Çirkin Kral’ın ardından
Türkiye ve dünya sinema tarihine adı altın harflerle kazınmış bir isim... Sinemaseverlerin gönlünde "Çirkin Kral" olarak taht kuran, Kürt sinemasının öncüsü, devrimci sanatçı Yılmaz Güney, aramızdan ayrılışının üzerinden 41 yıl geçmesine rağmen eserleri ve fikirleriyle hâlâ aramızda yaşıyor. Onun sineması sadece bir sanat dalı değil, aynı zamanda bir başkaldırı, bir direniş ve bir özgürlük haykırışıydı.
1937 yılında, yoksulluğun ve hayatın zorluklarının erken yaşta yoğurduğu topraklarda doğdu. Siverekli bir babanın ve Muş-Vartolu bir annenin oğlu olarak Adana'da başlayan hikâyesi, onun sinemasının ruhunu oluşturdu. Yoksulluğu, haksızlığı ve ezilenin sesini o kadar derinden hissetti ki, filmleri sadece birer kurgu değil, hayatın ta kendisi oldu. 1959'da sinemaya adım attıktan kısa süre sonra, canlandırdığı asi, adaleti kendi elleriyle arayan karakterlerle milyonların gönlünde taht kurdu. O, halkın kahramanıydı ve "Çirkin Kral" unvanı ona sinemanın değil, halkın kendisinin taktığı bir taçtı.
Güney’in hayatı, sinemayla olduğu kadar siyasi mücadeleyle de örülmüştü. 1971'de hapse atıldığında, kimileri onun sinema hayatının biteceğini düşündü. O ise hapishaneyi bir sanat atölyesine çevirdi. Cezaevinin soğuk duvarları, onun düşünce ve üretim gücünü durduramadı. Orada yazdığı senaryolar, dışarıda çekilmeye devam etti. Bu dönemde kaleme aldığı ve 1982 Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülünü kazanarak Türkiye sinemasına tarihi bir başarı getiren "Yol" filmi, hapishane parmaklıklarının bile bir sanatçının ruhunu esir alamayacağının en büyük kanıtı oldu.
Ancak onun özgürlük mücadelesi sinema perdesiyle sınırlı kalmadı. 1981 yılında cezaevinden kaçarak yurtdışına çıktı ve Fransa'da yaşamını sürdürdü. Orada, cezaevinde tanık olduğu bir çocuk isyanından esinlenerek son filmi "Duvar"ı çekti. Bu film, sistemin karanlık yüzünü tüm çıplaklığıyla gözler önüne serdi.
Yılmaz Güney, sinemayı bir eğlence aracı olarak görmedi; o, sinemayı ezilen halkların sesi, bir başkaldırı ve değişim silahı olarak kullandı. Onun filmlerinde yoksulluğun, adaletsizliğin, sürgünün ve özgürlük mücadelesinin izlerini görmek mümkündür. 1982'de yaptığı bir röportajda, Kürt halkının kendi kaderini tayin etme hakkını vurguladı ve sinemanın bu mücadelenin aracı olduğunu belirtti.
1984 yılında Paris'teki Newroz etkinliğinde yaptığı tarihi konuşma ise, onun sadece bir sinemacı değil, bir halkın sesi olduğunu bir kez daha kanıtladı. "Kendi dilimizde aşk ve özgürlük türküleri söylemek istiyoruz" sözleri, Kürt halkının hafızasında derin bir iz bıraktı.
Yılmaz Güney, mide kanseriyle verdiği uzun bir savaşın ardından 9 Eylül 1984’te Paris’te hayata gözlerini yumdu. Mezarı, dünyanın en ünlü mezarlıklarından biri olan Père Lachaise'de bulunuyor.
Ardında bıraktığı eserler, sadece sinema tarihinde değil, özgürlük ve adalet mücadelesinin de birer sembolü oldu. Halkların gerçeklerini tüm çıplaklığıyla yansıttığı için yıllarca yasaklanan "Yol" gibi filmleri, bugün bile izleyenleri derinden etkiliyor. Yılmaz Güney Vakfı, onun mirasını korumak ve gelecek kuşaklara aktarmak için çalışmalar yürütüyor.
41 yıl önce aramızdan ayrılsa da, "Çirkin Kral" hâlâ yaşıyor. Her izlediğimizde içimizi titreten filmleri, her satırında umut taşıyan öyküleri ve özgürlük için verdiği mücadele, sinemada ve tarihte sonsuza dek var olacak. O, sadece bir sinemacı değil, bir halkın kahramanı, bir sanat devrimcisi olarak hatırlanmaya devam edecek.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.