Sayıştay raporları yine bir gerçeği yüzümüze vurdu. Kayyumlarla yönetilen belediyelerde kamu kaynakları, şeffaflıktan uzak, denetimsiz ve keyfi biçimde harcanıyor. Mersin Akdeniz ve Batman belediyelerinde ortaya çıkan milyonlarca liralık usulsüzlükler bunun en somut göstergesi.

Üzüm festivallerine, tanıtım organizasyonlarına, anketlere milyonlar harcanmış. Kadınlara dağıtılacak yardım kolileri kaybolmuş, bazıları belediye sınırları dışına gönderilmiş. Halkın ekmeği, alın teri, vergisi; birkaç kişinin siyasi konforuna, vitrin gösterisine dönüşmüş.

Sorulması gereken basit bir soru var:

Kayyum denetim, adalet ve hizmet için mi atanıyor, yoksa halkın seçtiği yöneticilerin yerine bürokratik bir vesayet düzeni mi kuruluyor?

Diyarbakır, Van, Batman, Mardin… Yıllardır aynı tabloyu yaşıyoruz. Halk sandıkta iradesini ortaya koyuyor, fakat kısa süre sonra “idari kararlarla” seçilmişler görevden alınıyor. Yerlerine kayyum atanıyor. Oysa demokrasinin özü, seçilmişin halka karşı sorumlu olmasıdır; atanmışa değil.

Kayyum sistemi, Türkiye’nin demokratik kazanımlarına vurulmuş en derin darbelerden biridir. Çünkü bu sistem, yalnızca bir belediye başkanını değil, bir halkın iradesini de görevden uzaklaştırıyor. Halkın kendi kendini yönetme hakkını, yerel demokrasi kültürünü, siyasete duyulan güveni yok ediyor.

Üstelik bugün görüyoruz ki, kayyumların “şeffaflık” ya da “düzen” getirdiği iddiası da çökmüş durumda. Sayıştay’ın belgeleri ortada. Festivallere milyonlar, ihalesiz alımlar, kayıp yardımlar…

Yani mesele sadece demokrasi değil; aynı zamanda kamu malının nasıl talan edildiği meselesi.

Artık bu düzenin değişmesi gerekiyor.

Seçilmiş belediye başkanları görevlerine iade edilmeli, kayyum uygulaması Türkiye’nin siyaset tarihinden silinmelidir. Halkın iradesi ne zaman gasp edilirse, demokrasi o kadar zayıflar; adalet o kadar yara alır.

Bugün yapılması gereken şey, halkın iradesine yeniden saygı göstermektir. Çünkü sandıkta verilen oy, sadece bir kağıt parçası değildir; bir halkın onurudur.