Diyarbakır’da Kadınlara Kurulan Tuzak ve Toplumsal Sorumluluğumuz
“Kadın onuruna dokunan el, bir kentin tarihine leke sürer.”
Diyarbakır… Binlerce yıllık geçmişiyle, Mezopotamya’nın kalbiyle, surlarının her taşında bir direnişin, bir kadim onurun sesi yankılanan şehir. Böylesine köklü bir kentte, bugün bazı karanlık odakların “iş ilanı” kisvesi altında kadınları uyuşturucu ve fuhuş tuzaklarına düşürmesi yalnızca bir suç değil, Diyarbakır’ın toplumsal ruhuna açılmış derin bir yaradır.
Bu durum, bir kentin kültürel ve ahlaki kodlarına aykırı olduğu kadar, insanlık onuruna da meydan okumaktır. Kadın emeğini, umudunu ve yaşam hakkını hedef alan bu çete yapılanmaları, ekonomik sıkışmışlığı, işsizlik ve çaresizliği kullanarak insanları tuzağa çekmektedir. Bu ise sadece bireysel bir dram değil; toplumsal bir çürümenin işaretidir.
Diyarbakır toplumu, tarih boyunca dayanışma, adalet ve onuru birleştiren bir toplumsal yapıya sahipti. Kadın, bu toplumda yalnızca bir birey değil, bir kültürün taşıyıcısı, bir bilgelik ve direniş simgesidir. Bu nedenle, bir insanın bedeni ve emeğinin kazanç aracına dönüştürülmesi, yalnızca bir suç örgütünün eylemi değil; bir halkın vicdanına atılan zincirdir.
Toplumsal dayanışmanın, mahalle kültürünün, akrabalık bağlarının zayıflamasıyla birlikte bu tür çeteler daha rahat hareket edebilmektedir. Eskiden bir sokakta yabancı bir yüz hemen fark edilirdi; şimdi sanal ortamda kurulan tuzaklar görünmez hale gelmiştir. İşte bu görünmezlik, modern dünyanın en tehlikeli silahıdır.
Bölgedeki işsizlik oranları, özellikle kadınlar ve gençler arasında derin bir ekonomik kırılganlık yaratmıştır. Bir iş ilanı, bir kurtuluş umudu gibi görünürken aslında birçok kişi için geri dönüşü olmayan bir karanlığın kapısı haline gelmiştir. Bu durum sadece kriminal değil, aynı zamanda sosyolojik bir sorundur. Kadınların ekonomik bağımsızlığının zayıf olması, onların eşit yaşam hakkını tehdit etmekte ve istismar riskini artırmaktadır.
Diyarbakır halkı tarih boyunca zulme sessiz kalmadı. Şimdi de kalmamalı. Kadınlara, gençlere, yoksullara kurulan bu tuzaklara karşı toplumsal bir seferberlik başlatılmalıdır. Sessizlik, suça ortak olmaktır. Bu kent, evlatlarının, kardeşlerinin, komşularının çığlıklarına sırtını dönmemelidir.
Mahalleler, sivil toplum kuruluşları, yerel medya ve özellikle kadın örgütleri, bu konuyu görünür kılmalı, farkındalık çalışmaları yürütmelidir. Belediyeler ve kamu kurumları, sahte iş ilanlarını denetlemek, istihdam alanlarını artırmak ve kadınların ekonomik güçlenmesini desteklemek zorundadır.
Kadın onuru, bir toplumun en temel değeri, bir kentin vicdanıdır. Bir insana uzanan her kirli el, aslında bir toplumun kalbine, bir halkın köklerine uzanır. Kadınların onuruna, emeğine, yaşam hakkına yönelik her saldırı, sadece bireysel bir mağduriyet değil; toplumsal çöküşün sessiz başlangıcıdır. Çünkü eşitlik ve adaletin olmadığı bir şehir, kendi tarihini, kültürünü ve geleceğini koruyamaz.
Diyarbakır gibi kadim bir kentte bu karanlık tuzaklara teslim olmamak, yalnızca devletin değil; halkın, sivil toplumun, mahallelerin ve her vicdanlı bireyin ortak görevidir. Çetelerle mücadele, yalnızca polisiye bir mesele değildir; toplumsal bir direniş biçimidir. Her evin ışığı biraz daha kısıldığında, her genç kadın ya da erkek “iş” umuduyla bir karanlığa çekildiğinde, aslında toplumun ortak vicdanı da biraz daha kararmaktadır. Bu karanlığa direnmek sadece bir güvenlik önlemi değil, insanlık onuruna sahip çıkma sorumluluğudur.
Diyarbakır halkı, tarih boyunca zulme, haksızlığa, adaletsizliğe karşı susmadı. Şimdi de susmamalı. Çünkü sessizlik, suçun en büyük destekçisidir. Halk, geçmişinde olduğu gibi bugün de kendi onuruna sahip çıkmalı; mahallelerinde, okullarında, iş yerlerinde farkındalığı büyütmelidir. Kadınlara ve gençlere kurulan her tuzak, Diyarbakır’ın kadim kültürüne, misafirperverliğine ve dayanışma ruhuna ihanettir. Bu ihaneti boşa çıkarmanın yolu, birlikte ses yükseltmekten ve dayanışmayı yeniden kurmaktan geçer.
Unutulmamalıdır ki, kadim kentlerin çöküşü dış düşmanlarla değil, içeriden gelen sessizlikle başlar. Sessizlik, kötülüğün en uygun zemini; duyarsızlık, suçun en büyük destekçisidir. Eğer Diyarbakır halkı kendi kentinin onuruna, kadınlarının ve gençlerinin özgürlüğüne sahip çıkarsa, hiçbir çete, hiçbir karanlık güç bu şehrin kadim ruhunu teslim alamaz.
Diyarbakır’ın sessiz kalmaması, yalnızca bir tepki değil; bir uyanıştır. Bu kentin bin yıllık onurunu yeniden ayağa kaldırmak, Sur ‘un taşlarında yankılanan o eski direniş ruhunu yeniden canlandırmaktır. Çünkü Diyarbakır sadece bir şehir değil, bir kimliktir; o kimliğin özü ise onur, eşitlik, vicdan ve direniştir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.