Gülistan Doku için Adalet Sağlansaydı, Rojinler ve Narinler Yaşıyor Olacaktı
“Kadın cinayetlerine karşı verilen mücadele, yalnızca bireysel davalarla sınırlı kalmamalı; daha eşit, adil ve güvenli bir toplum için topyekûn bir dönüşümün parçası olmalıdır.”
Gülistan Doku, 5 Ocak 2020 tarihinde Dersim’de kaybolduğunda, Türkiye toplumu bir kez daha kadınların karşılaştığı sistematik adaletsizlikle yüz yüze geldi. Genç bir üniversite öğrencisi olan Gülistan’ın kayboluşu, yalnızca bir kişinin değil, birçok kadının maruz kaldığı yapısal şiddetin sembolü haline geldi. Ancak Gülistan’ın kayboluşuna ilişkin soruşturma süreci, toplumda ciddi bir güven kaybına neden oldu. Delillerin yeterince toplanmaması, şüphelilerin etkili bir şekilde sorgulanmaması ve soruşturmanın yavaş ilerlemesi gibi eksiklikler, bu olayın yalnızca Gülistan’la sınırlı kalmadığını, daha geniş bir sistem sorununu ortaya koyduğunu gösterdi.
Bu bağlamda, "Gülistan Doku için adalet sağlansaydı, Rojinler ve Narinler yaşıyor olacaktı" ifadesi, yalnızca bir varsayım değil, toplumun kadın cinayetlerine yönelik tepkisizliğine dair güçlü bir eleştiridir.
Türkiye’de kadın cinayetlerinin artış gösterdiği bir dönemde, bu suçlarla mücadelede yargı sisteminin yeterliliği sıkça sorgulanmaktadır. Yargının etkisizliği, yalnızca suçluların cezalandırılmamasıyla sınırlı kalmamakta, aynı zamanda toplumda caydırıcılık etkisini ortadan kaldırarak kadınlara yönelik şiddeti normalleştirmektedir. Gülistan Doku olayında da görüldüğü üzere, soruşturmanın eksik ve yetersiz yürütülmesi, failin korunduğu ya da yeterince araştırılmadığı algısını güçlendirmiştir.
Rojin ve Narin gibi genç kadınların şiddete kurban gitmesi, bu adaletsizlik zincirinin devam ettiğini gözler önüne sermektedir. Kadın cinayetlerinin arkasındaki yapısal sorunlar arasında, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, yargıdaki cinsiyetçi tutumlar ve etkin bir hukuk sisteminin eksikliği bulunmaktadır.
Bir hukuk sisteminin en temel işlevi, bireylerin haklarını koruyarak adaleti tesis etmektir. Eğer Gülistan Doku davasında adalet zamanında sağlanmış olsaydı:
Etkin bir yargı süreci, potansiyel faillerin cesaretini kırarak benzer olayların önüne geçebilirdi.
Adaletin sağlandığı her dava, kadınların güvenliğini artıracak bir mesaj taşır. Bu, toplumda kadınlara yönelik şiddeti tolere etmeme bilincini güçlendirirdi.
Adaletin yerini bulması, yalnızca failin cezalandırılması anlamına gelmez; aynı zamanda mağdur ailelerin yaralarının sarılmasına da katkı sağlar.
Sistematik adaletin tesis edilmesi, kadınların toplumsal hayata daha güvenle katılmasını desteklerdi.
Kadın Cinayetlerini Önlemek İçin Ne Yapılmalı?
Kadın cinayetlerine yönelik yargı süreci hızlandırılmalı, faillerin cezasız kalmasına yönelik boşluklar giderilmelidir.
Toplumun her kesiminde cinsiyet eşitliği eğitimi verilerek şiddetin kökenine inilmeli ve cinsiyetçi normlar ortadan kaldırılmalıdır.
Kadınları koruyucu yasalar güçlendirilmeli ve bu yasaların uygulanması için denetim mekanizmaları oluşturulmalıdır.
Medya, kadın cinayetlerini sansasyonelleştirmek yerine sorunun toplumsal boyutuna odaklanarak farkındalık yaratmalıdır.
Gülistan Doku’nun adalet arayışı, yalnızca bir kayıp vakası değil, aynı zamanda Türkiye’de kadın cinayetlerine yönelik adalet sisteminin aynasıdır. Eğer Gülistan için adalet sağlanmış olsaydı, bu durum birçok potansiyel faili caydırarak başka trajedilerin önüne geçebilirdi. Rojinler ve Narinler, bu adalet sisteminin işlevselliği sayesinde bugün hayatta olabilirlerdi. Kadın cinayetlerine karşı verilen mücadele, yalnızca bireysel davalarla sınırlı kalmamalı; daha eşit, adil ve güvenli bir toplum için topyekûn bir dönüşümün parçası olmalıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.