Mehmet Kaya: ‘Rojava’ ile ilişkiler de ‘Kürdistan’ gibi olabilir

Mehmet Kaya: ‘Rojava’ ile ilişkiler de ‘Kürdistan’ gibi olabilir
 Haber Editörü
Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası (DTSO) Başkanı Mehmet Kaya, askeri vesayetin 20 yıl önce Irak Kürdistan Bölgesi’ni düşman ilan ettiğini hatırlatarak, “Şimdi en iyi müttefik, Rojava'da çok daha kolay bir şekilde, Türkiye bunu yapabilir” dedi.

AMİDA HABER - Oslo görüşmeleri ile başlayan, Abdullah Öcalan’ın silah bırakma çağrısı ile devam eden 2013-2015’teki “çözüm süreci” Dolmabahçe mutabakatına kadar geldi, ancak sonuca ulaşamadan bitti. Sonrası, çatışma, ölüm ve kaos getirdi. MHP Lideri Devlet Bahçeli, Ekim ayında, Meclis kürsüsünden yaptığı “radikal çıkış” ile yeni bir sürecin fitilini ateşledi. Abdullah Öcalan PKK’ye “kendini feshet” çağrısı ile süreç yeni bir boyut kazandı. Diyarbakır’ın önemli sivil toplum kuruluşlarından biri olan Ticaret ve Sanayi Odası (DTSO) Başkanı Mehmet Kaya, 2013-2015 sürecindeki eksikleri yeni dönem ile kıyaslayarak anlattı. Taraflar ne yapmalı, risk nedir?

1-004.jpg

2013-2015 sürecinde başlayan ve akamete uğrayan bir süreç var. Yakından bilen isimlerden birisiniz. Şu an yapılan görüşmelerle paralellik gösteren yanları var mı?

Bu tür etnik kökenli ve çatışmalı süreçlerde hem bir defada çözüm beklemek dünya örneklerine de bakarsak hayalciliktir, çok kolay olmuyor. Bunu bir kere kabullenmek lazım. Sonuçta temelinde etnik yapılı, 40 yıllık bir çatışmalı süreç var. Onun için bazen 2012-15 süreci ile karşılaştırıldığı zaman ‘Çözüm süreci midir?’ diye sorular da soruluyor. Sonuçta bir muhataplık ve çözüme yönelik adımsa, bunun nereden başlayıp, nereden bitmesi gerektiği gibi basma kalıp bir yöntem beklemek doğru bir yöntem değil. Evet, bir şekilde tarafların kendilerine göre bir yol haritasıyla başlamaları tam da böyle.

2-004.jpg

2013-2015 sürecinden farkı ne?

Gördüğüm kadarıyla 2013-15'te yapılması gereken ve yapılmaması gerekenler öne çıkarılarak adımlar atılmaya başlandı. Geçmişe baktığınız zaman muhalefet partisinin karşı durduğu, provoke ettiği, sürekli gündemde tuttuğu ve iktidarı, iktidardan düşürecek pozisyona getirdiği bir dönemden bahsediyoruz. Bunda bu yok. Burada, o dönemin muhalefeti daha çok sahiplenen konumda. Hem CHP için bunu söyleyebiliriz hem ana muhalefet olarak gördüğümüz MHP için. Geçmişte, demokratik adımlarla birlikte, silahın bırakılması yöntemi varken bugün tam tersten başlayan bir süreç var. Geçmişte “Öcalan çıkacak” gibi afaki, olmayacak gibi düşünülen bir süreç varken, bugün Öcalan çıkacak diye başladı. Çıkacak, yararlanacak gibi bir en radikal söylem ve partiden başladı. Aslında dönüp baktığınız zaman bir öncekinin ulaşmasını hedeflediği yerlerden başlayarak çıktı.

Eksik, yolunda gitmeyen, sizi endişelendiren bir başlık var mı?

Eksik çok. Ama bu tür süreçleri küçümsemek yerine, adımları önemsemek lazım. Türkiye için örgütün silahsızlanması çok çok önemli. Türkiye'nin demokrasisinin, ekonomisinin, kent yaşamının gelişmesi, siyasetin önünün açılması anlamında çok çok önemli. Arka müzakerelerin hepsinin şeffaf tartışılması bu tür süreçlere zarar veriyor bazen. Onu da görmek lazım. Bazı konuların zamanla ortaya konmasında fayda var. Bazı söylemlere kapsayıcı bakarsanız olayı görürsünüz. Dar bakarsanız muhalefeti çok rahat örgütleyebilirsiniz. ‘Yani Kürtlere özgürlük, Türkiye'ye diktatörlük’ diyebilirsiniz!

Bunu sık duyar olduk, bu süreçle birlikte ‘Kürtlere özgürlük, Türkiye’ye diktatörlük’ gelir mi?

Bunun oluşabilme şansı yok. Kürtlere özgürlük dediğiniz zaman Türkiye'nin demokratikleşmesinden bahsediyorsunuz zaten.

Bu önemli, Türkiye’nin demokratikleşmesi için Kürtlerin özgürleşmesi mi gerekir?

Anayasadan tutun da CMK'sına kadar… Mevzuatları düzeltmeden Kürtlere bir özgürlük getiremezsiniz. Türkiye demokratikleşirse Kürtler özgürleşebilecek. Hukuksal düzenlemeler yapılırsa Türkiye düzelebilecek. Şimdi Meclis’e atıfta bulunuyor. Bu da çok önemli. Herkes Meclisin rol alması gerektiğini ifade ediyor. Bu doğru bir yaklaşım.

Kürt kamuoyu, sürece biraz temkinli yaklaşıyor sanki, aynı kanıda mısınız ya da böyle bir gözleminiz var mı?

Dönüp baktığınız zaman, herkes bu işin çözülmesini ister. Adında çözüm olan, adında çatışmaların sonlanacağı ve insanların çocuklarına kavuşacağı sonucu olan her adımı herkes destekler. Acaba bir şey olur mu, diye onu getirip amasını, lakinini çözümün önüne koymaz. Arkasında ne var arayışına çok girmez. Çünkü sonuçta onun da temel hedefi bir an önce bunun bitmesi ve şöyle de düşünür haklı olarak: Herhalde bu devlet 40 yıllık çatışmanın nedenlerini hala ortada tutacak bir yöntem izlemeyecektir. Bu çatışmayı sonlandırıyorsa, bu çatışmanın oluşumunu sağlayan nedenleri de bu kadar zaman geçtikten sonra herhalde ortadan kaldıracaktır gibi. Bana göre Kürtler çözüme yakın duruyor.

Peki, Türkler ya da Batı kamuoyu da bu kadar yakın mı, onlar bu işin neresinde?

Milliyetçi, ulusalcı bazı yapılar bu çatışmalardan besleniyorlar. Bunu net olarak görmek lazım. Kimisi Türklük üzerinden, kimisi İslamiyet üzerinden beslenerek geçmişte askeri vesayet dönemindeki o beka sorununu bugün de bir kesim sürekli pompalıyor. Rojava'daki Kürtlerin statüsünün Türkiye için bir beka sorunu olduğunu söylüyorlar. Aynı şeyi 80'li, 90'lı yıllarda Kürdistan Bölgesel Yönetimi için de askeri vesayet aynı şeyi söylüyordu. Ne oldu şimdi? Dönüp baktığınız zaman Türkiye Irak'a neredeyse 20 milyar dolara yakın ihracat yapıyor. Bunun yüzde 70'ini Irak, Kürdistan Bölgesine yapıyor. En iyi müttefikim diyor. Daha çok zaman geçmedi. Ülke tarih tarihinde 20 yıl nedir ki yani?

‘Rojava’ ya da Suriye’deki Kürtler de zaman içerisinde benzer bir pozisyona gelir mi? Irak Kürdistan Bölgesi gibi…

Türkiye’de bu süreç varken, Rojava'da çok daha kolay bir şekilde, Türkiye bunu yapabilir. Çünkü oradaki konjonktür ve dengeler Türkiye'nin hata yapmasının maliyetini çok yüksek oranda Türkiye'ye çıkarabilir. Türkiye de bunun farkında. Bahçeli, rüyasında “Kürt haklarını vermedim, vicdanen rahatsızım” deyip başlatmadı bu işi. Siyasi hayatı boyunca Kürtlere “diliniz yoktur, siz yoktunuz” deyip daha sonra siyasi partilerine her türlü hakareti yapan bir insan dönüp bir gün eğer “Kürtlerle biz kardeşiz, kardeş olmaya devam edeceğiz” diyorsa, kabul ediyorsa, görüşüyorsa bana göre Ortadoğu'daki tehlikenin Türkiye'ye sıçrama gücünü gördüğü içindir. Kürtler de Bahçeli'ye de el uzatıp kucak açıyor. Bu da çok önemli. Zaten tam da çözüm burada.

Yeni süreç buradan, “açılım” olarak değerlendirirken, Batı’da “terörün bitmesi” olarak algılanıyor. Aradaki makas nasıl kapanacak?

Toplumların iknası biraz da inandıkları yapıların yol haritasıyla birlikte gidiyor. Şimdi ne dersek diyelim Milliyetçi Hareket Partisi ile AK Parti'nin her zaman kendilerine bağlı, siyasetine inanan neredeyse yüzde 40'ın altına düşmeyen bir kitlesi var. Bugün o toplumun dönüşümünü sağlamak bu insanlar için çok zor değil. Çok rahatlıkla yapılabilecek bir şey. Aynı şeyi dönün bu tarafa, Kürt siyaseti için de söyleyebiliriz. Kürt siyaseti yüzde 13'lere kadar çıkan, yüzde 10 oy alan kitlesi var. Abdullah Öcalan ve Selahattin Demirtaş bu işe destek veriyorsa biz bu işte kandırılmıyoruz, algısı oluşur. Bu kadar bedel ödemiş insanların bir anda sırf cezaevinden çıkmak için bunu yapmadıklarını her Kürt biliyor. Bu önemli ve inandırıcı ve misyon biçmektir. Aynı şeyi Cumhurbaşkanı'yla Bahçeli'ye de biçebilirsiniz. Onun için bu toplumsal dönüşümler kolayca yapılabilir. Ha eksik yapılırsa sorun olur mu? Olur.

Ne olur?

Sivil toplumun halen tam olarak bu işin içerisine katılmaması büyük sorun bize göre ki biz bu konuda da Kent Platformu olarak süreçte rol alıyoruz. 16'sında da burada bölgesel bir çalıştay yapıyoruz. Siyasi parti liderlerini ziyaret ettik. Irak Başbakanı’nı ziyaret edeceğiz. Kürdistan Bölgesel Başbakanını ziyaret edeceğiz. Sivil toplumun dönüşümünde kullanmak dünya örneklerindedir. Türkiye'deki 2013-15 süreçlerinde de faydası görüldü.

Süreç yürüyor gibi görünüyor. Görüşmeler yapılıyor, sizin “en büyük risk budur” dediğiniz girişim, adım ya da söylem ne olur?

Bu tür süreçlerde en tehlikeli şey güç zehirlenmesi. Tarihimizde iki tane güç zehirlenmesi var. Hiç kıvırmadan konuşacağız. Biri 99 güç zehirlenmesi. Abdullah Öcalan'ın getirildiği zamanki örgütün çekilme kararıyla birlikte örgüt üyelerine pusu kuracak kadar, “biz bu işi bitirdik” zafer nidalarıyla o insanların geri çekilmesine bile müsaade etmeden pusu kurup öldürdüler. O zaman 2 binden fazla genç insan öldürüldü. Bizim de bir güç zehirlenmemiz vardı. 2013'te bir süreç vardı. 2005'ten başlaya gelen bir süreç vardı. Bu süreçte Kürt siyaseti de biraz güç zehirlenmesine girdi maalesef. Barış sürecini yürüttüğümüz bir siyasetle koşullarınızı, karşılıklı empatileri doğru kurmak zorundasınız. İnşallah bu üçüncü olmaz.

Güç zehirlenmesi derken, tam olarak bahsettiğiniz risk nedir açar mısınız biraz?

AK Parti'nin bu süreçte güç zehirlenmesinden hızlı bir şekilde uzaklaşması gerekiyor. Birincisi, Suriye'deki yapıyı sadece "HTŞ üzerinden kurmaya gücüm var" diye bakarsa, ikincisi örgütün kendini feshettiği bir ortamda, dünyada feshedilenlerle izlenmesi gereken yöntem neyse bunu dikkate almadan bir yol izlerse, bunlar hepsi güç zehirlenmesinin göstergeleri olur. Siz bir insana silah bıraktırıyorsanız, o insanın nasıl yaşayacağını da bir şekilde göstermek zorundasınız. O insanların topluma kazandırılması yöntemini birlikte belirlemek zorundasınız. Beni ilgilendirmiyor, canları cehenneme derseniz bu iş canları cehenneme ile çözülmez. 2013-15'te de böyle cümleler vardı. Şimdi, bir adım atıldı. Bu tür barış süreçlerinde karşılıklı güven artırıcı adımlar diye ifade edilir. Yani bir kesim bir adım attığı zaman siz o adımı destekleyecek adımlar atarsınız. Tabii ki siyasi riskleri hesaplayacaksınız, tabii ki bu konularda iktidarda olmak gibi bir hedefiniz vardır bunu koruyun. Bunların hepsi kabul edilebilir şeylerdir ama bu tip süreçlerde siz karşılıklı güven artırıcı adımlara önem vereceksiniz. “Biz istediğimizi yaparız”, “sen bunları yapmak zorundasın” gibi bir empatiden yoksun adım güç zehirlenmesidir. Bu sürecin kaybedeni Türkiye olur.

Diyelim ki yürümedi, ne olur, Türkiye ne kaybeder?

Şu an Rusya'nın da çekilmesi ile Amerika'nın da Suriye'de nispeten daha zayıf bir konumda kalması ile aslında Türkiye tam da abilik görevi yapabilecek bir pozisyona geldi. Ama abiler, biraz daha büyükler, bu işin huzurlu bir şekilde çözümünü kendileri sağlamak zorundalar. Kardeşler arasında orada yaşayan insanlar arasına ayrım yaparak bir tarafı güçlendirerek veya bir tarafı görmeyerek yol alamazlar. Suriye'de çıkacak sonucun, nasıl çıkarsa çıksın, önemli sorumlulardan biri Türkiye'dir.

Benzer Haberler
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.