Mahmut Bilgin

Mahmut Bilgin

Öcalan’ın barış ve demokratik toplum çağrısı üzerine

Öcalan’ın barış ve demokratik toplum çağrısı üzerine

16 Şubat tarihli yazımda bu sürecin ana dinamiklerini yazmıştım. Şunu görelim: Biz Kürtler dünyadan bağımsız bir cisim değiliz. Bugün dünyanın yönü demokrasinin yayıldığı, özgürlüklerin genişlediği, hukukun derinleştiği bir tarafa işaret etmiyor. Hegemonik güçler de şu an hiç kimseden demokratik gelişimler beklemiyor. Ana eksen küresel sermayenin önündeki engellerin aşılması, devlet dışı silahlı yapıların etkisizleştirilmesi yada entegre edilmesi, çatışma alanlarının sönümlenmesi şeklindedir. Ortadoğu'da bunun startı da Hamas'ın 7 Ekim 2023'teki saldırısının ardından verildi. Bugün İsrail ilk kez Ortadoğu'yu dizayn eden, haritaları değiştiren bir devlet durumuna geldi. İran, Lübnan, Filistin hattındaki güçler değişimini bir yılda tamamladı. Ardından bu güç değişiminin yönünü Suriye coğrafyasına yöneltti. Değişimin kendi kapısına dayandığını gören Türkiye harekete geçerek bu sürece kapı araladı. Yani bu sürecin başlamasını mecburi kılan Türkiye ve Öcalan inisiyatifi değil; Ortadoğu'da İsrail'in kazanarak güç dengelerini değiştirmesidir.

Yani bu süreç Türkiye'nin iç dinamiklerinin değil; dış dinamiklerin dayattığı bir süreçtir. Türkiye mecburi olarak bu sürece yönelirken, Öcalan ise kapısına gelen bu fırsata sırtını dönmedi. İki tarafın sürece dahil olma sebepleri farklı olunca, beklentileri, tanımlamaları ve elde edecekleri de farklı olacaktır haliyle. Türkiye kapısına dayanan değişimi savmak, ertelemek ve Kürtlerle olan çatışma hâlini dondurarak "iç cephe"sini stabil tutmayı amaçlıyor bu süreç ile. Öcalan ise yukarıda tarif ettiğim dünya ve Ortadoğu ortamında Kürt halkının güvenliğini önceliyor. Bunun yolunun da kendi örgütünü feshederek bu gücün ve çeperindeki güçlerin dönüşümü yoluyla dünyanın ve Ortadoğu'nun yeni dizaynı içindeki yerini formüle etmekten geçtiğini söylüyor. Aynı zamanda Türkiye'de de devletin Kürtler üzerinde baskı uygulama gerekçesi olarak sunduğu PKK kartını devletin elinden alarak Kürtlere nefes aldırmayı, belki de yeni bir mücadele yolu bulmayı hedefliyor. Sürecin reel politik zemini taraflar açısından böyle çizilebilir. Unutmayalım ki Öcalan da Türkiye de felsefe kulübü yönetmiyorlar. İkisi de birer politik öznedir ve politik özneler böyle bakarlar. Bütün faktörleri, güç değişimlerini değerlendirir ve ona göre reel bir yol hattı çizerler. Çünkü her politik öznenin sınırları vardır, Öcalan ve Türkiye'nin de olduğu gibi.

Peki Öcalan'ın bu bir buçuk sayfalık metni nedir ve ne içeriyor? Öncelikle bu metin bir hukuk, kamusal alan ve düzen kurucu bir barış bildirisi değil. Bu sadece bir protokoldür. Tarafların karşılıklı yükümlülüklerini belirlediklerini topluma ifşa ettikleri bir deklarasyondur. İki tarafın yükümlülükleri dışında herhangi bir hukuki, kamusal, politik ortak kurallar koymuyor. İki taraf birbirinin alanına girmiyor, ortak alanlar da oluşturmuyorlar bu metinde. Bu metin demokratik standartlara dair karşılıklı anlaşılmış şartları da içermediği gibi bir kuramsal manifesto da değildir. İkincisi bu metin büyük oranda Öcalan'ın uzun yıllardır söylediklerine benzer bir içerik ve amaç taşıyor. Üçüncüsü devletle uzlaşılarak dışarıya çıkarılan bir metin olduğunu unutmadan ve tüm infial uyandıran öğelerinden arındırarak ele aldığımızda metnin Öcalan'a ait olan özü nedir? PKK'nin ve silahlı mücadelenin yeni bir gelişmeye yol açmadığı ve tekrarı yaşadığı gerekçeli izahıyla sonlandırma çağrısıdır Öcalan'a ait olan öz. Ve bunun yerine barışçıl, demokratik yollar ve siyaseti koyma hedefidir. Bunu devlete, örgütüne, küresel güçlere bildiriyor, zaten hemen ardından tüm bu muhataplar cevaplarını verdiler.

Zihnimin çeşitli kuramsal fingirdemelere meyletmesini engelleyip metni okuduğumda gördüğüm öz budur. Peki bu iki öz doğru mudur? Evet, kesinlikle doğrudur. Zira ömrünü, misyonunu çoktan tamamlamış olan savaş stratejisini ve örgütü sonlandırmak, yerine zamana ve Kürt özgürlük mücadelesinin yeni ihtiyaçlarına uygun bir strateji, yol ve araçlar koymak her açıdan gereklidir. Bu adım sonuçlanırsa Türkiye'nin Güney ve Rojava topraklarına saldırma zemini kuruyacak, Türkiye'nin Ortadoğu'da geniş bir coğrafyada askeri, istihbari ve politik hareket yapma alanı sınırlanacaktır. Böylece Türkiye'nin Ortadoğu'daki saha değeri azalacaktır. Bu bakımdan bu adım yaratacağı sonuçlar itibariyle küresel güçlerin hedefleriyle de örtüşüyor. Bu adımın sonuçlanmasıyla ayrıca Türkiye'de devletin PKK'yi gerekçe göstererek Kürt siyasi hareketini ve tüm demokratik kazanımlarını terörize etme, ezme zemini de önemli oranda kurumuş olacak. Bu itibarla Öcalan'ın bu çağrısı yanlış değil, şart olandı. Bu adımın sonuçlanmasından Kürtler zararlı çıkmaz. Kürt hareketinin dönüşerek demokratik, sivil bir mücadele ve siyaset yoluna girmesi de Kürtler adına doğru ve gerekli olandır. Çünkü 50 yıllık mücadele birikimi güçlü bir ulusal ve demokratik yükselişe yol açmış, bu enerji sadece Türkiye'yi değil, Ortadoğu'yu da etkilemektedir. Hatta bu Kürt enerjisi ileri dünyanın sağırlaşan dikkatini de cezbediyor artık. Silahın devre dışı kalmasıyla birlikte devlet, 50 yılda ortaya çıkan bir ulus bilinciyle, zinde kitlesel örgütlerle, geniş bir Kürt kamusuyla, güçlü bir siyasi ve entelektüel birikimle, kültür ve dil gücüyle baş başa kalacaktır. Şayet Kürtler silahlı mücadele sonrasını akıllı, zamana uygun şekil, yöntem ve araçlarla yürütürlerse, devlet "keşke PKK kendisini feshetmeseydi" diyecektir.

Peki bu süreç tek başına Türkiye'de demokrasiyi inşa edebilir mi? Buna olumlu yanıt vermek zor. Devletle yapılan bu görüşmelerden demokrasi, hukuk ve özgürlüklerin çıkması son derece zor. Çünkü Türkiye'de bu süreci demokrasiye dönüştürecek devlet ve toplumsal zemin yoktur. Yüzyıllık inkarlar, hukuksuzluk, arsızlık kültürü, çeteleşme ve mafya örgütlenmeleri ve bunların yarattığı devasa bir toplumdur hâlâ Türkiye. Bu yüzden Türkiye 40 yıldır demokrasi mücadelesi geleneği oluşturan 15 milyon Kürt ile silahsız zeminde baş başa kaldığında buna cevap verebilecek demokratik potansiyele sahip değil. Dolayısıyla Kürtlerin demokratik örgütlenmelerini, Kürt sivil toplumunu, Kürt kamusunu daha da güçlendirmeleri gereklidir. Bu yüzyıllık devlet kültürü ve mekanizmasına karşı en büyük ve tek savunma yolu bu olacaktır. Bunun yolu da Kürtlerin öncelikle kendi iç demokrasilerini geliştirip güçlendirmesidir.

Sonuç olarak Kürt halkı hayatını, mücadelesini, toplumsal ve kişisel ilişkilerini savaşsız, silahsız, bombasız yaşamayı hak ediyor. Yüzyıldır dağları sırtında taşıyan bu halkın artık dağlardan ve silahtan daha iyi ittifaklara, yollara ve yoldaşlara ihtiyacı vardır. Kürtler dünyada bunu en çok hak eden ulustur. Çünkü Kürtler bunun için çok fazla öldü.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mahmut Bilgin Arşivi