Arslan ÖZDEMİR

Arslan ÖZDEMİR

Selahattin Demirtaş’ın dostluk çağrısının sosyolojik anlamı

Selahattin Demirtaş’ın dostluk çağrısının sosyolojik anlamı

“Selahattin Demirtaş diyor ki: Barış, sadece sözde değil, sahada ve gönüllerde yaşanır.”

Türkiye’nin yakın tarihinde, siyasetin ötesinde bir yürek diliyle söylenmiş bazı cümleler vardır. Bu cümleler, gürültünün, çatışmanın, kutuplaşmanın arasında bir insanlık sesi gibi yükselir. Selahattin Demirtaş’ın “Trabzonspor ile Amedspor arasında bir dostluk maçı yapılsın” ve “Bir milli maç Diyarbakır’da oynansın” sözleri de bu anlamda tarihsel bir değere sahiptir.

Bu öneriler, yalnızca futbol sahasına dair bir temenni değil, bir toplumsal barış vizyonunun sembolüdür. Çünkü bazen siyasetçiler uzun konuşmalarla anlatamadıklarını, bir jest, bir öneri ya da bir sembolle anlatabilir. Demirtaş da bu önerilerle, “birlikte yaşama iradesini”, “karşılıklı empatiyi” ve “barış içinde bir gelecek umudunu” dile getirmiştir.

Futbol, farklı inançlardan, dillerden, bölgelerden gelen insanları tek bir heyecanda buluşturabilen ender alanlardan biridir. Bir golün sevinci, bir centilmenliğin gururu, bir tribünün coşkusu… bunlar hepimizi birleştiren evrensel duygulardır. Trabzonspor ile Amedspor arasında yapılacak bir dostluk maçı, bu ortak duyguların ete kemiğe bürünmüş hali olacaktır.

Bu maçta sadece iki takım karşı karşıya gelmeyecek; Karadeniz’in dalgalarıyla Diyarbakır’ın güneşi, horonla halay, farklı kimlikler ama ortak kalpler buluşacaktır. Sahada top koşturan futbolcular, aslında barışın, saygının ve kardeşliğin temsilcileri olacaktır. Belki bir çocuk Diyarbakır’da Trabzonsporlu bir futbolcunun formasını giyerken, bir başka çocuk Trabzon’da Amedspor’un renklerine sempati duyacaktır. İşte o zaman, duvarlar değil, köprüler kurulmuş olacak.

Toplumsal açıdan bakıldığında Demirtaş’ın bu çağrısı, klasik anlamda bir siyasi söylem değil, kolektif bilinçte barış kültürünü yeniden üretmeye dönük sembolik bir eylem olarak değerlendirilebilir. Emile Durkheim’a göre toplum, yalnızca kurumlar ve kurallar üzerinden değil, ortak duygular, ritüeller ve semboller üzerinden bir arada durur. Futbol da bu ritüellerden biridir. Tribünlerdeki ortak sevinç, dayanışma ve heyecan duygusu, aslında toplumun görünmez bağlarını güçlendirir.

Bu bağlamda, Trabzonspor–Amedspor dostluk maçı önerisi, farklı kimliklerin ortak bir toplumsal sembol etrafında yeniden buluşması anlamına gelir. Bu tür sembolik jestler, toplumun “biz duygusunu” yeniden inşa eder. Modern toplumlarda ayrışma çoğunlukla dil, kimlik ya da siyasi görüşler üzerinden şekillenirken; ortak kültürel etkinlikler bu farkları çatışma nedeni olmaktan çıkarıp zenginlik kaynağına dönüştürebilir.

Pierre Bourdieu’nun “alan” kavramıyla bakıldığında ise spor alanı, siyasetten görece özerk bir toplumsal mekândır. Bu alanda aktörler —futbolcular, taraftarlar, kulüpler— ideolojik sınırların ötesinde ortak bir sembolik sermaye üretirler: centilmenlik, dayanışma ve birlik ruhu. Bu sermaye, uzun vadede politik gerilimleri yumuşatabilecek sivil bir barış zemini yaratır.

Barışın toplumda kalıcı hale gelmesi, yalnızca siyasi anlaşmalarla değil, gündelik hayatın mikro düzeyinde gerçekleşen karşılaşmalarla mümkündür. Bir dostluk maçı, bir selamlaşma, ortak bir tezahürat ya da paylaşılan bir heyecan, toplumsal önyargıları kırabilir. Sosyolojide bu tür eylemler “mikro barış pratikleri” olarak adlandırılır. Büyük barışların temeli, işte bu küçük ama anlamlı karşılaşmalarda atılır.

Selahattin Demirtaş’ın bir diğer önerisi, bir milli maçın Diyarbakır’da oynanmasıydı. Bu düşünce, aslında “biz biriz” diyen bir çağrıdır. Diyarbakır, tarih boyunca kültürlerin, dillerin, inançların bir arada yaşadığı kadim bir şehirdir. Bu şehirde Milli Takım’ın sahaya çıkması, bir ülkenin bütün vatandaşlarına “sen de bu hikâyenin bir parçasısın” demesi anlamına gelir.

Bir milli maçın Diyarbakır’da oynanması, Türkiye’nin doğusuna verilmiş en güzel mesaj olurdu: “Bu ülkenin her karışı, her insanı, her sesi değerlidir.” O gün Diyarbakır tribünlerindeki haykırışlar, sadece bir futbol müsabakasının değil, bir milletin gönül birliğinin sembolü olurdu.

Barış süreci, sadece siyasi anlaşmalarla değil, toplumun kalbinde filizlenen umutlarla büyür. Demirtaş’ın bu önerisi, işte o kalplere dokunan bir öneridir. Çünkü barış; bir masada, bir belgede, bir imzada değil, insanların birbirine yeniden güvenmeye başlamasında başlar.

Bir dostluk maçı, belki tek başına tarihi değiştirmez; ama insanların birbirine bakışını değiştirebilir. Bir tebessüm, bir selam, bir ortak tezahürat; bunlar yılların önyargılarını eritmeye, zihinlerde yeni bir sayfa açmaya yeterlidir.

Türkiye’nin en büyük gücü, farklılıklarının zenginliğidir. Karadeniz’in tulumu da, Diyarbakır’ın dengbêj sesi de, Ege’nin zeybeği de, İç Anadolu’nun bozlağı da aynı toprakların melodisidir. Bu çeşitlilik, bir tehdit değil, bir güzellik mozaiğidir.

Demirtaş’ın önerdiği bu sembolik adımlar, işte bu mozaiği korumanın yollarındandır. Spor, sanat, kültür ve diyalog; toplumun birliğini güçlendiren görünmez bağlardır. Bu bağlar kurulduğunda, siyaset değişse bile halkın vicdanında barış kalıcı olur.

Bugün hâlâ bu tür dostluk maçlarına, barış jestlerine, ortak sevinçlere ihtiyaç duyuyoruz. Çünkü yaşadığımız çağ, öfkeyi değil, anlamayı; ayrılığı değil, yakınlaşmayı; kutuplaşmayı değil, insanca bir ortaklığı çağırıyor.

Selahattin Demirtaş’ın bu önerileri, sadece bir dönemin değil, geleceğin de sesidir. Bu ses diyor ki:

“Birlikte yaşamak mümkündür. Aynı sahada, aynı tribünde, aynı şarkıda buluşabiliriz.”

Ve gerçekten de barış, bir maçın başlangıç düdüğüyle değil, insanların kalbindeki iyi niyetle başlar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Arslan ÖZDEMİR Arşivi