2023 seçimlerine sayılı günlerin kaldığı, siyasi atmosferin ısınmaya başladığı zamanlardayız. Bir yandan çeyrek asra yakındır iktidar sarhoşluğunda olanlar ile diğer yandan değişim rüzgârları estirmeye çalışanların hamlelerinin olacağı zamanlar…
İktidarı elinden bırakmak istemeyenlerin oluşturduğu ittifaka baktığımız zaman, seçim sürecinin demokratik geçip geçmeyeceğine dönük endişe verici bir tablonun toplumun büyük bir kesimi tarafından görüldüğünü söylemek bizi yanıltmayacaktır. Sandık güvenliği, oyların değiştirilmesi ve nihayetinde sonuçların spekülatif şekilde manipüle edileceğine ilişkin ciddi kaygılar hakim.
Pandemi, ekonomik kriz ile depremlerin yarattığı yükten iyice bunalmış bir halk atmosferinde seçimler yapılacak. Yıllardır iktidar oldukları halde çözüm üretmedikleri sorunlar devam etmektedir. Başta işsizlik olmak üzere, Kürt sorunu, mülteci sorunu, Alevi meselesi ile temel hak ve özgürlüklerin sekteye uğraması gibi kronikleşen meseleler içinden çıkılamaz hale girmiş durumda.
FETÖ kalkışması sonrası mevcut iktidarın kurduğu baskı rejiminin yarattığı tahribat geniş kesimleri mağdur etmiştir. Kayyımlar, cezaevlerine atılan binlerce insan ve KHK ile haksız yere işinden olanlar gibi toplumun önemli kesiminde ciddi yaralar açmıştır.
Dış siyasetteki agresif tutum, Suriye meselesinde takip edilen politikaların yarattığı sorunlar devam etmektedir. Milyonlarca mültecinin yarattığı sosyal, politik ve ekonomik çıktılar ortada.
İktidarın nimetlerinden yararlanmak isteyen yandaş çevrelerin kamu kaynaklarını halkın yararına kullanmaktan ziyade kendi çıkarlarını maksimize etmeleri ciddi bir gelir adaletsizliğine yol açmıştır. Ülkede yapılan bazı yatırımların büyük oranda zarara yol açmaları, köprü, şehir hastaneleri, maden aramalarının çevreye verdiği zararlar ve benzeri yatırımlar, ciddi anlamda birer rant alanlarına dönüşmüştür.
Çevreye zarar veren HES projeleri, yanlış kullanımlardan dolayı kuruyan göller, kirletilen su kaynakları, inşaata açılan meralar ile verimsizleştirilen tarım arazileri son yarım asırlık zamanı dikkate aldığımızda bu alanlardaki tahribat en üst seviyelere ulaşmış vaziyettedir.
Ülkede yenilenebilir enerji kaynakları varken, çevreyi tehdit eden projelere girmek hangi akla hizmet etmektedir? Mesela Mersin’de yapımı devam eden nükleer santral projesi, olumsuz bir durum karşısında Akdeniz sahil alanının yaklaşık 400 km’lik kısmını yaşanamaz hale getirebilir. Bunun yanında son yıllarda ülke adeta ileri ülkelerin çöplüğüne dönüştürülmüş durumdadır. Bundan ötürü Avrupa’nın en fazla atık ithal eden ülkesi pozisyonundayız.
Öte yandan atanmayan yüzbinlerce öğretmenin yaşadığı sorunlar ile özel sektörde çalışan öğretmenlerin yaşadığı güvencesizlik ve emek sömürüsü cumhuriyet tarihinin en kritik seviyesine ulaşmıştır.
Ülkenin sosyal, politik, ekonomik, sağlık ve eğitim ile ilgili durumunu ortaya çıkarmaya dönük yapılan uluslararası objektif araştırmaların sonucunda hangi ülkelere yakın olduğumuzun tablosu durumumuzun vahametini ortaya sermektedir.
Bir ülkede yaşayanların huzurlu olup olmadığını anlayabilmek için ülke “mutluluk endeksine” bakmak gerekiyor. Son araştırmalar(Rapor editörü Kanadalı ekonomist John F. Helllwell – 2021 Gollup Dünya Anketi) bizim, Zambiya, Tanzanya, Ruanda ve Afganistan gibi sıkıntılı ülkelerle yakın endekse sahip olduğumuzu gösteriyor. Kaldı ki 2021 den bu yana meydana gelen büyük sorunlar( Ekonomik kriz, depremler)bu endeksin çok daha kötü bir noktada olduğunu tahmin etmemize yetmektedir.
Son 5 yılda yurtdışına doğru gerçekleşen beyin göçü, nitelikli insan kaybına yol açmıştır. Ne yazı ki bu süre içinde gerçekleşen göç, son 30 yılın ortalamasını fazlasıyla geçmiştir.
G20 ülkeleri arasında konumumuz itibariyle daha güçlü bir noktada olmamız gerekirken, bu grubun dışına çıkma ihtimalimiz artmış durumda. Küresel çapta her konuda model bir ülke olabilecek imkânlara sahip olduğumuz halde birçok açıdan geri kalmış ülkelerle anılıyor olmamız büyük bir acı.
Yukarıdaki tüm olumsuz tablonun düzelmesini hayal etmek her aklı başında yurttaşın hakkı olmakla beraber, nitelikli bir yaşamı istemek te en insani taleptir.14 Mayısta bu tablo bir anda belki değişmeyecektir ama en azından bir umut kapısı aralanacaktır. Sanırım Brezilya Başkanı Lula’ nın “cennetin kapısını açmayacağız, cehennemin kapısını kapatacağız” sözü 15 Mayısta karşı karşıya olacağımız durumu çok iyi yansıtmaktadır. Bütün mesele bunu yapacak bir iradenin ortaya çıkmasıdır. Umudumuz, temennimiz bu yönde…