Yapay zeka-Açlık sınırı-Kürt siyaseti
Konu insan olunca yazmanın, konuşmanın veya sözün yer, mekân ve zaman açısından anlamsızlığı insanı derin bir belirsizliğe itiyor. Belki de bu duruma anlamın anlamsızlığı demek daha doğru olur diye düşünüyorum.
Anlam kendi anlamını zaman yolculuğu misali hızla yitirirken neyi yazacağız? Neyi konuşacağız? Ya da söze nereden başlayacağız? Bulunduğumuz zamansal andan mı? Dünden mi? Yarından mı?
Baktığımızda konu insan olunca hiç bir anlamı yok aslında… Hangi insanı konuşacağız? Eğer bunun tarifini yapabilirsek belki bu anlamsız döngüden çıkabilir veya kendimize yüklediğimiz o büyük büyük hayaller ile o büyük büyük umutsuzlukların hiç de kutsal bir yürüyüşün parçası olmadığını anlamış oluruz.
Şimdi çok gündemde ya "Yapay Zeka"
Bilgi yüklenmiş varlık… Peki biz insan "Hafıza Yüklenmiş Bir Varlık” olarak nereye bakacağız?
Özelikle de son birkaç yılda yaşadıklarımıza baktığımız zaman derin bir hayal kırıklığını ve umutsuzluğu hissetmemek mümkün değil ama ben insanım dedim ya; bu düşüncelerle olayı yorumlamaya çalışırken yaşadıklarımızı kendimi birden bire "yüklenmiş bir hafızanın güncel ve tarihsel yolculuğunda" buluyorum. Akdeniz’de bir mülteci teknesinde umuda yolculuk yaparken kendimi denizin dev dalgalarında boğulurken görüyorum. O saniyede IŞİD’'in Musul’a saldırdığı dönemdeki bir çocuk olarak o vahşet döneminde insanların cayır cayır yakıldığı, kafalarının kesildiği ve köle pazarlarında satıldığı anda kendimi buluyorum. Daha noktayı koymadan Japonya’da Hiroşima’da atom bombasının atıldığı günde ortaya çıkıyorum. O tarifi imkânsız ateş topunun insanları canlı canlı erittiği zaman diliminde ben de eriyorum onlarla birlikte. Vücudum alev topunda erirken zihnim beni Latin Amerika'daki faşist diktatörler döneminde dolaştırıyor. Sokaklarda insan avının iştahla yürütüldüğü dönem. Hapishanelerde işkencelerle paramparça edilmiş bedenler tecavüze uğrayan kadınlar arasında dolaşıyorum. Sanki bir sokaktan diğer sokağa geçer gibi kendimi Afrika’da açlık ve sefalet içerisinde buluyorum. Açlığın kokusu öyle dayanılmaz bir koku ki; beni daha gençliğimin baharında iken Siirt tugayında zevkle döven ve işkence eden polisin yanı başında buluyorum kendimi…
Bu ne dayanılmaz bir yolculuk ki; açlık, sefalet, ölüm, umutsuzluk yolculuğu ve bu yolculuk bitmiyor. Meksika’da uyuşturucu mafyasının insanları köprülere astığı sokaktan geçiyorum.
Diyorum ya yüklenmiş hafıza bu. İktidarda kalmak için bütün kardeşlerini öldüren padişahları görüyorum. Moğol orduları dünyayı kasıp kavururken ya da Haçlı orduları Kudüs'e yol alırken kanlı kanlı cesetler üzerinden kuş uçuşu yapıyorum.
Bir yandan saraylarda yaşanan aklın bile tarif etmekte zorlandığı zevk ve sefa; altınlar, elmaslar, zümrütler, gümüşler…
Bir yandan bir nefes uzaklığında vebadan ölen yüz binlerce insan… Bu ne yaman çelişki bile diyemiyorum. Konu insan ya. Yüzde 10'nun serveti yüzde 90’dan fazla olan insan.
Doyarken daha fazla acıkan varlık. Gel de bu yüklenmiş hafızaya sor artık ne olacak bu Türkiye’nin hali veya da son iki seçimde neler oldu ki değişen bir şey çıkmadı veya yaklaşan yerel seçimlerde neler olacak diye.
Cevabı ne olur sizce? Boşuna mı gezdirdim seni bu kısa tarih yolculuğunda ve kimi daha yeni yaşanan olaylar veya hala yaşanmaya devam edenler diye. Vereceğim bir cevap yok işte bu söylediklerine. Başta söylediğim gibi anlam da anlamını yitirirken sözün bir anlamı kalır mı ki? Ama insanız sonuçta; ne yaşanırsa yaşansın sanki bizimle başlayan bir tarih vardır diye kendimizi paralarız.
Ben de paralayayım o zaman…
İktidar temsilcileri “2025 yılına kadar idare edin” diyorlar Neyi “idare edin” diyorlar mesela? Şu anda yoksulluk sınırı 40 bin TL, açlık sınırı 12 bin TL ve 2025’e kadar büyük ihtimalle yoksulluk sınırı 60 bin TL olacak. Açlık sınırı 30 bin TL veya daha fazla olur ve buna dayanın diyorlar.
İktidar yetkililerinin söylediğine göre önümüzdeki 2 yıl içerisinde yaşanacak olan ekonomik tablo bu şekilde olacak. Bu tablodan yerel seçimlerde bir değişiklik çıkmaz mı? Normalde sadece değişiklik değil, tepe taklak olmalı yerel seçim sonuçları ancak öyle mi olacak? Çok emin değilim.
Çünkü milletvekili ve cumhurbaşkanı seçimlerinde de tablo aşağı yukarı böyleydi ama hiçbir sey olmadı.
Nedeni iktidarın becerisi miydi? Hayır, kesinlikle hayır. Muhalefetin beceriksizliğinden dolayı bu tablo değişmedi ve hâlâ ortada bu tabloyu değiştirecek bir muhalefet becerisi de görünmüyor. “İktidar kendi kendine muhalefet ediyor” derlerdi ya; “Boş Tencere’nin deviremediği iktidar yoktur” derlerdi ya; doğrudur ama sorun şurada ki; boş tencereyi sandığa taşıyacak muhalefet olmalıdır.
Bugün itibari ile böyle bir muhalefet ortada görünmüyor.
Yarın olur mu? Olabilir tabi.
Dedik ya konu insan olunca hiçbir şey sürpriz değildir.
Bazen bütün sürprizler kapalı devre yapar ve toplumsal çürümeye neden olur. Bunlardan en yakıcı olanlarını son yedi yılda yaşadık ve hâlâ yaşamaya devam ediyoruz.
İlki olan 15 temmuz darbe girişimi ile Türk siyaseti bitkisel hayata sokuldu ve bu bitkisel hayattan çıkmak için siyasetin aradığı bütün çareler onu daha da zor duruma soktu ve sokmaya devam ediyor.
Diğeri hendeklerden ötürü Kürt siyaseti de bitkisel hayata girdi onlar da aradıkları çareleri yanlış adreslere soruyorlar.
Türk siyasetindeki demokratik mücadele yol ve yöntemleriyle, bu yöntemlere biçim veren hak ve hukuk anlayışı ne yazık ki statükoyu korumaktan öteye gitmiyor ve siyaseti değişime zorlayamıyor. Ürkek ve korkak arayışlar iktidarın belirlediği gündemler içinde boğulup gidiyor.
Kürt siyasetinin hendeklerle hesaplaşmaması sonucu Kürtlerde her zaman canlı olan itiraz, sorgulama ve başkaldırı geleneğini belirsiz bir tarihe ertelemiş gibi.
Böylesine boğucu ve umut vermeyen tablodan yakın zamanda bir ışık beklemek sürpriz ötesi bir şey olsa gerek.
Gelelim PKK’nin silahtan vazgeçme durumuna.
Son tabloda görüleceği üzere PKK’nin ( İran ile olan girift ilişkileri nedeni ile ) yegâne görevi İran’ın bölgedeki konumunu korumaya yönelik olduğundan ötürü ve özelikle de ABD’nin bölgede askeri varlığını arttırrmasından sonra İran’ın Suriye’de yaşamış olduğu tedirginlik PKK üzerinde bir basınca neden olmaktadır ve bu da PKK’nin Güney Kürdistan’da KDP ile ilişkilerini gerginlik ötesi bir duruma taşımaktadır.
Yani anlayacağınız ABD’nin baskıları aynı zamanda İran’ın Kandil’e baskısına neden olmaktadır.
Kandilin de üzerindeki baskıyı KDP üzerinde boşaltmasına neden olmaktadır. Türkiye’deki Kürt siyasetinin ne olacağı Kandil açısından bir öncelik sorunu olmadığından ötürü ne yazık ki silahtan vazgeçmenin önü bir türlü açılmıyor.
Yerel seçim öncesi bir gelişme olur mu? Mümkündür ama bu yazdığım tabloda bir değişim olursa tabi ki. Burası Ortadoğu, her an her şey olabilir…
Yani insan ve Ortadoğu yan yana gelince nokta ile sözü bitirmemek lazım!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.