Demokratik toplum sürecinde DEM Parti
Kürtler olarak uzun zamanlardan geliyoruz. Bütün tarihi düşünürsek ulus olma serüvenimizin nasıl uzun ve çetin bir çabaya karşılık geldiğini anlarız. Bugün Ortadoğu'da ilk kez bütüncül bir ulus olarak bir yer tutmaya çalışıyoruz. Geçmişin onca çabasını göz önüne alınca, bizim nasıl güçlü bir yerde olduğumuzu anlarız. Kürtler koskoca bir akış içinde gelişti. Bu gelişim hissini yaşamak çok kıymetlidir. Bu gelişim hissini duymadığımız zaman, dünümüz bir yük, yarınımız korkulu bir düş, toplumsallığımız ise salt bir kalabalıkta kalmış olur. İşte Kürtler bugün tarihte çağ atlayacak bir eşik ile karşı karşıyadır. İlk kez Ortadoğu'da stratejik bir güç olmanın kapısındadırlar.
Fakat en büyük Kürt nüfusu üzerinde siyaset yapan DEM merkezli siyaset bunun farkında olduğunun işaretlerini vermemektedir. DEM hayalsiz ve tahayyülsüz siyaset yapıyor. Öcalan'ın ortaya koyduğu gelecek projesine ve büyüyen Kürt gövdesine denk bir siyaset aklı ve sınıfı mevcut değildir DEM merkezinde. Bugün DEM'in Kürt dünyasındaki etki alanı çok geniş ve önemlidir. Aslında güncel Kürt tarihinin merkezindedir DEM. İmralı ile halk arasında DEM var. Devlet ile Kürt halkı arasında DEM var. İmralı ile Güney Kürdistan arasında DEM var. Rojava ile Kürtler ve İmralı arasında DEM var. Kısaca DEM bir merkezdir, basit bir aparat değil. Bu yüzden bu dönemde oynadığı rolü hafife almak çok hatalı olur. Bu anlamda DEM'in söyledikleri/söylemedikleri, yaptıkları/yapmadıkları son derece önemlidir.
Barış ve Demokratik Toplum sürecinde DEM merkezi ve yerel yapıları açısından konu ve yöntemin hâlâ belirgin olmadığını söylemek mümkündür. Bu yüzden DEM'in düşünsel berraklığı da oluşmuş değildir. Aslında DEM hepimizden daha çok bilgiye dolaysız ulaşabiliyorken, buna rağmen gerçek olanla gerçek olmayanı birbirine karıştırıyor. DEM merkezi düşle gerçeği o kadar karıştırıyor ki, yeni süreçte devletin gerekçesi nihai gerekçe haline geldiği halde hâlâ buna karşı bir hamle yapma ihtiyacı duymuyor. Rejim ile o kadar senkronize olmuş ki, sadece onun ekseni içinde siyaset yapıyor. Kürt siyasi tarihinde yeni bir eksen başlatmaktadır: müsaadeli Öcalancılık ve müsaadeli Kürtçülük. Bu öyle bir yol ki aslında Kürt parlamenterizminin de altını oyuyor ve legal Kürt siyasetini işlevsiz hale getiriyor. Çünkü DEM yeni bir Kürt siyasal evreninin doğduğunun farkında değil. Bu yeni Kürt siyasal evreni, Kürt yönetsel tecrübesinden, Kürt meslek gruplarına, Kürt medyasına, uzun yıllara dayanan Kürt siyaset birikimine uzanan geniş bir alandır ve artık bu geniş alanı kapsamayan hiçbir politik vizyon sonuca ulaşamaz. DEM bu geniş Kürt siyasal evreni üzerinden hareket etmek yerine, daralarak kendisini sıradan bir aracıya dönüştürmüştür. Bu dönüşüm Türkiye'de Kürtlerin giderek yükselen temsil ihtiyacını karşılayamıyor. Ağaçtan düşen yaprak rüzgârın oyuncağı olur. Rolünü ve misyonunu unutan DEM merkezi tam da ağaçtan düşen yaprak gibidir. Kürtlerin temsil merkezi midir, Öcalan ile Kandil arasında sıradan bir aracı mıdır, Kürtleri rejime entegre etmenin bir aracı mıdır, Kürtlerin ulusal haklarını elde etmelerinin siyasal merkezi midir, TBMM'de normal bir muhalefet partisi midir, o da bilmiyor. Ve bunları berraklaştırmaya da çok hevesli görünmüyor doğrusu. Zira DEM için politika alanında düşüncenin yok olduğu ve bu konuda gizli bir umursamazlık içinde olduğu görülüyor. Öcalan'ın gücü DEM için artık rahat bir yatak haline gelmiş, DEM aklının üzerinde tembellik ettiği konforlu bir koltuk olmuştur. Fakat siyaset ve toplum boşluk kabul etmez. Ve yine insanların yanlışlara ve tembelliğe daha uzun süreler tabi olabileceğini varsaymak, akla, şeylerin evrensel düzenine ve eski çağlardan günümüze gelmiş tüm örneklere aykırıdır.
Öcalan önemli bir müdahalede bulunarak büyük bir şiddetin önüne geçti. Bu müdahalesiyle Öcalan en çok da DEM'in önünü açtı. Fakat DEM hâlâ eski alışkanlıklar ve reflekslerle siyaset yapmaya çalışıyor. Devlet, olmayan Kürtten, dinlemesi, uyması ve müteşekkir olması gereken Kürde gelen bir süreci ortaya koyarken, DEM Kürt halkını yalnızca barış isteyen bir halk söylemiyle ortaya koyuyor. Kurucu bir öznenin somut söylem ve açıklık dilini sokakta, medyada, üniversitede, kentte, köyde ortaya koymak yerine; Türk halkını ve partilerini gönlü hoş edilecek şımarık çocuklar gibi gören bir dil kuruyor. Süreç bu dil ve söylemle koridorlarda, odalarda konuşuldukça gerçeklikten kopuyor. İktidarın istediği tam da budur. Ne olduğu belli olmayan, her toplumsal kesimin dilediği gibi anladığı, havada suda yüzen kelimeler. Ve DEM'i de bunun bir aparatı haline getiriyor. DEM de Öcalan ile kamuoyu arasında gidip gelmeyi siyaset yapmak sanıyor. Devlet Öcalan'ın söylediklerini DEM merkezi ve heyet üzerinden tahrif ederek dışarıya aktarıyor. Kendi politikasına uygun olanlara müsade ederken, aksi olanlara sansür uyguluyor. Bu bakımdan DEM merkezi ve heyetin yaptığı "müsadeli Öcalancılık ve müsadeli Kürtçülük"tür. DEM kendisini bundan kurtaramazsa, tarih onu sömürgeciliğin yumuşak yastığı olarak yazacaktır.
Bu süreçte DEM'in politika yapma içeriği de büyük oranda anlam yitimine uğramıştır. Kürt sorununun çözümü konusunda genel demokrasi söylemi haricinde bir söyleme sahip değildir. Oysa Kürt ulusal taleplerini DEM'den alırsanız geriye DEM diye bir şey kalmaz. DEM tabanının % 95'i Kürt ulusal talepleri etrafında DEM'in ekseninde toplanmaktadır. DEM siyaset yapabilsin diye on binlerce insan sürgünde, bir o kadarı cezaevinde bugün. DEM bu konularda hâlâ edilgen bir tutum içinde. Yine Rojava konusunda edilgen ve belirsiz bir tutum sürdürüyor. Aynı şekilde nüfus oranına göre ilkokul talebini dillendirmek çok mu zor? Yada Kıbrıs anayasasında azınlık Türk topluluğuna tanınan hakların aynısını 25 milyonluk Kürtlere tanınmasını istemek çok mu zor? Bunların politik temsilini yapmayacaksa DEM partisi Kürt ulusal talepleri konusunda neler düşünüyor o halde?
Başka bir önemli konu DEM aylardır sahada güçlü bir şekilde yok, Ankara'da tıkanmış kalmış, Kürt şehirlerinde birkaç zayıf toplantı ile yetiniyor. Onlarca sorunu olan Kürt şehir, kasaba ve köyleriyle bağı kopmuş durumda. Uyuşturucu, ahlâkî çürüme, yoksulluk, çeteleşmeler almış başını gidiyorken DEM sahada yok. DEM MYK'sı başta olmak üzere tüm merkezinin tam da bu dönem Kürdistan'da derviş gibi çalışması, yeni paradigmayı, Öcalan'ın tezlerini anlatması gerekirken, onlar Ankara ve İstanbul'da vakit geçiriyor. Oysa Ankara çürümenin, oyalanmanın, rejim içinde sıradanlaşmanın ve çözümsüzlüğün merkezidir. Ankara devletli siyasetin merkezidir, toplum merkezli komün mücadelesinin değil. DEM daha az devlet daha çok toplum diyorsa Ankara'dan bir an önce çıkmak zorunda. Öcalan yeni manifestoyu komün üzerine kurarken, DEM oy aldığı Kürt beldelerinde komünleri inşa etmeyi bırakalım, henüz komün tartışmalarına dahi başlamış değil. Bu durumu izlerken acaba DEM, Öcalan'ın söylediği demokratik toplum ve komün hareketini Ankara ve İstanbul caddelerinde mi kuracak diye düşünmemek elde değil.
Sonuç olarak Öcalan'ın yeni perspektifleri eskiyi biraz revize edip tekrar etmekle başarılamaz. Revizyonist yaklaşımlar ile örtülü umursamazlık ve düşünsel tembellik Kürt siyasi hareketini ve kendisiyle birlikte Öcalan'ı da zamanın dışına atar. Demokratik toplum deyip vesayet mekanizmaları kurmak eskinin tekrarıdır. Öcalan'ın perspektiflerinde eskiyi revize etmek yok, aşmak vardır. Şayet yeni bir manifesto, yeni bir strateji ve siyaset varsa, yol ve yöntemleri de buna uygun olmak durumundadır. Sürekli demokrasi deyip dar gruplara dayanan otoriter kaideler üzerinden yürümek yeni perspektifin ve sürecin altını oyar ve onu boşluğa düşürür. Bu bakımdan DEM ortaya konulan devasa toplumsal ve siyasal değişimin yeni perspektifine inanıyorsa, bir an önce kendisinin bundaki rolüne dair zihinsel berraklığa kavuşmak durumundadır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.