Napolyon, Piramitler, Gabriel, Diyarbakır Kalesi
Piramitler
Mısır 641 yılında İslam ordularınca alındı ve İslamiyetin Mısır’a 1157 yıllık hakimiyetinden sonra yani 1798 yılında Napolyon’un seferleri başladı (https://www.indytrk/node/642706)
Gizemini koruyan piramitler hakkındaki bilgi ve iddiaları, bu uzun dönem boyunca derleten tek kişi Halife Harun Reşid’in oğlu 7. Abbasi halifesi Memûne’dir (doğumu 786, halifeliği 813-833, ölümü 833) ve Abdüllatif el-Bağdadi’nin El-İfade Ve’l-Itibar adlı eserinde bu konuya dair araştırma sonuçları anlatılır.
2. Eyyübi sultanı Melikü’l Aziz Osman bin Yusuf döneminde (1171-1198) devlet bütçesi ile piramitler yıkılmaya başlandı, 800 günde belki 200 taşı yapıdan ayırıp kırabiliyorlar, ki bu piramitte bir çizik demek; yoğun çaba, bütçeye rağmen başarılı olunmayınca yıkımdan istemeden de olsa vazgeçiliyor
(htps://tr.wikpedia.org/wiki/Mısır_Piramitleri).
Osmanlı padişahlarından Yavuz Selim Mısır’ın fethi ile piramitler için ‘Bir alimimiz bu çadırları incelese de içinde neler olduğunu söylese!’ diyor ancak cümlenin arkası gelmiyor.
Batılı tarihçiler bu döneme ‘Kayıp Bin Yıl’ der.
Napolyon Mısır’da kalmaya başlayınca farklı disiplinlerden yaklaşık 130 bilim insanı ile Mısır İlimler Enstitüsü’nü kurdu. Reşit kentinde aynı metnin hem Hiyeroglif ve eski Yunancası kazınmış Reşit ya da Rosetta isimli 760 kg’lık taş bulundu. Bir kopyası Fransa’ya ulaştırıldı. 1633’te papaz Athanasius Kircher hiyeroglifleri çözmeyi denemiş olsa da, Jean-Francois Champollion 1830’larda Rosetta taşı sayesinde bunu başardı.
Diyarbakır Kalesi
Fransız arkeolog Albert-Louis Gabriel (1883-1972), 1926-1956 arasında Türkiye’de yaşadı. İstanbul Üniversitesi’nde ders verdi ve İstanbul’da Fransız Arkeoloji Enstitüsü’nü kurdu. Türkiye Maarif Vekaleti’nin (Milli Eğitim Bakanlığı) talebi ile 1940’lara kadar birçok kentte tarihi eserleri inceledi. 1932 yılında Diyarbakır valisi Faiz Ergun kale içi hava alsın diye surların kuzey ve güney burçlarında başlattığı dinamitli yıkımı görünce Ankara’ya itiraz ederek durdurdu (isteyen vatandaş evinde ya da bir başka yerde kullanım için yığınlardan istediği kadar sur taşı aldı). Gabriel durdurmasaydı muhtemelen ‘kısa’ bir alan değil de Dağkapı’dan diğer kapılara olan beden ve burç kısımları yok edilmiş olacaktı ya da tamamı.
Diyarbakır kalesini tahrip etmeye çalışanlarla, kaderine terk edenlerle, sessizce izleyenlerle, parasını alarak onarırken tahribatı artıranlarla, istismar için ya da içtenlikle tahribatı işaret edip önleyemeyenlerle geçen ‘tahrip yüz yılı’..
Tarih bilinçleri olan Napolyon ve Gabriel arasında en az 130 yıl var ama tarihi eserlere ciddiyetleri, yaklaşım yöntemleri benzer. İkisinin de Fransız ve erkek olması önemli değil, her ikisi de gittiği yerde enstitü kuruyor ve tarihi eserler için çaba gösteriyor. Piramitler kurtuldu, korunuyor ancak henüz tam koruma altına alınamamış Diyarbakır Kalesi için ‘Tahripte İki Yüzüncü Yıl’
Napolyon ya da Champollion’un isimleri piramitlerden birine verilmiş midir? İsimlerinin verileceği, verilmesi gerektiği Napolyon ya da Champollion’un aklına gelmiş midir? Bu iki kişinin amacı isimlerinin verilmesi miydi? İsimler verilmeyince sitem etmişler midir? Bilemiyoruz!
Gabriel’in ismi burçlardan birine verilmeli mi? Napolyon’un ismi piramitlerden birine neden verilmediyse, Gabriel’in ismi de burçlardan birine verilmemeli. Kişi ismi verilmiş bir burcumuz var mı? ht://w.diyarbakir.gov.tr/diyarbakir-surlari ) Olsa da kişi ismi ya da yeni bir isim vermemek lazım. Bir burca kalemizi Dünya Mirası listesine alan UNESCO ya da o dönem direktörünün ismini de bu öneriyi hazırlayan ve gerçekleştiren bireylerimizin ismini de vermemeliyiz.
Farklı da olsalar kalemiz de tıpkı piramitler gibi eşsiz, önemli, ciddi bir komplekstir; bu gibi eseRleri bulmak, incelemek, tarihini aydınlatmak, korumak olağandır ve araştırmacılar, destekçileri hep var olacaktır.
Belki vali tarafından yıkılmış yani artık olmayan bedenlerin sur dışındaki bir alanına (bedene ya da burca değil) Gabriel’in ismi verilebilir, bir levhaya açıklama yazılabilir, böylece Gabriel ismi öne çıkarılabilir ya da yeni bir sokağa ya da bir parka, bir alana ismi verilebilir ancak yüzlerce, binlerce yıllık bir burca isminin verilmesinin yerinde olmadığını düşünüyorum.
Burçların, mahallelerin bilinen ilk isimlerini kullanmak ve belki bu ilk addan sonra verilen diğer isimleri sıralamak gerekir, eğer ismi yoksa isimsiz de kalabilir. İsimleri koruyamadığımızın birer aleni örneği olarak, coğrafi yer adlarımızın değiştirilmesi ve en son Kıtılbil. Aynı yöntemi uygulamak doğru değil. Bugün bir burca yeni bir isim verilirse yarın diğerlerine verilir. Bu iyi bir başlangıç ya da iyi bir öğrenilmişlik değildir.
Gabriel işini, görevini ciddiyetle yapıyordu, bu amaçla bölgemize de geldi ve rastladığı yanlış bir uygulamayı durdurmak için mesleki hassasiyetle harekete geçti. Bu etik tavrı kentimiz, bölgemiz ve dünya için çok önemli. Kendisini anmaya, aktarmaya ve teşekkür etmeye devam edeceğiz.
Konumuz!
Kentimizin ve bölgemizin çağcıl ‘tarihi eser politikası’ ya da ‘turizm politikası’ (ve diğer politikaları) yok ve sanki ihtiyaç duyulmuyor! Politikasızlığın bir yansıması, uygulaması olarak burçlar ya da sur içi mekanları ticari işletme olarak değerlendiriliyor. Bunun yerine kentin binlerce yıllık sanatsal, kültürel, inançsal geçmişini sergileyen ve hatta güncel modern sanata yer veren müzeler, sahneler, alanlar oluşturulabilir.
Diyarbakır’ın acil, çağcıl bir ‘tarihi eser, turizm ve tarihi alan’ politikasına ihtiyacı var; Kimse bir daha Kırklardağına konut ya da Fiskayası altına kafe yapamasın, kimse hendek kazamasın ki kimse kazılan o hendeklerle birlikte tüm alanı tarihten ve zamanla hafızadan silemesin, Dicle nehrine kanalizasyon, katı ya da sıvı atık deşarjı yapamasın, Keçi burcunun içinde çiğ köfte yoğurup satamasın ve terasına kürsü atıp çay satamasın, beden taşları çalınıp satılıp duvarda, bahçede kullanılmasın, beden etrafını neon ışıklarıyla donatıp yere minder yayamasın, dekor dizaynı için bedenleri yeniden dizayn edemesin, Hevsel’i binalarla ya da tarlalarla dolduramasın..
Diyarbakır’ın ve bölgenin herhangi bir somut ya da soyut değerini olduğu gibi ortaya koymak ve korumak, bir politika belgesi ile ve bunun şeffaf ve toplumca da ortaklaşa bir kararlılıkla uygulanması ile sağlanabilir. En az yedi bin yılda inşa edilmiş kalemizin, son yüz yıldır duraksamadan göz önünde devam eden tahribatının sürmesine izin veremeyiz.
Kentimizin tarafsız tarih ve tarihi eser koruma bilincini edinmeye çalışan, olumsuzluklarda kaygı ve açık hassasiyet sergileyen bireylerinin yeni bir çevre bilinci oluşumuna katkıda bulunması gerekir.
Tarihi eserlerimizi tanıma, tanıtma ve korumadaki mevcut yaklaşımımızı ve tutumumuzu yeni nesille tartışmalıyız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.