. Bu durumu sadece bireysel suç olarak görmek büyük bir hata olur. Çeteleşme, yoksulluk, işsizlik, eğitimsizlik ve aidiyet eksikliği gibi sosyoekonomik faktörlerin doğrudan ürünüdür. Özellikle gençler arasında işsizlik oranı çok yüksek. Bu da onları kolay para kazanma vaadiyle bu yapılara çekiyor. Devletin ve yerel yönetimlerin gençlik politikaları zayıf; spor, sanat ya da istihdam alanları yeterince güçlü değil. Böyle bir ortamda şiddet, bir “güç dili” olarak meşrulaşıyor.

diyarbakir-cete-1.jpg

Bu gençlerin dış görünüşleriyle de kendilerini belli ettikleri söyleniyor. Bu, sosyolojik olarak nasıl okunmalı?

Evet, bu gençler kendilerine özgü bir giyim ve görünüş biçimi geliştirdiler. Belirli saç tıraşları, fileli spor ayakkabılar, yandan çizgili eşofman altları... Bu sadece moda değil, bir alt kültür kimliği beyanı. Bu tarz, onların “biz” duygusunu pekiştiriyor. Kıyafet, beden dili, hatta yürüyüş biçimi bile bir kimlik göstergesi hâline geliyor. Şiddet böylece sadece eylemde değil, görünürde de bir kimlik performansına dönüşüyor.

Pierre Bourdieu’nun “sembolik sermaye” kavramını burada hatırlamak gerekir. Bu gençler, toplumda dışlanmış oldukları için güç, silah ve korku üzerinden bir tür sembolik saygı üretmeye çalışıyorlar. Bu, görünür olma çabasıdır.

diyarbakir-cete-6.jpg

Bir zamanlar Diyarbakır’ın mahalle kültürü çok güçlüydü. O mahalle dayanışması ne oldu?

Evet, Diyarbakır’ın en güçlü yanlarından biri mahalle dayanışmasıydı. Mahalle büyükleri, aileler, komşular arasında çok güçlü bir denetim ağı vardı. Çocuklar, mahallenin ortak sorumluluğu sayılırdı. Ancak kentsel dönüşüm, göç ve toplumsal çözülme süreçleri bu yapıyı dağıttı. Boşalan alanı ise gayrimeşru güçler doldurdu. Bugün bazı çeteler adeta kendi “mahalle düzenini” kurmuş durumda: kim girip çıkabilir, kim kiminle konuşabilir, hangi sokakta kim dolaşabilir... Devletin otoritesinin yerine yerel korku otoriteleri geçti diyebiliriz.

Bu tabloyu değiştirmek için nasıl bir yol izlenmeli sizce?

Bu sorunun çözümü sadece güvenlik önlemleriyle olmaz. Öncelikle gençlere yönelik sosyal politikalar geliştirilmelidir. Spor salonları, sanat atölyeleri, istihdam programları, gençlik merkezleri… Bunlar çetelerin cazibesini azaltacak en etkili araçlardır.

Eğitim kurumları da yalnızca akademik değil, aynı zamanda sosyal dayanışmayı öğreten merkezler hâline gelmelidir.

Mahalle dayanışma ağlarını yeniden kurmak şart. Muhtarlar, sivil toplum kuruluşları, yerel yönetimler birlikte hareket etmeli.

Ve en önemlisi: halkın devlete olan güveni yeniden inşa edilmelidir. İnsanlar şikâyet ettiklerinde korunacaklarını görmelidir. Güven duygusu olmadan hiçbir mücadele başarılı olamaz.

Son olarak Diyarbakır halkına ne söylemek istersiniz?

Diyarbakır, binlerce yıllık tarihinde hiçbir dönemde korkuya teslim olmamış bir şehirdir. Bugün de bu sessizlik hali kalıcı olmak zorunda değil. Korkuya sessizlikle değil, dayanışmayla karşı durulur. Eğer mahalleler yeniden dayanışma ruhuyla ayağa kalkarsa, bu şehir yeniden güvenle nefes alabilir. Diyarbakır’ın sokakları çocukların sesleriyle, müzikle, hayatla dolmalı, korkuyla değil.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.