İyi okul – iyi öğretmen yanılsaması ve pedagojik gerçekler
“Her okul değerlidir, her öğretmen kıymetlidir; nitelikli eğitim torpille değil, eşitlikle çoğalır.”
Diyarbakır’da bazı ilkokul ve ortaokulların “nitelikli eğitim veriyor” algısıyla veliler tarafından yoğun ilgi gördüğü gözlemlenmektedir. Bu ilginin doğal sonucu olarak, o bölgede yaşamayan aileler adres değişikliği yaparak çocuklarını bu okullara kaydettirmekte, hatta sınıf yerleşiminde torpil arayışına girerek “iyi sınıfa düşmek” için çaba sarf etmektedir. Ancak bu yönelim, eğitimde fırsat eşitliğini zedeleyen ve hem çocukların hem öğretmenlerin öğrenme ortamlarını olumsuz etkileyen bir duruma yol açmaktadır.
Bir sınıfta öğrenci sayısı arttıkça öğretmen-öğrenci etkileşimi doğal olarak azalır. Öğretmen, farklı öğrenme stillerine ve bireysel ihtiyaçlara daha az zaman ayırabilir. Çocukların katılımı sınırlanır, soru sormak ve kendini ifade etmek güçleşir. Böylece aslında velilerin “daha iyi eğitim” umuduyla yöneldiği okullarda, sınıf mevcutlarının aşırı artması tam tersi bir sonuç doğurur: Eğitim kalitesi düşer.
Eğitim bilimleri açısından bakıldığında, her okul potansiyel olarak iyi bir okuldur ve her öğretmen, gerekli koşullar sağlandığında nitelikli eğitim verebilir. Bir okulun başarısı yalnızca öğretmenlerin bireysel çabalarıyla değil, aynı zamanda sınıf mevcutları, okul iklimi, veli işbirliği, yönetim desteği ve öğrencilerin sosyal-psikolojik koşullarıyla ilgilidir. Yani “iyi okul” imajı, çoğu zaman gerçeği tam olarak yansıtmaz.
Adres taşıma yoluyla kayıt yaptıran öğrenciler, gerçekten o mahallede yaşayan çocukların haklarını gasp etmektedir.
“İyi sınıf” beklentisi, diğer sınıfları değersiz göstererek çocuklar arasında gereksiz bir rekabet ve ayrışma yaratır.
Torpil yoluyla sınıf belirlenmesi, öğretmenlerin ve yöneticilerin otoritesini zedeler, okula olan güveni sarsar.
Çözüm önerileri
Velilere, her okulda kaliteli eğitimin verilebileceği ve önemli olanın çocuğun ilgi ve ihtiyaçlarına göre desteklenmesi olduğu anlatılmalıdır.
Öğrencilerin sınıflara eşit ve adil bir şekilde dağıtılması, “iyi sınıf – kötü sınıf” algısının önüne geçer.
Milli Eğitim’in kontenjan ve kayıt politikalarında bu yoğunluk gözetilmeli, sınıflar makul düzeyde tutulmalıdır.
Her okulda öğretmenlerin mesleki gelişimini destekleyen, velilerle iletişimi kuvvetlendiren bir okul kültürü oluşturulmalıdır.
Elbette. Sonuç bölümünü Diyarbakır bağlamına daha geniş ve vurucu şekilde yeniden yazdım:
Diyarbakır’da bazı okulların “iyi okul” olarak öne çıkması, diğer okulların potansiyelini gölgede bırakmakta ve eğitimde gereksiz bir hiyerarşi algısı yaratmaktadır. Oysa bu şehir, genç nüfusu ve kültürel çeşitliliğiyle, eğitime yapılacak her nitelikli yatırımın en yüksek verimi sağlayabileceği bir yerdir. Kalabalık sınıfların yarattığı pedagojik olumsuzluklar göz önünde bulundurulduğunda, yapılması gereken şey velilerin belirli okullara yığılmasını teşvik eden algıları beslemek değil, tüm okulların koşullarını iyileştirmektir. Her semtte, her mahallede çocuğun güvenle eğitim alabileceği bir okul bulunduğunda, veliler adres taşıma ya da torpil arayışına girmeyecek; çocuklar da ayrışmadan, eşit bir ortamda gelişim gösterebilecektir.
Diyarbakır özelinde gerçek eğitim başarısı, yalnızca birkaç okulun öne çıkmasıyla değil, bütün okulların niteliğini yükseltmekle mümkün olacaktır. Çünkü eğitimde kalite, seçkin bir grubun ayrıcalığı değil, toplumun tamamına ait bir haktır. Unutulmamalıdır ki, Diyarbakır’ın geleceğini şekillendirecek olan çocukların başarıya ulaşması için gerekli olan şey torpil ya da “iyi okul” değil; adalet, eşitlik ve ortak sorumluluk bilincidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.