Sosyolog Öztürk: Diziler kadına şiddeti normalleştiriyor

Sosyolog Öztürk: Diziler kadına şiddeti normalleştiriyor
 Muhabir
Türkiye’de “aşık kadın”, “kıskanç erkek” rolleri etrafında şekillenen TV dizileri kadına yönelik şiddeti normalleştiriyor mu? Sosyolog Berivan Öztürk, “İzleyiciyi, fail yerine mağdura odaklandırmak, toplumda mağdur suçlayıcılığı artırıyor” dedi.

AMİDA HABER - Türkiye’den onlarca ülkeye ihraç edilen dizi filmler milyonları bulan izleyici kitlesine sahip olsa da, kadının toplumsal rolünü ele alış biçimi nedeniyle zaman zaman eleştirilerin hedefi haline gelmekten kurtulamıyor. Toplumsal cinsiyet eşitliği savunucusu olduğunu belirten kadın oyuncuların, cinsiyetçi rollerde yer alması da son dönemde kadın hakları savunucularının eleştiri konusu haline geldi. Diyarbakır’da yaşayan Sosyolog Berivan Öztürk, dizi sektörünün topluma anlatmak istedikleri ile ilgili değerlendirmelerde bulundu.

whatsapp-image-2024-12-09-at-22-30-31-1.jpeg

‘Şiddet sıradanlaştırıyor ve meşrulaştırıyor’

Öztürk’e göre, kadına yönelik şiddet sahnelerinin dizilerde açık bir şekilde verilmesi, farkındalık yaratma iddiasının arkasına saklanmış bir şiddeti normalleştirme çabası. Şiddet sahnelerinin şiddetin toplumsal bağlamını ele almadan, “dramatik unsur” ya da “seyirlik malzeme” olarak değerlendirdiğini belirten Öztürk, “Bu durum ne yazık ki izleyicide empati yaratmak yerine şiddeti sıradanlaştırıyor ve hatta meşrulaştırıyor. Şiddet, toplumsal bir sorun olarak değil, bireysel ve olağan bir gerçeklik olarak sunuluyor. Bu da şiddetin estetize edilmesine, seyirlik bir unsur haline gelmesine ve sıradanlaşmasına neden oluyor. İzleyiciyi, şiddetin faili yerine mağdura odaklandırmak, toplumda mağdur suçlayıcılığı artırıyor ve failin sorumluluğunu görünmez kılıyor” dedi.

whatsapp-image-2024-12-09-at-22-30-32-1.jpeg

‘Erkek şiddetini "normal" bir durum gibi sunuyor’

Kadına yönelik şiddetin medyada ele alınış şekli nedeniyle, sadece fiziksel şiddetin değil, toplumsal eşitsizliklerin de görünmez halae gelerek normalleştiğine dikkat çeken Öztürk, şunları söyledi: “Erkeğin kıskançlığını, kadının özgürlüğünü kısıtlama hakkı gibi gösteren sahneler, izleyicilere hayatın doğal bir akışı gibi aktarılıyor. İzleyiciler, bu tür durumları ‘ne oluyor burada?’ diyerek sorgulamak yerine, olanı kabulleniyor. Günlük yaşamda zaten karşılaşılan eşitsizliklerin, medya aracılığıyla da sıradan bir şeymiş gibi sunulması, ataerkil yapıyı güçlendiren bir mekanizma haline geliyor. Bourdieu’nun simgesel şiddet teorisine göre açıklamayı çok isterim. Simgesel şiddet, yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda dilde, görsel sunumlarda ve kültürel pratiklerde işleyen görünmez bir mekanizma olarak eşitsizlikleri pekiştiriyor. Şiddet sahneleri, eleştirel bir bağlamdan yoksun olduğunda, erkek şiddetini ‘normal’ bir durum gibi sunuyor ve kadınların yaşadığı mağduriyeti görünmez kılıyor.”

whatsapp-image-2024-12-09-at-22-30-32.jpeg

‘Senaryoların değerlendirilmesi gerekiyor’

Kadın oyuncuların toplumsal cinsiyet eşitliğini savunduklarını ifade etmelerine rağmen, cinsiyetçi yapımlarda rol almalarını eleştirmek yerine, bu durumun arka planındaki sektörel dinamiklere odaklanılması gerektiğini vurgulayan Öztürk, “Türkiye’de dizi sektörü çok zorlu ve sınırlı bir alandır. Oyuncuların ellerine çoğunlukla kaba taslak senaryolar veriliyor ve yoğun bir tempoyla çalışmak zorunda kalıyorlar. Örneğin, her hafta 2-3 saatlik bir dizi çekmek hem fiziksel hem de zihinsel olarak oldukça yıpratıcı bir süreç. Meryem Uzerli’nin ‘Muhteşem Yüzyıl’ dizisi çekimlerinde tükenmişlik sendromu yaşaması buna çarpıcı bir örnek. Sektörde iyi kazançlar elde ediliyor gibi görünse de bu durum her zaman oyuncuların çalışma koşullarının iyi olduğu anlamına gelmiyor. Çoğu zaman içerisinde sıkışmaya itiyor. Bu bağlamda, kadın oyuncuları eleştirmek yerine, medya sektöründeki yapısal sorunları tartışmak daha anlamlı olacaktır. Örneğin, senaryoların yazım aşamasında toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadın bakış açısıyla değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ancak Türkiye’de bu tür bir eleştirel bakışı benimseyen yapımların genellikle tematik birkaç festival filmiyle sınırlı kaldığını görüyoruz” dedi.

whatsapp-image-2024-12-09-at-22-30-31.jpeg

‘Kadınların gücü tehdit olarak algılanıyor’

Dizilerde kadınların genellikle ekonomik özgürlükten mahrum, erkeğe bağımlı, pasif ya da baştan çıkarıcı gibi rollerde yer almasını eleştiren Öztürk, “Bu temsiller, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ve ataerkil normları medya yoluyla yeniden üretiyor” dedi. Güçlü kadınların “tehlikeli”, “kötü” olarak imgelenmesini eleştiren Öztürk şöyle devam etti: “Bu da toplumda kadınların bağımsızlıklarını ve gücünü tehdit olarak algılamaya devam eden bir kültürün yeniden üretilmesine neden oluyor.”

whatsapp-image-2024-12-09-at-22-30-30.jpeg

‘Sektörel ve yapısal dönüşümler gerekiyor’

Öztürk, yapılması gerekenleri sıralayarak şunları söyledi: “Örneğin, RTÜK’ün televizyonlarda alkollü içki tüketimini yasaklaması gibi, kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin yeniden üretilmesine karşı da benzer bir zorunluluk getirilebilir. Senaryolar, bu kriterlere göre revize edilse ve toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifiyle ele alınsa, çok daha olumlu bir etki yaratabilir. Ancak bu tür yapısal değişikliklerin, mevcut sistemde oldukça uzak bir hedef olduğunu da kabul etmek gerekiyor. Bu mesele, bireyleri değil, sistemi sorgulamamızı gerektiriyor.

Benzer Haberler
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.