ULUSLARARASI BİR SORUN HALİNE GELEN “KÜRD SORUNU” ÇÖZÜLEBİLİR Mİ?
ULUSLARARASI BİR SORUN HALİNE GELEN “KÜRD SORUNU” ÇÖZÜLEBİLİR Mİ?
Rahmetli ÖZAL vefat etmeden birkaç ay önce “Kürd Sorunu” uluslararası bir sorun haline gelmeden çözmememiz gerektiğini söylüyordu; maalesef Kürd Sorunu uluslararası bir sorun haline geldi ve ÖZAL Kürd Sorununu çözmek istediği için suikasta uğrayarak vefat etti.
Konuya girmeden evvel Kürd Sorunu nedir ve ne zaman başladı geçmişe kısa bir projeksiyon tutarak anlamaya çalışalım. Bazı tarihçiler II. Mahmut ile birlikte Osmanlı Devlet yapısının Âdem-i Merkeziyetçilikten Merkeziyetçiliğe kayması neticesinde Mir Bedirhan’ın (Haziran 1841) isyanıyla başlatırlar. Bana göre bu doğru değildir. Kürdistan Kasrı Şirin Antlaşması ile Osmanlı ve Safeviler arasında ikiye bölünmüş Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile de Kürd Sorunu başlamış olup günümüze kadar devam ede gelmiştir.
Sosyolog İsmail Beşikçi Devletlerarası Sömürge Kürdistan adlı kitabında Kürd Sorununu Kemalizm’in Sloganları başlığı altında çok güzel bir şekilde özetlemiştir;
“Mustafa Kemal tarafından 1920’li yıllarda yazılanlar ve söylenenlerle, fiili durum arasındaki bu derin çelişkinin incelenmesi, elbette ibret verici sonuçlar ortaya koyar. Kemalistlerin Kürtlere karşı uyguladıkları ırkçı ve sömürgeci politikayı gizlemek için kullandıkları başka bir yol Kürtleri ırkçılık yapmakla suçlamaktır. Kürtçenin ve Kürt kültürünün yasaklanması, her türlü yol kullanılarak, Kürtlere, Türkçe’nin ve Türk kültürünün dayatılması, yoğun bir asimilasyon sürecinin izlenmesi, Kürtçe insan ve köy isimlerinin değiştirilmesi, Türkçeleştirilmesi, Kürtçe konuşana para cezası verilmesi, Kürtçe ’ye ve Kürt kültürüne ait hiçbir iz bırakılmaması... Kemalistlere göre bunlar devrimci ve demokratik yöntemlerdir. Ama bir Kürt’ün gasp edilmiş ulusal haklarını talep etmesi, bunun için örgütlenmesi ırkçı, şoven bir davranıştır.” (syf.4 )
Şevket Süreyya AYDEMİR Tek Adam, Mete TUNCAY Türkiye’de Sol Akımlar I-II ve Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması, Stanford Jay SHAW Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı, Andrew MANGO Atatürk, Bilal N. ŞİMŞİR İngiliz Belgelerinde Atatürk, Mim Kemal ÖKE Musul- Kürdistan Sorunu, Taha AKYOL Ama Hangi Atatürk ve İsmail ARAR Atatürk’ün İzmit Basın Toplantısı adlı eserlerinin tamamına baktığımız zaman Mustafa Kemal’in “ Kurtuluş Savaşı” öncesi ve sonrasında Kürdlerin ve Müslümanların “Kandırıldığını” görmekteyiz. Yani 1924 Anayasası ile birlikte Kürdlere ve Müslümanlara verilen sözler unutularak bugün ki devletin temelleri atılmış oldu.
Amacım tarih makalesi yazmak değil ama Misakı Milli ve Musul Meselesi ile ilgili Lozan Barış Antlaşması imzalanırken Mustafa Kemal’in kafasında kurguladığı ve İttihatçılardan aldığı, (Türkçülüğün fikir babası Ziya GÖKALP) Ulus-Devlet projesini inşa etme çerçevesinde Lozan’a
göndermiş antlaşmadan önce ima yolu ile de olsa Musul-Kerkük ve Rojava meselesini İsmet İNÖNÜ’ ye telkin ettiği anlaşılmaktadır. Amasya Protokolünün gizlinmiş maddesinde;
“Milli sınırlar, Osmanlı Devleti’nin Türkler ve Kürdlerin meskûn olan arazisidir. Kürdlerin Osmanlı camiasından ayrılması imkansızdır. Kürdlerin serbestçe gelişmelerini temin edecek şekil ve surette geleneksel ve toplumsal hukukumuzca müsaadelere mazhar olması dahi desteklemek ve yabancılar tarafından görünüşte Kürdlerin bağımsızlığı maksadı altında yapılmakta olan tezviratın, dedikodularında önüne geçmek için bu hususun şimdiden Kürdlerce malum olması uygun görüldü.”
Mesela 20 Aralık 1920 de İngilizlere karşı Yarbay Özdemir beyi heyeti temsili’ ye adına kendisi ve emrindeki birkaç subay ile birlikte Irak Kürdistan’ına gönderip bölgedeki Kürd ve Arap aşiretleri İngilizlere karşı ayaklanma yapılması için görevlendirilmiştir. Mesela İngilizlere karşı Lozan da elini güçlendirmek için bu taktiksel bir hamleyi yapmıştır.
Yarbay Özdemir Bey bölgedeki aşiretleri örgütleyerek başını Şeyh Mahmut Berzenci’nin nin çektiği Kürd birlikleri ile İngilizlere ciddi darbeler vurulmuş 5 Nisan 1923’te Mustafa Kemal’in talimatı ile Yarbay Özdemir ve ekibinin geri çekilmesini istemiştir. Lozan Barış görüşmeleri devam ederken İngilizler Musul-Kerkük-Süleymaniye’nin dağlık kesimini İsmet İnönü’ye teklif etmelerine rağmen İsmet İnönü’ye bunu kabul etmemiştir. Türk heyeti Lozan’a giderken zaten eli güçlü bir şekilde Lozan’a gitmiş en büyük desteği Hint Hilafet Komitesi, Hint Şiilerinin lider Ağa Han ve Mahat Magandi’nin destek verdiği Hindistan’ın tamamı Türkiye’nin yanında yer almışlardır. Yani şunu demek istiyorum Lozan Barış Antlaşmasında Kemalistler Misak-ı Milli’ yi delmeden gerçekleştirebilirlerdi.
7. Kolordu Komutanı olarak görev yaptığı dönemde Cafer Tayyar Paşa Musul’a bir operasyon yapacağını başarılı olursa TBMM tarafından gönderildiğini başarısız olursa da kendi başına bu kararı alarak operasyon yaptığını söylemesine rağmen Mustafa Kemal tarafından oyalanarak operasyon gerçekleştirilememiştir. Mustafa Kemal tarafından gönderilen Yarbay Özdemir Beye de yakalanırsanız başarısız olursanız bu operasyonu kendi başınıza yaptığınız telkini yapılmıştır.
Nihayet Misak-ı Milli’siz Türkiye’ye dönen İsmet İnönü’ye dönemin yetkililerine ve Mustafa Kemal’e 28 Şubat tarihli Meclisin gizli oturumunda sert eleştiriler yapılmıştır. Konu ile ilgili birçok mebus eleştirilerde bulunmuş ancak yazı fazla uzun olmasın diye ben bir tanesini alacağım. Tutanaktan aktarıyorum:
İzmit mebusu Sırrı Bey konuşuyor: Lozan’da Misak-ı Milliden feragat ettiler… Arazi meselesinin hiçbir noktası temin olunamadı ve binaenaleyh milletin senelerden beri etrafında dönüp dolaştığı ve aleme ilan edilen Misakı Milli çiğnendi, heba edildi, iptal edildi, battal edildi.
Ve Mustafa Kemal Paşa “usul hakkında söyleyeceğim diyerek” söz alıyor.
Sırrı bey gibi arkadaşlarımız misakı milliden bahsediyor. Delege heyetimiz Misak-ı Milliyi mahvetmiş, bakanlar kurulu Misak-ı Milliyi feda etmiş. Bende diyorum ki Sırrı Bey Misak-ı Millinin ne olduğunu anlamamıştır. Misak-ı Millinin ne olduğunu evvela anlamalı, ondan sonra saldırganların kim olduğunu meydana koymalı.
Efendiler arazi meselesi ve hudut meselesi Misak-ı Millinin malumu aliniz, birinci maddesinin kapsamındadır. Misak-ı Milli şu hat bu hat diye hiçbir şekilde hudut çizmemiştir. O hududu çizen şey milletin menfaati ve yüce heyetinizin bakışındaki isabettir. Yoksa haritası mevcut bir hudut yoktur.
Sırrı bey oturduğu yerden Gaziye cevap veriyor.
Paşa hazretleri çok teşekkür ederim ki sözlerimi murafaa buyurdunuz (tartıştınız), anlamadığımı söylediniz. Misakı millinin, bendeniz haddim olmayarak yazanlardanım.
Gazi cevap veriyor.
Keşke yazmaya idiniz. Başımıza çok bela koydunuz. Yani bugün katiyeti ihlal eder sözlerden başka bir şey yapmadınız.
Günümüz tartışmalarına gelirsek Türkiye Cumhuriyeti kurulurken maalesef “arızalı” kurulduğu için bir türlü demokrasisi, hukuku, insan haklarına saygılı bir devlet olmak için yüz yıldır “doğum sancıları” çekmektedir. Binlerce Türkün on binlerce Kürdün sivilin çocuğun kadının yaşlının canına mal olmuş bir sorundan bahsediyoruz. Devlet ya Kürdlerin doğuştan hakları olan anadilde eğitim ve Kültürel haklarını vererek büyüyecek ya da bir yüzyıl daha birbirimizi “öldüreceğiz”.
Hucurat 13’te Kuran şöyle buyurmaktadır; “Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık, Allah katında en değerli olanınız O’na itaatsizlikten en fazla sakınanınızdır. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir, her şeyden haberdardır.”
Rum suresi 22. Ayette de şöyle buyurmaktadır; “O’nun kanıtlarından biri de gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olmasıdır. Kuşkusuz bunda bilenler için ibretler vardır.”
Yukarıda ki iki ayete vermemin sebebi şundan ibarettir. Cenabı Allah Kürdlerin ve dünya da yaşayan bütün halklarında Allah’ın ayetlerinden olduğunu söyleyerek egemen devletlere şunu söylemektedir. Egemenliğiniz sınırları içerisinde yaşayan ve sizden olmayan halkların sizden bir farkı olmadıkları gibi sizler hangi hakları kullanıyor iseniz gasp ettiğiniz o hakları onlara vermek zorundasınız demektedir.
Kürt sorunu Beşikçi hocanın dediği gibi maalesef uluslararası bir “sömürge” haline getirildiği geçmişte çözüme kavuşmuş diğer çatışmalı alanlara yüzde yüz olmasa da benzediği çözümünün kolay olmadığı tespiti ile birlikte Misak-ı Milli’nin halen geçerli olduğu rahmetli ÖZAL bunu gerçekleştirmek için 1991 de Amerika ile birlikte Irak’a gideceklerdi. Dönemin Genelkurmayı ve derin devleti üniter devlet yapısını bahane ederek bu projeye karşı çıkmışlardır; netice de Kürd sorunu ÖZAL’ ın hayatına mal olmuştur.
60 yılını bu meseleye harcamış olan Beşikçi Hocadan devam edersek 1984 yılında yayınlanan PKK Üzerine Düşünceler adlı kitabında PKK’nin ideolojik takıntısını eleştirirken şu tespiti yapmaktadır. “Pkk ulusal kurtuluş mücadelesi verdiğini iddia etmektedir. Ulusal kurtuluş mücadelesi verdiğini iddia eden örgütler İDEOLOJİK takılamazlar. O ulusun tamamını kucaklamak zorundadırlar.” İsmail Hoca devletin Türkiye de “dini bir potansiyeli olan” ve sonradan Hizbullah diye isimlendirilen örgütün devlet tarafından kullanılacağını görmüş olmalı ki o günden uyarısını yapmıştır. Maalesef dönemin PKK’si bu eleştiriyi algılayamamış “anti İslam” politikasını devam ettirerek ve politika geliştiremeyerek “İslamcıları devletin kucağına atmıştır.” Devlet Hizbullah’ı kullanarak (Dönemin Batman Valisi Salih Şarman’ın 32. Güne verdiği mülakatta Hizbullah militanlarını eğittiklerini itiraf etmiştir.) binlerce masum Kürdün öldürülmesine vesile olmuştur.
Şimdi biraz da Türkiye’nin sosyolojisine göz atalım;
Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar Türkiye sosyolojisinin tek parti döneminden sonra yapılan seçimlerden günümüze kadar çok fazla değişmediğini, bunun yüzde 60-70 arasında sağ partilerden olmak üzere (İslamcı, muhafazakâr, milliyetçi muhafazakâr ve milliyetçi olan partiler), geri kalan yüzde 30-40 ise sol partilerden ( sol, sosyalist, merkez sol partiler ) oluştuğunu görmekteyiz. Mehmet Keçeciler (Din sosyolojisini ve siyaset sosyolojisini iyi analiz eden uzman bir isim) “MERKEZ SİYASETİN PERDE ARKASI” adlı kitabında bu tespiti yapmıştır. Günümüze kadar yapılan genel seçimler bu bilgileri teyit etmektedir.
Peki şöyle bir soru soralım Kürd Sorunu CHP ile çözülebilir mi? Veya hangi sosyoloji üzerine oturmuş partiler bu sorunu çözebilir?
Bu sorulara cevap bulmaya çalışalım;
9 Eylül 1923’te kurulan Cumhuriyet Halk Fırkası olarak kurulan CHP, halkçılık okunun tezahürü olarak Türkiye’deki herkesin (Kemalistler hariç) sırtına saplanmış durumdadır. Halkçılığın ne olduğunu Mustafa Kemal’in sözünden anlamaya çalışalım. Büyük Millet Meclisinde kendisinin seçtirdiği milletvekillerinin büyük bir kısmının Mustafa Kemal’in Musul-Kerkük-Lozan-Hilafet ve diğer konular ile ilgili politikalarına şiddetle karşı çıkarak ve eleştirdikleri için tasfiye edilmeleri (1. Mecliste muhalif grubu tasfiye ettiği gibi) ve tek parti olarak devam edebilmesi için Cumhuriyet Halk Fırkasını kurmuştur.
Cumhuriyet Halk Fırkası Kürd meselesinin sebebi olduğu için Kemalizm ideolojisinin çözüme engel olması vesilesi bugün ki CHP ile Kürd sorununun çözülemeyeceği aşikardır. Çünkü CHP’nin Kemalizm bagajı var. CHP sosyal demokrat bir partiye everilebilseydi Kürd Meselesini daha kolay “çözebilirdik”. Ayrıca CHP’nin bugün ki sosyolojisi maalesef çözüme engel olmaktadır. Bahçelinin Dem Parti yetkilileri ile tokalaşmasından sonra CHP’ye yakın TV kanallarına çıkan emekli askerler, Kemalistler ve ulusalcıların tamamının konuşmalarına baktığımız zaman Mahmut Esat BOZKURT, Recep PEKER ve Reşit GALİP ’in sözlerini üzerinden yüzyıl geçmesine rağmen tekrar etmektedirler. Utanmadan,
sıkılmadan Kürdlerin gözünün içine bakarak hakaretvari bir şekilde Türklük bizim üst kimliğimizdir, biz Türk olamayan hereksin üstüne bindik “lütfen” altımızda ezilmeye devam edin ve sesinizi çıkarmayın demeye getirmektedirler.
Şimdi diğer partilerin üzerine oturduğu “sağ” sosyolojiye bakalım.
Ak Parti, Saadet Partisi, Yeniden Refah Partisi, Gelecek Partisi ve Deva Partisinin sosyolojisini incelediğimizde aşağıda ki analizleri yapabiliriz.
İdris Küçükömer’in 1969 yılında yayınlanan Düzenin Yabancılaşması adlı kitabında “özgürlüklerin, demokrasinin ve hukukun” geliştirilmesi noktasında Türkiye’deki sağ partilerin daha özgürlükçü olduğu tespitini yapmaktadır. Sol partilerin ise “muhafazakâr, statükocu ve devletin demokratikleşmesinin önünde engel olduklarını” söyler. Yani Türkiye’de özgürlükler açısından sağ soldur sol sağdır demektedir.
Sağ sosyolojinin beslendiği argümanlara bir göz attığımızda (yukarıda CHP’nin ideolojisinin Kemalizm olduğunu söylemiştik) “İslam” merkezli bir ideoloji olup Anti-Kemalist bir geleneğin öncüleri olan Necip Fazıl Kısakürek, Kadir Mısırlıoğlu, Milli Türk Talebe Birliği ve Millî Görüşten gelmektedirler.
1980’lerden beri tanıdığım, takip ettiğim, kitaplarını okuduğum ve Türkiye’nin yetiştirdiği entelektüel aydınlardan olan dobralığı ile meşhur Aziz Nesin 90’lı yıllarda ki bir konuşmasında “Bir Müslüman asla Kemalist olamaz” diyerek son noktayı koymuştu. Bende o tarihlerde bu söze binaen “Bir Kürd asla Kemalist olamaz” diye söylemiştim.
Kemalist Cumhuriyet iki kesimi mağdur etmiştir. Kürtler ve Müslümanlar;
1921 Koçgiri, 1925 Şex Sait, 1926-1930 Ağrı ve 1937-1938 Dersim olmak üzere on binlerce Kürd toplu katliama uğramış ( Necip Fazıl Kısakürek’in Son Devrin Din Mazlumları, İhsan Sabri Çağlıyangil’in Anıları, İsmail Beşikçi Tunceli Kanunu ve Dersim Jenosidi, Hayali Kürdistan’ın Dirilişi başka kaynaklarda var ben bu dört kaynağın ismini vermeyi yeterli buluyorum ) Şark İstiklal Mahkemeleri ile yaşlı çocuk demeden yüzlerce Kürdün idam edilmesi, Müslümanlara yapılan zulme gelince “Halifeliğin Kaldırılması” ( halifeliğin kaldırılması ile ilgili verilecek olan tepkinin ihalesi Kürdlere havale edilmiştir. ) , İskilipli Atıf Hoca’nın idam edilmesi, Tevhidi Tedrisat Kanunu, Devrim Kanunları ve İstiklal Mahkemeleri kanalı ile yüzlerce masum türkün idam edilmesi sayılabilir.
Said Nursi’nin başına gelenleri hemen hemen herkes bilmektedir. Şex Said hareketine destek vermemesine rağmen Kemalist Cumhuriyet tarafından sürgün hayatı, cezaevi hayatı, cezaevinde birkaç defa zehirlenerek öldürülmek istenmesi, cezaevinden çıktıktan sonra ev hapsi ve nihayetinde 23 Mart 1960 da kendi memleketine (Bitlis, Hizan, Nurs köyü) gitmek isterken Urfa yakınlarında vefat etmesi neticesinde Halil-u Rahman Camisinin avlusuna gömülmüş 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra askerler
tarafından cenazesi oradan çıkarılarak bugün hala mezarının nerde olduğu bilinmeyen bir yere gömülmüştür. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Bir alevi kardeşime sormuştum Necip Fazıl mı Nazım Hikmet mi? Necip Fazıl’a büyük bir tepki göstererek Nazım Hikmet demişti.
Bende Dersim Katliamını ilk araştıran kişinin Türk asıllı ve İslami geleneğin öncülerinden olan Necip Fazıl Kısakürek tarafından yazıldığını söyleyince şaşırmış ve sesini çıkaramamıştı. Ayrıca Dersimli Kürd Aleviler ve Türk Alevi Bektaşilerin ( “Kurtuluş Savaşında” Alevi-Bektaşi Dergâhlarının aktif rol aldıklarını tarihçiler bize söyler ayrıca Mustafa Kemal Yeniçeri İsyanı ile birlikte kapatılan Alevi- Bektaşi Dergâhlarının açılacağını söylemiş, Maalesef Cumhuriyetten sonra açılmadığı gibi, Mustafa Kemal’in vefatına kadar açılabileceği ümidi ile beklemelerine rağmen dergâhları açılmayınca çoğunluğu Arnavutluk’a göç etmek durumunda kaldılar.) tamamına yakını üzerine bir kamuoyu araştırma yapılırsa muhtemelen büyük bir kısmı Kemalist çıkabilir. Bu tabi çok üzücü bir şey; Ne acıdır ki Cumhuriyetten sonra bazı kesimlerde halen Stockholm Sendromu yaşanmaktadır.
Sonuç olarak Cumhur İttifakına, Dem Partiye ve Kandile naçizane bazı önerilerim olacaktır.
Cumhur İttifakının BAHÇELİ üzerinden “El Yükselterek” Kürd Meselesinin çözümü ile ilgili attığı adım çok değerli olup aklı başında olan vicdan sahibi herkesin destek vermesi elzemdir farzdır. Cumhur İttifakı ile ilgili “bölünüyor, Bahçeli’nin Erdoğan’dan Erdoğan’ın Bahçeli’den haberi yok” gibi tezviratın Cumhur İttifakının kararlı duruşu neticesinde boşa çıkarılmıştır. İç ve dış gelişmeler Kürd meselesinin çözümünü bir şekilde dayatmaktadır. Kürdler ve Türkler Ortadoğu da Kemalistler tarafından berhava edilen (tamda fırsat ayaklarına gelmişken) Misak-ı Milli’ yi gerçekleştirebilir. Bölgenin en güçlü devleti haline gelebilirler.
Irak Kürdistan’ında birkaç yıl önce yapılan bir kamuoyu araştırmasında “Irak bölünürse nereye bağlanmak istersiniz diye bir soru sorulmuş verilen cevapta Kürdlerin yüzde 76’sı Türkiye’ye bağlanmak isteriz” demişlerdir.
Yukarıda ki ayetler ışığında (Hucurat/13 ve Rum/22) Cumhur İttifakına tavsiyem şudur ki başta anadilde eğitim olmak üzere kültürel hakların biran evvel verilmesi, insani ve Kurani bir meseledir.
Tek maddelik bir yasa önergesi ile anadilde eğitimin Cumhur İttifakı tarafından meclise getirilmesi halinde uygun ve yerinde olacağı kanaatindeyim.
Enfal Suresi 2. Ayet “Gerçek MÜ’münler şu kimselerdir ki; Allah hatırlatıldığı zaman kalpleri ürperir, kendilerine O'nun ayetleri okunduğu zaman imanları güçlenir ve daima Rablerine güvenirler.” Yani Allah’ın sesi olan vicdan harekete geçer.
Al-i İmran Suresi 159. Ayet “Allah tarafından lütfedilen bir rahmet sâyesinde sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, insanlar etrafından dağılıp giderlerdi. Artık onları affet, onlar için Allah’tan bağışlanma dile. Karara bağlanacak işlerde onlarla istişare et! Kesin kararını verince de yalnız Allah’a güvenip dayan! Çünkü Allah, kendisine güvenip dayananları sever.”
Yukarıda ki ayetlerden hareketle ikinci bir adım olarak cezaevlerinde hastalık sebebi ile yaşamlarını idame ettiremeyen, ihtiyaçlarını göremeyen (kanser, otoimmün, endokrin vb. hastalıklar) hükümlülerin bırakılması insani ve vicdani bir adım olacaktır.
Dem Parti ve Kandile gelince Türkiye şu anda 2014-2015 yıllarını yaşamakta olup demokratik açıdan maalesef yüzyıl geriye gitmiştir.
2015 de “Seni Başkan Yaptırmayacağız” sloganı Türkiye’ye büyük bedeller ödeterek Kürd meselesini daha çıkmaz bir hale getirmiştir. Dem Parti ve Kandil “sol sosyalist ve ezoterik Aleviliğin” etkisinden kurtularak Beşikçi hocanın dediği gibi ideolojik takılmayarak meseleye bakmalı; yukarıda yaptığımız sosyolojik analizler çerçevesinde hareket etmesinin Kürd meselesinin çözümüne katkı sağlayacağı kanaatindeyim.
Türkiye de en dindar parti tabanı hangisi diye bir kamuoyu araştırması yapılmış ve şöyle bir soru sorulmuş, HDP tabanı yüzde 70’e yakın namaz kılıp oruç tutuklarını söylemişlerdir. Yani HDP tabanı birinci çıkmıştır. Dem Parti yönetimi, parti meclisi ve milletvekilleri arasında tabanla uyumlu orantısal olarak kaç kişi vardır?
Dem parti bunun cevabını vermeli ve buna göre kendini dizayn etmelidir.
Ortadoğu ve Türkiye bir yüzyıl daha Kürd meselesini kaldırabilecek durumda değildir. ABD ve İsrail’in güdümünde er geç bir “Kürdistan” kurulacaktır. Türkiye Kemalist paradigma ile devam etmekte ısrar ederse maalesef “Türkiye bölünecek” buda Türklerin ve Kürtlerin yararına olmayacaktır. Dem Parti CHP’nin kuyruğuna takılmadan Cumhur İttifakı ile Kürd meselesini daha kolay çözebileceği kanaatindeyim. Erdoğan 23 yıllık iktidarını cesareti ve sosyolojiyi iyi okuması sayesinde sürdürmüştür.
Bu vesile ile Dem Parti 2015’te olduğu gibi ideolojik takıntısını bir tarafa bırakıp Cumhur İttifakı ile sonuna kadar Kürd meselesinin çözümü noktasında iş birliği yapmalıdır.
Bahçeli’nin “El Yükseltmesi” ile beraber CHP’ye yakın kanallar “haklı olarak şehit aileleri bu duruma ne diyecek” diye konuyu gündeme getirmektedirler. Şimdi bir insan olarak bende soruyorum;
On binlerce Kürd gencinin “faili meçhul” olarak öldürülenlerin aileleri ne diyecek diye soran olamayacak mı?
CHP’nin cesareti varsa sorsun.
Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne on yılda bir siyasi kriz on yılda bir ekonomik kriz on yılda bir sosyal kriz ve on yılda birde deprem krizini Türkiye yaşamaktadır. Okuyucular şunu sorabilir deprem krizi ne alaka. Kürd meselesinden dolayı son yüzyılda harcanan paranın yaklaşık 3-4 trilyon dolar olduğunu tahmin edersek bu paranın onda biri Türkiye’nin deprem haritası dikkate alınarak kentsel dönüşüme harcanmış olsaydı bugün deprem krizimiz olmazdı.
Hukuksuzluk, adaletsizlik, vicdansızlık, merhametsizlik artmışsa sebebi Kürd meselesinin çözülmemesindendir.
Bir anne derme çatma bir barakada fakirlikten çöp toplamaya gitmiş ve beş çocuğu barakada yangından yanıp ölmüşlerse sebebi Kürd meselesinin çözülmemesindendir,
Çöp dökme alanlarında (katı atık) çöp toplayanların sayısı her gün artıyorsa sebebi Kürd meselesinin çözülmemesindendir.
Çöp konteynerlerinde kâğıt, pet şişe v.b şeyleri toplayanların sayısı her gün artıyorsa sebebi Kurd meselesinin çözülmemesindendir.
Adalet bakanlığı üzerinden hukuka "müdahale" ediliyorsa Kürd meselesinin çözülmemesindendir. Para için yeni doğan bebekler öldürülüyorsa sebebi Kürd meselesinin çözülmemesindendir.
Parası olmadığı için kızına okul malzemesi alamadığı için babalar intihar ediyorsa sebebi Kürd meselesinin çözülmemesindendir.
Maddi imkânsızlıklardan dolayı bedenini " "satan " kızların sayısı artmış ise sebebi Kürd meselesinin çözülmemesindendir.
Vatan millet Sakarya deyip hırsızlık, ihaleye fesat, rüşvet ve illegal her şeyi yapanların sayısı artmışsa sebebi Kürd meselesinin çözülmemesindendir.
Mafya, çeteler, devlet iç içe geçmiş ise sebebi Kürd meselesinin çözülmemesindendir.
Bir toplumun fakirlikten hukuksuzluktan adaletsizlikten ve sosyal meselelerden dolayı psikiyatri polikliniği önünde kuyruk oluşturmuşsa sebebi Kürd meselesinin çözülmemesindendir.
Zengin ile fakir arasındaki fark açılmış zengindir zengin fakir daha fakirleşmişse sebebi Kürd meselesinin çözülmemesindendir.
Basta tapu daireleri olmak üzere tüm devlet dairelerinde vatandaşın işi rüşvetsiz yapılmıyorsa sebebi Kürd meselesinin çözülmemesindendir.
Devletin koruması altında bulunan kimsesiz ve yetim çocuklar (Kuranı kerimin birçok ayetinde yetimlerin ve kimsesiz çocukların hakları ile ilgili birçok ayet mevcuttur) koruma altındaki binalardan çıkartılıp "fuhuşa " zorlanıyorlar, Kürd meselesinin çözülmemesindendir.
TUİK enflasyonu "bilerek" düşük gösterip emeklinin memurun işçinin asgari ücretlinin hakkını " çalıyorsa" nedeni Kürd meselesinin çözülmemesindendir.
Nüfusu Türkiye’nin dört katı olan ABD de senato dahil 438 temsilci seçilirken Türkiye’de 600 vekil seviliyorsun sebebi Kürd meselesinin çözülmemesindendir.
Tarikat ve cemaatlerin sayısı artıyorsa, Tarikat ve cemaatlerin mürit sayısı artıyorsa, cehalet artıyorsa, cinsel ahlaksızlık artıyorsa, bunun sebebi Kürd meselesinin çözülmemesindendir.
Ahmet TÜRK ’ün “Kürd sorununu Erdoğan çözebilir çünkü derin devleti ikna etme gücüne Erdoğan sahiptir”.
Türk derin devleti İttihatçıların 1913’te kurduğu Teskilatı Mahsusa ile birlikte başlar; Cumhuriyetten sonra Mustafa Kemal tarafından İzmir ve Ankara İstiklal Mahkemeleri ile tasfiye edilirler. Türkiye’nin NATO ya girmesi ile birlikte tekrar derin devlet karşımıza çıkmaktadır. 15 Temmuz darbesi ile birlikte Erdoğan tamamını tasfiye etmiş. Bugün sığ/derin devlet diye bir şey söz konusu değildir. Türkiye devleti Erdoğan ’ın şahsında temsil edilmektedir.
Tuncer Bakırhan’ın CHP’nin de destek verdiği Mardin’e haksız bir şekilde atanan kayyım karşıtı protesto konuşmasında “Çok iyi bilsinler ki Seyit Rıza ne yaptıysa, Şex Sait ne yaptıysa, Mazlumlar, Denizler, Sakineler ne yaptıysa Kürd Halkı, Türkiye Halkları da onu yapacaktır.”
Sosyolojik açıdan Ak Parti tabanının geldikleri gelenek itibari ile Şex Sait, Seyit Rıza ve İhsan Nuri Paşa bir sorunu olmadığını biz zaten biliyoruz. Tuncer Bakırhan’ın bu sözüne en fazla CHP kanalları ve MHP karşı çıkmıştır.
Ortadoğu da haritalar değişecekse (“istesek de istemesek de değişecek”) bu değişmeyi Türkiye’yi büyüterek gerçekleştirecek olan lider Erdoğan’dır. Erdoğan Kürdleri yanına alarak ve ABD’ yi de ikna ederek Misak-ı Milli’ yi gerçekleştirebilir. Ümidimiz odur ki kavgasız kansız hukuk devletine dayalı adaletin ve demokrasinin olduğu yeni bir Türkiye olması dileği ile …
Fatır Suresi 5. Ayette de buyurduğu üzere “Ey insanlar, hiç şüphesiz Allah’ın vaadi Hakk’tır (her dediği olacaktır); öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın ve (şeytan gibi birtakım) aldatıcı(lar) da (Kur’an’ın ayetlerini, Peygamberin hadislerini istismar edip eğrilterek ve kendisine Hakk dostu havası vererek) sizi Allah ile aldatmasın. (Bundan sakının ki, en yaygın ve maalesef saygın bir sahtekârlıktır.)”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.