Jiyanamın, delalamın, rojinamın...
Gözlerin Diyarbekir gibi aziz, azadî...
Kevokları serok, yürekleri piroz, şevleri welat, baranları şoreş, zilanları heja, rebazları şewat bu kadim şehir gibi yüreğin...
Bir şehir ki antik nehir, mihricanlar, şanolar, şanına kahya... Hevotî azizeler salınır küçelerinde.
Rüstem zanalar büyütür fidanlarını...
Honaksız konaklar olabildiğince doğal. Gihiştî ve taybetî helwestler süsler erdemleri.
Rewşenbîr xalolar güzelleştirir kıraathaneleri...
Rewşen ve dilbaz canlar cananlarla dolanır bahçelerinde, gazeller çıtırdar narin marallar ardında...
Sombahar altını bazalt karasıyla buluşur, ahenkli renk cümbüşleri, elvanî rakslar, buluşur Ahmed Arif'in dizeleriyle, Dicle kokusu siner üstümüze.
Seviler selvilere kavuşur, Amida kendinden geçe geçe gelir kendine, döner özüne, azizleri, azizeleriyle.
Amedya ruhu, anlamların ervahı, cezbeyle coşturur ulu ruhları, dalgalanır miresdar güzellikler medeniyet burcunda.
Diyarbekir, şairleri, yazarları, arifleri, alimleri, sanatkârıyla saçar burçlarını, yıldızlı bir geceye dönüşür.
Zaroklar kevoklarla ahbap, pîrler pîrlerle heval...
Ve ecdadının sözlerini çığırır ozan, rüzgarlarla rûberû...
"Ba jı tehtê çı dıbe?
Bira avis be kengi dızê bıla bızê...
Bıra şêrê rokê be, ne roviyê salekê be!
Dınya lı dınyê; çavê gur lı mihê.
Her giha lı ser koka xwe şin tê..."