Diyarbakır’da doğum oranları düştü: İşte nedenleri

AMİDA HABER - TÜİK’in verilerine göre Türkiye’de doğurganlık hızı 2024 yılında 1,48’e gerileyerek nüfusun yenilenme seviyesinin altına düştü. 85 milyonu aşan nüfusun 12 milyon 763 bin 159’unu gençler oluşturuyor. Uzmanlar, 2050 yılına kadar nüfusun artmaya devam edeceğini, bu tarihten sonra ise düşüşe geçmesinin öngörüyor. Son yıllarda evlilik yaşının yükselmesi ve çiftlerin çocuk sayısında azalma gözlenmesi üzerine hükümet harekete geçti. Bu kapsamda 2025 yılı “Aile Yılı” ilan edildi. Evlilik destekleri, faizsiz kredi imkanları, doğum yapan annelere yönelik maddi yardımlar ve çeşitli eğitim programları başlatıldı. Ancak bu kampanyaların gençler üzerinde nasıl bir etkisi olacağı henüz bilinmiyor.
Diyarbakır’da doğum ücretleri 40 bine dayandı
Çiftler neden çocuk sahibi olmak istemiyor?
Amida Haber’e değerlendirmelerde bulunan Sosyolog Seher Akçınar Bayar, doğum oranlarındaki düşüşün tek bir sebeple açıklanamayacağını vurguladı. Ekonomik koşulların önemine işaret eden Bayar, “Yüksek enflasyon, işsizlik ve gelir belirsizliği aileleri çocuk doğurmaktan vazgeçirmektedir. Benzer biçimde yaşam maliyetlerinin artması (barınma, beslenme, eğitim gibi temel giderler) çiftleri çocuk planlamasını ertelemeye zorlamaktadır. Bir evin temel ihtiyaçlarını sağlamak, kaliteli eğitim ve sağlık erişimi zaten ciddi bir mali yük iken, çocuk yetiştirmek de başka bir düzeyde ekonomik sorumluluk getirmektedir. Toplumsal dönüşüm ve bireyselleşme de doğurganlığa düşüş etkisi yapmaktadır. Evlilik yaşının geçmiş yıllara oranla yükselmesi, aile bağlarının zayıflaması, boşanmaların artması ve tek ebeveynli ailelerin yaygınlaşması ile çocuk sayısı arasındaki ters yönlü ilişki gözlenmektedir.
Modernleşme ve eğitim düzeyinin yükselmesi, özellikle kadınların kariyer ve bireysel gelişim odaklı tercihler yapmasına yol açmış; bu da ebeveynliğin ertelenmesine ve fertlerin daha az çocuk istemesine neden olmaktadır Bu çok yönlü nedenler yalnızca ekonomik desteklerle çözülemez; kadının statüsü, aile içi roller ve yapısal eşitsizlikler de dikkate alınmalıdır” dedi. Bayar ayrıca, siyasi ve sosyal belirsizliklerin, güvenlik kaygılarının ve çocuklara yönelik istismar vakalarının da ailelerin doğum planlarını ertelediğini söyledi. Sağlıksız beslenmenin doğurganlık üzerindeki olumsuz etkisine de dikkat çekti.
2025 “Aile Yılı”
2025 “Aile Yılı” kapsamında açıklanan ekonomik desteklere de değinen Bayar, bunların tek başına doğum oranlarını artırmaya yetmeyeceğini ifade etti. Bayar, “Doğum yardımları ve faizsiz krediler çiftleri bir nebze rahatlatabilir ama toplumsal doğum sayısını artırmaya tek başına yetmez. Türkiye’de teşviklerin etkinliği ekonomik istikrarsızlık nedeniyle sınırlı kalabilmektedir. Ayrıca gençlerin bir kısmı “maliyeti ne olursa olsun” çocuk sahibi olmak istememekte; çocuksuz yaşam tarzı giderek daha popüler hale gelmektedir. Ekonomik teşvikler çiftlere ertelemeyi düşündürseler de en az ekonomik şartlar kadar değer yargıları, kadın hakları ve iş-yaşam dengesi gibi faktörler belirleyicidir. Bu anlamda maddi destekler tek başına yeterli değildir. Aile politikalarının toplumsal cinsiyet eşitliğiyle eş zamanlı ele alınması gerekmektedir. Sonuç olarak devletin mali yardımları bir nebze fayda sağlasa da demografik sorunun çözülebilmesi için kültürel kalıplar ve kadınların toplumsal konumu gibi daha derin dinamiklerle de ilgilenilmelidir” diye konuştu.
‘Kadını tıbbi doğurganlık kaynağı olarak görüp araçsallaştırmaktadır’
Bayar, aile politikalarının toplumsal cinsiyet eşitliğiyle birlikte ele alınması gerektiğinin altını çizdi. Hükümetin sık sık dile getirdiği “en az üç çocuk” söylemlerine de değinen Bayar, bu yaklaşımın kadınlar üzerinde baskı oluşturduğunu belirtti. Bayar, “Bu tür ifade ve politikalar kadın bedeni üzerinde baskı kurmakta ve kadını tıbbi doğurganlık kaynağı olarak görüp araçsallaştırmaktadır. Toplum ve devlet tarafından dayatılan doğurganlık beklentisine karşı kadınlar özerk tercih haklarını kullanabilmelidir. Bu bağlamda hükümetin her fırsatta “en az üç çocuk doğurun” gibi söylemleri patriyarkal bir söylemdir. Çünkü kadınlar, aile kurma ve doğurma kararını ideolojik değil, kişisel ve yaşam koşullarına göre vermek istemektedirler. Bu bağlamda “üç çocuk” gibi sloganların kadınlar üzerinde baskı oluşturduğu ve hatta sosyal karşı tepkilere yol açtığı söylenebilir” diye konuştu.
Diyarbakır’da durum ne!
Diyarbakır’ın demografik yapısı ülke genelinden çeşitli farklılıklar gösterdiğine dikkat çekti. TÜİK verilerine göre Diyarbakır, ülke genelindeki düşüş eğilimine rağmen hâlâ yüksek doğurganlık hızına sahip iller arasında yer aldığını ifade eden Bayar, “Ancak Diyarbakır’ın da son yıllarda genel düşüş trendini yakaladığı görülmektedir. Şüphesiz bölgeye özgü çeşitli sosyo-politik etmenler bu durumu şekillendirmiştir. Kürt meselesinin çözümsüzlüğünün doğurduğu sonuçlar, zorunlu göç, yoksullaştırma vb. gibi politikalar bölge halkında yaşamsal bir güvensizlik ortamı yaratmıştır. Bu ekonomik sıkıntılar, evliliği ve çocuk sahibi olmayı erteleten bir ortam yaratmaktadır. Ayrıca artan sosyopolitik ve siyasal baskı rejimi neticesinde genç nüfus arasında madde bağımlılığı ve uyuşturucu kullanımı bölgede artış göstermiş; mahallelerde bu sorun gözle görünür oranda büyümüştür. Tüm bu etmenler (güvensizlik, yoksulluk, istihdam sorunları, sosyal hizmetlerden mahrum bırakılma gibi) Diyarbakır’da aile kurma ve çocuk doğurma kararlarını zorlaştırmakta; bölgenin düşen fakat halen yüksek seyreden doğum oranını anlamada rol oynamaktadır” dedi.
Çocuksuzluk çiftlere yönelik önyargılar
Bayar, toplumda kadınların hâlâ “annelikle özdeşleştirildiğini” belirterek şunları söyledi: “Çocuksuz çiftler toplumda yoğun önyargılarla karşılaşıyor. Kadınlar evli oldukları halde çocuk sahibi olmadıklarında eleştiriliyor ve ‘kadınlıklarını yerine getirmedikleri’ yönünde yargılanıyorlar. Devletin söylemleri ve politikaları da benzer müdahaleci bir boyut taşımakta bu algıyı derinleştirmektedir. Doğum teşvikleri ve “Aile Yılı” gibi girişimler ideolojik bir yönlendirmeyi içerirken, toplumsal yaşamda da radyo-televizyon yayınlarından okul derslerine kadar çocuk ve aile vurgusu yoğunlaştırılmaktadır. Bütün bu müdahaleler, çocuksuzluk tercihinin kamusal alanda “sorun” sayıldığı bir iklim yaratmaktadır. Oysa çocuk sahibi olmamak da son derece geçerli bir seçenektir.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.