İnsanoğlu çok kırılgan bir varlıktır; kendi sesinden çok, başkalarının sesine kulak kabartır. O seslerden sığınacak bir liman arar, herkesin işaret ettiği yeri, sırf herkes işaret etti diye daha güvenli sanır ve güvenli, güvenilir bir menzil için derin bir teslimiyet duygusuyla huzuru bulduğuna inanır. Herkes gibi olmak çok teskin edicidir. Herkesin söylediğini söylemek, güven içinde yaşamanın sigortasıdır artık. Bu bakımlardan, ötekilerin onu nasıl tanımladığı, ona ne gözle baktığı ve onu hangi seviyelerde gördüğü hayati değer taşır. O da elinden geleni yapar. Aynılaşmak amacıyla kendini pürüzlerden ayrıştırır, kendi tornasını toplumun aynasında yeniden yapılandırır ve genel yargılara, sığ ya da derin akan meşruiyet nehirlerine balıkla atlar.
Artık korkulacak bir şey yoktur. Herkes gibidir, onu herkesle eşitleyen o büyük beyaz tülün kıvrımlarını huzurla güven içinde okşar. Tehlike geçmiştir, tehditler buharlaşmıştır. Gözünün gördüğü, kulağının duyduğu ve ağızından çıkan seslerin hepsi, benzer sesler denizinde ortak dalgaya katılmıştır. Beslenme, barınma ve üreme ihtiyacı, sigortalanmış mülk gibi, korunmuş ve geleceğinin vazgeçilmez parçası haline gelmiştir.
Ama her sonlu mevsim gibi, gökyüzünde bulutlar toplanıp, hafif kararınca, hayatın sadece ilkbahardan oluşmadığı, bir de bu hayat denilen dehşet döngünün sonbaharla yüzleşmesi gerektiği ortaya çıkar. Hayatın ilk baharı, hakikaten herkesle uyumlu yaşamanın mevsimidir. Hayatın son baharı ise, uyumun törpülendiği ve ihtilafların boy verdiği mevsimdir.
Uyum dengesiz bozulduğunda önce huzur kendi karanlık mağarasına kaçar. Önyargıların, yanlış anlaşılmaların sert rüzgarları kuzeyden esmeye başlar. Huzuru kaçan birey, önyargı kabusuyla baş başa kalınca yalnızlığın dehşet derin kuyusunu yakından tecrübe eder.
Yalnız kalmak ya da yalnızlaşmak her yönden gelen saldırılara karşı korunaksız hale gelmektir. Aslında yalnız kalmak, kelimenin tam anlamıyla “vurun abalıya” vaziyetinin ilan edilmemiş resmidir. Linç ya da recmetmek için bir tek kayıp kelimeye ihtiyaç var. Hain.
Yanlış ipuçları, kayıp kelimelerle birleşince ortaya, öfkenin temsil ettiği, yok etme duygusu çıkar. Yok etmek. Silmek.
Bir dizi hayati değeri yüksek bağlarla birbirine bağlı olan insanların, ihtilaf anlarında birbirlerini hainlik ya da ihanetle suçlaması, ne kadar gayri insani bir davranış. İhanet ayrı düşmekten ibaret midir? Hıyanet, farklı fikirler edinmiş olmak mıdır? İhanetin gerekçesi artık benim irademi temsil etmiyorsun demek midir?
İnsanlar temel kural olarak kendi ihtiyaçları için birbirleriyle bağ kurarlar. Bu bir süreçtir ve bu sürecin sonunda da birbirlerine dair tecrübe edilmiş fikirler edinirler. Yaşanmış ve tecrübesi üretilmiş bir sürecin sonunda, “beni hayal kırıklığına uğrattın, artık sana güvenmiyor ve ben yolumu ayırıyorum” demek bir ihanet suçu mudur?
Benim insanlık kitabımda ihanetin tek karşılığı var; cebren ve şiddetle benim varlığımı ortadan kaldırma eylemi ve teşebbüsüdür. Bunun dışındaki hiçbir düşünce ve eylem ihanet ile tanımlanamaz.
Bir insanı bir kez bile ihanetle suçladığınızda bu dünyada ona bir cehennem yaratmış olursunuz. O cehennemin ateşi, sadece onu yakmaz, yetmiş yedi sülalesi de bu cehennemin ateşinde yanar.
Öyle olur olmaz şeyler için ihanet suçlamasına başvuranlar, büyük vebal atına girerler