Bursaspor tribünlerinde nefretin normalleştirilmesi
“Küfür cesaret değil, kalabalığın arkasına saklanmış korkudur.”
Bursaspor tribünlerinde atılan küfürlü tezahüratlar, açılan pankartlar ve özellikle Leyla Zana’ya yöneltilen hakaretler, artık “tribün kültürü” bahanesiyle geçiştirilemeyecek kadar açık ve rahatsız edici bir noktaya ulaşmıştır. Ortada ne masum bir taraftar coşkusu ne de futbolun doğasında olan rekabet vardır. Aksine, bilinçli, hedefli ve politik bir nefret dili sergilenmektedir.
Tribün mü, Linç Alanı mı?
Futbol tribünleri, farklı görüşlerden insanları aynı renkte buluşturma potansiyeline sahipken, Bursaspor tribünlerinin bir bölümünde bu alan sistemli biçimde bir ideolojik gösteri sahasına çevrilmiştir. “Toroslu” pankart gibi semboller, yalnızca bir mesaj değil; açık bir tehdit, bir gözdağı ve geçmişte yaşanmış karanlık dönemlere yapılan bilinçli bir göndermedir.
Bu tür pankartları açanların ne yaptığını bilmediğini söylemek saflık olur. Amaç, tribünlerde korku üretmek, karşıt gördüğü kimlikleri aşağılamak ve bu alanı tek sesli hâle getirmektir.
Leyla Zana’ya Küfür: Kime ve Neye?
Leyla Zana’ya yöneltilen küfürler, bir şahsın politik görüşüne yönelik sıradan bir tepki değildir. Bu tezahüratlar, doğrudan Kürt kimliğini, Kürtlerin siyasal varlığını ve bu ülkede söz söyleme hakkını hedef almaktadır. Futbol sahasında atılan her küfür, “biz buradayız ve sizi istemiyoruz” mesajını taşımaktadır.
Bu dili savunanlar, çoğu zaman “siyaset yapmıyoruz” diyerek kendilerini aklamaya çalışır. Oysa tribünde atılan bu sloganların tamamı siyasidir ve üstelik en kaba, en ilkel hâliyle siyasettir.
Bu eylemlerin arkasındaki niyet açıktır:
Tribünlerin belli bir ideolojik grubun kontrolünde olduğu ilan edilmektedir.
Küfür ve hakaret, normal ve kabul edilebilir bir davranış gibi sunulmaktadır.
Karşıt kimliklere “burada yeriniz yok” mesajı verilmektedir.
Ancak bu tutum, ne cesur ne de onurludur. Tam tersine, çoğunluğun arkasına saklanarak bağırmanın verdiği sahte bir güç hissidir.
Bursaspor, Türkiye futbolunun köklü kulüplerinden biridir. Ancak tribünlerde estirilen bu nefret dili, kulübün adını futbol başarılarıyla değil; utanç verici görüntülerle gündeme taşımaktadır. Kulüp, taraftar gruplarının ideolojik tatmin alanı değildir.
Sessiz kalan yöneticiler, müdahale etmeyen federasyon ve bu tabloyu görmezden gelen herkes bu sorumluluğun parçasıdır.
Futbol, öfkenin ve düşmanlığın değil, rekabetin ve dayanışmanın alanı olmak zorundadır. Küfürle, tehdit sembolleriyle ve nefret söylemiyle tribün doldurmak; ne takımı büyütür ne de bu ülkeye bir şey kazandırır. Bursaspor tribünlerinde yaşananlar, savunulacak bir “taraftarlık” değil; açık bir toplumsal gerilemedir.
Buna karşı çıkmak, yalnızca bir siyasi tavır değil; insanlık ve vicdan meselesidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.