Diyarbakır'ın tarihine vefa borcu!
Diyarbakır'ın tarihine vefa borcu! Diyarbakır’ın Sur ilçesi Ali Paşa Mahallesi’nde 1970 yılında hayata gözlerini açan Cuma Balıkçı, tarihle yoğrulan Sur’da zorlu ve mücadeleci bir yaşam sürüyor. Su değirmeninde çalışma hayatına başlayan Balıkçı, kentin simgesi bazalt taşına sevdalanıyor. 4 çocuk babası olan Balıkçı, “Eğer geçim derdim olmasaydı. Diyarbakır’ın en merkezi yerlerinde sergilenmesi için buraya ait olup da yapılmayan çok yönlü mimari eserle bırakmak isterdim” diyor.
Cuma Balıkçı, ilk iş yaşamına babası Abdulkadir Balıkçı’nın yanında adım atıyor. Babası 1980’ler kadar çalıştığı su değirmenini vakıflardan kiralıyor ve bundan sonra kendisi işletmeye başlıyor. 1990’ların sonlarında ise dönemin belediyesi burayı kendilerinden alıyor ve atıl duruma mahkum bırakıyor.
'Bu bizim tarihimiz, yaşatmak lazım'
Kentleşme ile birlikte yön değiştiren su kaynakları ve elektrikli değirmenlerin üretilmesi su değirmenlerini de etkilediğini söylüyor. Kentin merkezinde yaklaşık 7 tarihi değirmenin bulunduğunu aktaran Balıkçı, bu tarihi yapıların aynı zamanda coğrafyanın o dönemki özellikleri hakkında da bilgi sunduğunu dile getiriyor.
“Ben daha çocuktum babamın yanında bir şeyler öğrenmek için Mardinkapı’daki Keçi Burcu’nun altında bulunan su değirmeninde çalışmaya başlamıştım. O zaman Diyarbakır’da yetişen tahılları insanlar öğütmek için buraya getiriyordu. Yani su değirmenlerinde öğütülüyordu. Araştırmacılar da Mardinkapı ve Hevsel Bahçelerinin bağlantıları üzerinde su değirmenlerinin bulunduğunu söylüyor. Şehir merkezinde mesala Mardinkapı’da 5, Fiskaya tarafında ise 2 tane değirmen olduğunu söylüyor. Bu bizim tarihimiz. Bunu yaşatmak lazım. Ama yaşatabildik mi?...”
Değirmencilikten operatörlüğe...
Balıkçı, 1990’ların sonuna kadar Keçi Burcu’nda bulunan değirmende çalışıyor ve burada ustalaşıyor. Belediyenin değirmeni geri alması sonrası Balıkçı, yaşamına babasından öğrendiği meslekleri ve tecrübeleri katıyor ve yeni iş arayışına başlıyor.
“Babam değirmende 1980’lere kadar işçi olarak çalıştı. Sonra çalıştığı değirmeni Vakıflardan kiraladı ve burayı 1990’ların sonunda birlikte çalıştırdık. Belediye burayı 1990’ların sonunda geri aldı ve ondan sonra burada bir şey yapılmadı.
Bundan sonra yeni iş arayışına başladım. Bir iş makinesi operatörünün yanında işe başladım. Burada işi öğrendim ve iş makinesi operatörü oldum. 2015 yılına kadar operatörlük yaptım.
Sur olaylarında operatörlük işine ara vermek zorunda kaldım. O dönem Ali Paşa Mahallesi’nde oturuyorduk. Olaylar başladığında mahalleye giriş çıkış yasağı olduğu için içerde kaldığımız için işe gidip gelemedim.”
Sıkıştığı yerden bazalt taşına yöneldi
2015 yılında başlayan çatışmalı süreçte mahallesinden çıkamayan Balıkçı, babasından kalma bazalt taşlarını yontan eski araç ve gereçlerle bazalt taşına yöneliyor.
“Babam değirmenciliği ve taş yontmayı Ermenilerden öğrenmişti. Yani Ermenilerden öğrendik. Çocukluğumda bir ilgim vardı. Babamdan da öğrendim. O süreçte Can sıkıntısından dolayı bazalt taşıyla ilgilendim. Babamdan kalan eski araç ve gereçlerle bazalt taşlarıyla uğraştım. Ondan sonra bazalt taşının büyüsüne kapılıp, iş makinesi operatörlüğünü bırakma kararı aldım”
'Sur'un havasına alışanlar dışarıda yapamıyor'
Çatışmalı sürecin ardından çocuklarının eğitimi için ailesiyle birlikte bulunduğu Ali Paşa Mahallesi’nden Huzurevleri Mahallesi’ne taşınan Balıkçı, ancak burada yalnızca 2 ay kalabiliyor.
“Olaylar bittikten sonra çocuklarımın okulu için Huzurevlerine gittim. Orada Sur’un havasının farklı olduğunu öğrendim. Sur’un havasına alışanlar dışarıda yapamıyor. Bunu kendim yaşadım. Sur’un havasında alıştığım için orada yapamadım ve 2 ay sonra tekrar Sur’a geri döndüm.”
Çiğköfteyi bazalt taşıyla bütünleştirdi
Bazalt taşının büyüsüne kapılan Balıkçı, iş makinesi operatörlüğü mesleğini bırakmış, ancak ailesinin geçimini sağlamak zorundaydı. Bunun için de yeni bir alan açmayı düşünüyordu. Balıkçı o süreci şöyle anlatıyor:
“Ailemi geçindirmek zorundaydım. Aklıma şuan yaptığım çiğköftecilik işi geldi. Biz daha önce yeşillik baş verdiği mevsimle birlikte aile içinde çiğköfte yapıyorduk. Yani kendimiz için. İşsiz olduğum süreçte ‘Bunu neden iş olarak yapmayayım ki?’ diye düşündüm ve öyle de yaptım.
Bazalt taşından bir leğen yaptım. Hem unutulan bazalt taşını hatırlatmak istedim hem de bunun içinde daha lezzetli bir çiğköfte yapmayı amaçladım. Bazalt taşıyla bütünleşen çiğköfte dünyada bir ilk oldu ve ilgi de çekti.
İlk başlarda insanlar gelip ‘Bazalt taşta çiğköfte nasıl olur?’ diye merak ediyorlardı. Yedikten sonra meraklarını gideriyorlardı. Şaşkınlıkları geçti ve çiğköftem onlarda bir alışkanlık yaptı. Yiyen bir daha geldi. 3 yıldır bu işi yapıyorum.”
'İnsanlara bir şeyler söylememe neden oldu'
İnsanların birbirine Cuma Usta’yı anlatması çiğköfte basının dikkatini çekiyor ve konu basına yansıyor. Balıkçı, basının ilgisi sayesinde Diyarbakır sınırını aştığını söylüyor ve şöyle ekliyor:
“Gerçekten basının ilgisi hem bazalt taşına hem de bana da faydası oldu. İnsanlar bazalt taşını merak etti. Benim de insanlara bir şeyler söylememe neden oldu. YouTuber’ler de gelip çekim yaptılar onlara da anlatım.
Yurtdışından gelenler buraya uğruyor. Gidiyor ve bir daha geldiğinde yine geliyorlar. Bu benim için mutluluk verici.
Ama en mutlu olduğum şey; buranın tarihini hatırlatmak oldu. Bu bizim tarihimiz. Atalarımız taşla başladı. Tahıllar taşla öğütüldü. Bu Mezopotamya’nın bir tarihi. Bunu yaşatmaya çalıştım.”
Diyarbakır'ın izlerini Diyarbakır'a bırakmak istiyor
Balıkçı, çiğköfte işini uzun süreli yapmak istemediğini söylüyor ve tekrar sevgilisi bazalt taşına dönüyor, “Ben taşa sevdalıyım” diyor.
“Eğer ailemi geçindirme derdim olmasaydı bu işi yapmazdım. Diyarbakır’ın en merkezi yerlerinde sergilenmesi için buraya ait olup da yapılmayan çok yönlü mimari eserle bırakmak isterdim.
Aynı zamanda kültürümüzün bir parçası olan su değirmeni yaşatmak isterim eski dönemlerde olduğu gibi. Çünkü bu bizim tarihimiz.”
'Gençlere cevap olamadım'
Şuan işlettiği mekanını şekil verdiği birden fazla bazalt taşıyıyla süsleyen Balıkçı, bazalt taşına olan sevgisine değinirken sevgisinin önündeki ‘maddi’ imkansızlığa vurgu yapıyor ve isteğini şöyle açıklıyor.
Bir atölyede sadece bu işi yapmayı çok isterdim. Bazen gençler geliyor. Tabi ilgilerini çekiyor. ‘Nasıl öğreniriz, nasıl usta oluruz?’ diye diye soruyorlar. Onlara cevap olamıyorum. Çünkü imkanın ve şartlarım yok.
Eğer atölye gibi bir mekan olsaydı ve durumum iyi olsaydı. Öğrenmek isteyen gençlerle birlikte gider Karacadağ’dan bazalt taşını alır getirirdik ve onlara kendi bilgimi aktarırdım. En azından tarihimizi gençlere aktarmış olurdum.
Belediyelerden bana böyle bir teklif gelmedi. Eğer böyle bir teklif gelirse ben hazır ve nazırım”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.