TALİM TERBİYENİN ASLI AMACI İYİ İNSAN YETİŞTİRMEKTİR
TALİM TERBİYENİN ASLI AMACI İYİ İNSAN YETİŞTİRMEKTİR
Yenişehir Anadolu Kız İmam-Hatip lisesinde Zümre Başkanlarının 2024 Akademik yılı çalışmalarının ele alındığı toplantısına katıldım.
Orada şu konuşmayı gerçekleştirdim;
Bir sure şu ayetle başlıyor “Ben Nun’a, kaleme ve yazdıklarına yemin ederim”. Diye başlıyor, Müfessirler Nun harfini mürekkep kasasına benzetiyorlar, eskiden kaleme mürekkep çeker öyle yazardık. Bu üçlü öyle bir üçlü ki biri olmazsa diğerlerinin bir değeri yok, yani yüce Allah okumak kadar yazmaya da önem vermiştir.
Ben şimdiye kadar 1500 makale yazdım yüz binlerce insan okuyor, ayrıca okumak dinlemeye benzemiyor, yazıyı okuyan daha bir ciddiyetle okuyor. Sizin de yazmanızı tavsiye ediyorum.
Değerli meslektaşlarım, öğretmenlik çok önemli bir meslektir. Bu kadar zahmete rağmen unvan hep öğretmendir, bence yüksek lisans yapmayı da deneyin, gönül ister ki tüm öğretmen arkadaşlarımızın isimlerinin önünde doktor(Dr.) unvanı olsun.
Bence siz aralarında görevlendirme yapın, ayda bir, 15 günde bir aranızda birileri hazırlık yapsın ve bu salonda sizi bilgilendirsin.
Şunu da bilmekte fayda var, ne zaman ki birilerini dinlemek size ağır geliyorsa, ya da yeni yeni şeyleri öğrenmek için enerjinizi kaybetmişseniz bilini ki siz de tükenmişlik sendromu başlamıştır. Halbuki biz “beşikten mezara kadar ilim aramayı” tavsiye eden bir dinin/kültürün mensubuyuz.
Bir ara hizmet içi eğitim kursuna gitmiştik Bakanlık yetkilisi okulu şöyle tarif etmişti. “okul, veliye hayırlı bir evlat yetiştirmek için faaliyet gösteren bir kurumdur” sanırım doğru bir tanım biz bunu şöyle de tarif edebiliriz “Talim Terbiyeden amaç iyi insan yetiştirmektir.”
Talebenin karnesini eline alan veli de, öğretmen de ilk baktığı sütun notların olduğu akademik sütundur, halbuki davranış sütunu daha önemli, ne yazık ki, iyi, pek iyi olarak doldurulan davranış sütunu da tam dikkatle doldurulmuyor. Aslında insan davranışlarıyla toplumun içinde varlığını sürdürüyor.
Ben okul müdürüyken Kimyacı olmama rağmen Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersine giriyordum, haftada bir saat olduğu için çok sınıfa girme imkanın oluyordu. Öğrencilere diyordum ki; “bakın kardeşlerim bütün dersleriniz bir yana bu dersiniz bir yana, diğer derler bazı sınavları geçtikten sonra artık işinize yaramaz ama bu dersiniz hayatta olduğunuz sürece size lazım olur, çünkü ibadet, ahlak ve edep dersidir.”
Bir ara Almanya eğitimi üzerinde bir yazı yazmıştım, orada mecburi eğitim 9 yıldır, bu süre içinde dört mecburi ders var, onun dışında istediğiniz dersi seçebilirsiniz. Alman Dili, Alman Dini, Alman Tarihi, Alman Kültürü düşünün 9 yıl boyunca bu ortak dersleri alan bir Alman nasıl da Alman gibi yetişiyor.
Alman başbakanının kardeşi taş kırma makinesi ile çalışırken bizim gazetecimiz sordu, “kardeşin Başbakan sen ise bu ağır işte çalışıyorsun nasıl olur?” Adam soruyu anlamakta zorlandı, ikinci, üçüncü defa ancak anladı ve dedi ki “böyle soru mu olur onun Başbakanlığından bana ne?” Hani bizde kardeşimiz Başbakan ise bir eliniz yağda bir eliniz bağda olur ya.
Alman kendi sosyolojik yapısına uygun insan yetiştirirken biz bunu yapamıyoruz, maalesef!
Sınav sorularını kes-yapıştır şeklinde hazırlayan öğretmenlerimiz var, halbuki her konudan sonra konunun anlaşılırlığını kapsayacak tarzda kendimiz soru hazırlasak daha iyi olmaz mı?
Ben bir ara PISA seminerine gitmiştim, Diyarbakır’da 5 okul müdürü seçilmiştik, bir arkadaşımız üç gün, diğerleri de iki gün İstanbul’a kaçtılar maalesef. Çok önemli bir seminerdi, ben seminer dönüşü öğrendiklerimi meslektaşlarımla paylaşmak istediğimi Milli Eğitim Müdürüyle paylaştım, fırsat vermediler, ben Koordinatör Müdürdüm bölgemdeki Zümre Başkanlarına anlattım, üç yazı yazdım, televizyonda anlattım.
Bu sınava OECD üye ülkelerinin öğrencileri katılıyor, 30 ülkenin katılım gösterdiği bu sınavda bizim ülke sondan ikinci oluyor. Neden acaba? insanımızın zeka düzeyi mi düşük elbette ki hayır, ama eğitim öğretimimiz bu düzeyde öğrenci yetiştiriyor.
1949 yılında Kahire’de 160 ülke ABD ile Eğitim Öğretim alanında Fullbriht adıyla bir anlaşma imzalamış ve her yönüyle talim terbiyemiz bu sözleşmenin etkisindedir, biz Türkiye Aile Meclisi olarak bu tür sözleşmelerle mücadele ediyor, iptali için çaba sarf ediyoruz, bunu da bilmenizde fayda var.
Bu tür çalışmalar Sivil Toplum Kuruluşlarının alanına giriyor, geçende Kınalı Eller Kadın Derneğinin açtığı kurstan verdiği Sertifika Töreninde şöyle bir konuşma yaptım. Dedim ki;
“Bir insanı tanımak istiyorsanız ona şunu sorun
Hangi dernek ya da derneklere üyesiniz?
Fiili katkı veriyor musunuz?
Aidatınızı ödüyor musunuz?”
Bu sorularınıza müspet cevap verirse o zaman o bir değerdir.
Malum bir insanın bir etki alanı var, bir de ilgi alanı, etki alanı hayatın gereği olarak yaptığı rutin işidir, zaten herkes sabah işe gidiyor, akşam eve geliyor peki onun dışında topluma ne faydası var? siz ona bakın.
Bir ara benim için “Eyüphan Kaya her yerde” diye eleştiri getiren olmuştu ben de bu konuda bir yazı yazdım ve üye olduğum 12 tane sivil toplum kuruluşunu yazdım ve dedim ki “Allah aşkına bunlardan hangisi diğerlerinin yerini tutuyor?, her birinin hayata verdiği katkı farklıdır.”
Değerli arkadaşlar öğretmenlik insan yetiştirme sanatıdır. Ne kadar zor da olsa yapmaya değer.
Bir gün stajyer bir öğretmenim toplantına benimle tartıştı, ben baktım ki cevabını versem de meramımı anlatamam, yaşaması lazım bazı şeyleri, kendisine dedim ki “bir sonraki toplantıda bunu ele alsak olur mu?”, o da “Olur” dedi, arada bir hafta, on gün geçmedi bir gün kapımı çaldı ve dedi ki; “müdür bey o toplantıda size karşı verdiği tepkiden dolayı özür dilerim.”
Bir gün bir öğrenciyle sorun yaşayan öğretmenime dedim ki hele okul dışında bu öğrenciye bir çay ver ve deki “evladım senin benimle olan problemin nedir?” öğretmen bana dedi ki “ben elin çocuğuyla oturup çay içmem” o zaman ben bir ah çekmiştim, öğretmen öğrencisine elin çocuğu gözüyle bakamaz.
Bir gün bir öğrencim okul bahçesine girdi ve ağlıyor ama nasıl da içten ağlıyor, öyle ki teselli olma durumu hiç yok, sordum “yavrum niye ağlıyorsunuz?” Dedi ki “müdürüm ben bir günah işledim, acaba Allah beni af eder mi?” ben de dedim ki “gel beraber ağlayalım oğlum”, duvar kenarında oturduk ve ağladık öyle ki artık göz yaşlarımız dindi ve ben öğrenciye dedim ki “bak evladım senin işlediğim günah Keçi Burcu kadar da olsa ben kesin af edildiğine inanıyorum, çünkü insan ancak bu kadar pişman olabilir.” Öğrencim bunun üzerine kendine geldi.
Bir gün bir öğrenciyi tasdikname ile okuldan uzaklaştırdım, aradan zaman geçti, bir sertifika töreninde baktım bir genç geldi elime eğildi “beni hatırladınız mı müdürüm, hani beni okuldan uzaklaştırdınız, ben iş adamı oldum ha, size teşekkür ederim orada çürüyüp gidecektim.”
Bir gün bir elektrikçi dükkanına girdim, baktım dükkan sahibi heyecanla kalktı ve elime sarıldı, “beni tanıdınız mı hocam, hani ben 9.sınıftayken beni bir kenara çekip dedin ki, yavrun sen daha okuma yazmayı iyi öğrenmemişsin, bence sen mesleğe git, ben de size kulak verdim, meslek lisesine gittim sana duacıydım, acaba bir gün hocamı görebilecek miyim diye düşünüp duruyordum size teşekkür ederim hocam.”
Bir düşünce insanına demişler ki; bize bir konferans ver, o da demiş ki sürem ne kadar olacak? Eğer 15 dakikaysa bana bir ay mühlet, 30 dakikaysa 15 gün mühlet eğer iki saat ise hemen başlayayım.
Süre kısaldıkça hatibin işi zorlaşıyor, çünkü o kısa sürede meramını en veciz bir tarzda anlatması lazım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.