Mahmut Bilgin

Mahmut Bilgin

Silahlı mücadelen sonra: Riskler ve imkanlar

Silahlı mücadelen sonra: Riskler ve imkanlar

"Kimin başlattığı önemli değil, önemli olan kimin sonuçlandırmadığıdır."

Heidegger'in de kerelerce yinelediği gibi, kendine özgü olduğu denli tuhaf ve tekinsiz bir zamanda yaşıyoruz. Bugün boğazımıza kadar içine gömülü olduğumuz evrensel rekabetin ikinci kez küreselleşmesiyle birlikte, tarih ve coğrafyamız köklü bir şekilde yön değiştiriyor. Program değişmekte, hiç kimse aynı programın afişte uzun süre kalmasını istememektedir. Bu değişim yönü ya yenilenirsin ya ölürsün mantığı ile yol alıyor. Her dönem yetkinlikleriyle imkânlar, açmazlarıyla da riskler oluşturur. Her yeni dönemin kendi temaları, kendi renkleri, kendi tercihleri, hatta kendi tikleri vardır. Tıpkı bir ekonomi gibi her dönem de kendi ritimlerine sahiptir. Dönemeçler, olaylar, semboller, kahramanlar...

Öcalan tarafından sosyal, siyasal, ekonomik sonuçları olacak yeni bir program, yeni bir strateji ve hedef deklere edildi. Her yeni dönem gibi bu süreç de riskleri ve imkanları içeriyor. Risk ve imkân analizi yapmak bir dönemden başarıyla çıkmanın ön koşuludur. Bu yazıda bunu yapmaya çalışacağım.

Bu sürecin birincil risk alanı konuyu konuşma biçimi ve içeriğidir. Devlet ve Kürt tarafı konuyu ziyadesiyle teknik konuşmakta, silah bırakmayı sürecin merkezine koymaktadır. Ne devlet tarafından nede Öcalan tarafından genel geçer tarih okumaları ve belirlemeler dışında Kürt meselesinin çözümü, barış ve demokratikleşme programı deklere edilmiş değil. Konu PKK'nin feshi ve silahların bırakılması eksenine kilitlenmiş durumda. Bu, sürece dair güvensizlik oluşturuyor. Zira Kürt meselesi PKK ile özdeş değildir ve PKK'den çok daha geniştir. PKK bu meselenin kimi açılardan ifadesi olmuştur. Hatta diyebiliriz ki hâkim olan ifade o oldu, çünkü çarpışan güç oydu. Bu yüzdendir ki bugüne kadar Kürt meselesi güvenlik aygıtları ve derin devlet ile hükümetler ve PKK arasında sıkıştı. Bu sıkışma Kürt sorununda söylem ve politik eylem bakımından başka alanların açılmasını her zaman sınırlandırdı. Bugün de konuyu PKK'nin feshi ve silahların bırakılması eksenine kilitlemek aynı sıkışmayı getirecektir.

İkinci risk alanı ise birincisiyle bağlantılı olarak kendini gösteriyor. Şöyle ki konu ve yöntem belirgin değildir. Konu PKK'nin feshi ve silahların bırakılması mı? Konu Kürt meselesinin politik çözümünü kapsıyor mu? Konu Türkiye'nin önüne derin bir demokrasi programı koymayı içeriyor mu? Konu Rojava Kürtlerini nasıl ve nereye kadar kapsıyor? Konu Türkiye'de başkanlık sisteminin pekişmesini içeriyor mu? Bu konularda taraflar açısından bir berraklık yok. Bu yüzden aktörlerin düşünceleri de belirgin ve berrak değil. Gerçek olanla gerçek olmayan, gerçek olanla algı çoğu kez birbirine karışıyor. Bu karışıklıktan çok fazla yanlış bilgi ve algı doğuyor. Algı, hiçbir zaman bilgi ve gelişim için yeterli olmaz. Gerçekçi ve derinleşmiş bir çözüm süreci ve demokratik bir toplum sağlıklı bilgi ve dikkatli bir düşünsellik ile oluşur. Sürecin en büyük gediği sürece dair sağlıklı bir bilginin ve yöntemin olmamasıdır. Öcalan ile toplum arasında iletişim görevi olan heyetin ve DEM'in bugüne kadarki performansı bu bakımdan başarısızdır. Sağlıklı bir bilginin verilmediği bu ortamda hepimiz kuyuda iğne arar durumdayız. Bu yüzden siyasetçiler, aydınlar, halk, yazan çizen, konuşan hepimiz bir filin gövdesinin şu veya bu bölümünü elleyerek - tuttukları yerin hayvanın ayağı, hortumu, dişi, gövdesi veya kuyruğu olmasına göre - bir sütuna veya bir yılana veya sert bir maddeye temas ettiklerine inanan körlere benziyoruz. Gerçek ile algının bu derece birbirine karıştığı bir yerde süreç her zaman boğulma riski taşır.

Üçüncü risk alanı ise sürecin şimdiye kadar deklere edilmiş program parçalarıyla ilgilidir. Öcalan da devlet de Kürt -Türk kardeşliği üzerinden dile getirmektedir süreci. Fakat bu Kürt kitlesinin geldiği noktayı karşılamadığı gibi Kürt sorununun çözümünün politik ve hukuki programını içermekten çok uzak bir söylemdir. Kürtler'in ve Türkler'in ortak bir düşmanı yok, müşterek bir coğrafya ve gelecek vizyonu da bugüne kadar oluşmuş değil. Ayrıca artık ikisi de birbirleri üzerinde uzun süreli egemenlik kuramayacak kadar güç, imkan ve ayrı ulus bilincine sahiptir. Sadece yalnızlaşmamak adına birbirleri için gerekli iki halktır. Bozulan şey kardeşlik hukuku değil; birlikte yaşadıkları ülkedeki egemenlik hukukudur. Bu yüzden kardeşlik hukuku altında fethedilebiliriz ve biz Kürtler uzun ve cesur bir direnişten sonra toptan bir dağılışa sürüklenebiliriz. Unutmayalım ki Amerika kendisini Büyük Britanya'nın tebaası olarak adlandırsaydı, hiçbir güç onları özgürleştiremezdi. Halklar tıpkı boy ölçüşen çocuklar gibi, kendilerini sürekli diğerleriyle kıyaslar. Kürtlerin kolektif hakları Türklerin hakları kadar düşünülmedikçe bu boy ölçüşme her zaman gerilime sebep olacaktır. Kardeşlik hukuku Kürt halkının ihtiyaçlarını karşılayacak bir hukuk değil. Lamartine 1828'de "kitlelerin içgüdüsüne sahibim, işte benim tek siyasal üstünlüğüm budur" diye ilan etmiştir siyasi doktrinlerin başarılı olma koşulunu. Kürtler adına sorumluluğu alan Öcalan Kürt halkının ihtiyaçlarından, sorunlarından ilham alan doktrinler ortaya koymak durumundadır.

Diğer bir risk alanı ise Türkiye'de politik bir irade var mı sorusudur. Hızla gelişen, ortalıkta dolaşan bilgi parçacıklarıyla aşırı şişen; ama doğuramayan bir sürecin bulantısı var. Nihayetinde şiddet politik irade varsa sonlandırılabilir. Burada politik irade Kürt meselesinin politik karakterini tanımlayabilmiş irade demektir. Böyle bir iradenin olduğunu söylemek zor. Erdoğan ve Bahçeli'nin sürecin içinde olmaları politik iradenin olduğunu kanıtlamaz. Zira son on yılda Cumhurbaşkanlığı kurumunun İçişleri Bakanlığı'na, Milli Savunma Bakanlığı'na ve MİT'e olan bağımlılığının artmış olması egemen iktidarın militaristleştiğini gösterir, siyasallaştığını değil. Egemenliğin resmi yada gayriresmi askeri ve güvenlik aygıtlarına giderek artan bir şekilde bel bağlaması her zaman ve her şeyden önce derinleşen bir politik irade krizinin var olduğunu gösterir.

Kürt tarafı açısından en ciddi tehlike ise, egemenliğin paylaşımı ile ilgili bütün söylemlerinden vazgeçtiğini ilan etmiş olmasıdır. Federalist, özerklik, kültüralist çözümlerin hepsinin masadan atılmış olması ilerleyen zamanlar için elini son derece zayıflatmıştır. Bu süreç Kürt tarafı açısından ilk bakışta "mal" indiren bir trene benziyor. Eski döneme ait "mallar" sürekli indiriliyor. PKK, silahlar, özerklik, kültüralizm... Fakat gara gelen yeni "mallar"ın ne olduğu henüz belli değil. Çokça mal indiren Kürt treni vagonlarını doldurmazsa halka vereceği yeterli malzemesi olmaz, halk da başka garlara gider. Kick Boks hareketleri içinde "Submission" yani karşı tarafı çaresiz bırakma hareketlerinden biri Kimura Kapanıdır. Kişi kolundan bir kilide alınır ve hareket edemez. Ederse omuzunu yada boynunu feda etmek zorundadır. Kürt tarafı egemenliğin paylaşımı ile ilgili herşeyi masadan atarak kendisini Kimura Kapanının siyasi olanına koydu. Ayrıca şunu söylememek konuyu eksik bırakacaktır: Konfederalizm ve özerklik perspektifi son 20 yılda Kürtler için sayılamayacak kadar çok görev üstlenmiş, sayılamayacak kadar çok engele göğüs germiş, aktivist iki Kürt kuşağını etkisine almış, uğrunda sayılamayacak kadar bedel verilmiş bir çözüm perspektifidir. Ancak son bir kaç yıldır ve özellikle son süreçte siyaset, kuram ve eylem alanından hemen hemen kovulmuş, entelektüel değeri azaltılmıştır. Fakat konfederalizm ve özerkliğin tamamen ölmüş olduğunu kim iddia edebilir? Etse bile bunu nasıl gerçek manada temellendirebilir? Otoriter devletlerin karşısında, köleleştirici toplumsal kodların karşısında özerklik perspektifi ve arayışları halkların hakları ve bireyin özgürlükleri adına bu topraklarda her zaman varlığını sürdürecektir.

Sürecin risk haritasındaki son konu ise Türkiye'deki Kürt dünyasında nasıl bir otorite varlığı inşa edilecektirin belirsizliği. Kabul etmeliyiz ki 50 yıldır meşruluğunu haklı davasıyla birlikte silahlı mücadeleden alan bir otorite vardı. Bu otoriteye son verildiğine göre, önerilen Kürt sürecinde ne tür bir siyasi ve toplumsal otorite iş başında olacak? Oluşacak olan otoritenin meşruiyet kaynağı ne olacak? Tek başına demokratik toplum demekle otorite ve onun meşruiyet kaynağı probleminin içinden çıkılamayacağı gibi, böylesi bir boşluk Kürdistan'da çeteleşmelere, mafyavari gruplaşmalara, aşiret güçlerine, gayrimeşru oluşumlara zemin hazırlayacaktır.

Bu kadar riskle birlikte kimi önemli imkanları içeriyor bu süreç. Kürt meselesi artık yeni bir aşamaya girme imkanı yakalamıştır. Kürt sorunu bugünden sonra sadece Kandil dağlarından gelen askeri çatışmaların konusu olarak güvenlik alanında değil, sivil toplumsal temelde de konuşulmak, tanımlanmak durumunda kalınacaktır. Ana muharebeler artık askeri değil, politik, ideolojik, kültürel ve sivil alanlarda yaşanacaktır. Bu alan genişlemesi Kürt sorununun gerçek çapını gözler önüne serecektir.

İkinci imkân alanı ise şudur: Kürt siyasi hareketleri ve aydınları yüksek bir kavrayışa sahip olursa, ulusal iddia ve ulusal haklar talebi Kürtlük etnisitesi bakımından hukuki zemine kavuşma şansı bulur. Bu yol Kürt kimliğinin ve dilinin salt bir kültürel fenomen değil, esasen ulusal ve siyasal bir iddia olduğu kapıya götürür. Böylece Kürtler adına modern ulusal, siyasal bir sürecin ideolojik programsal temelini atma ve ulus kurucu araçları ve özneleri ortaya çıkarma imkânı yakalanabilir.

Yeni dönemin ortaya çıkardığı diğer bir imkân ise devlet ile PKK arasında sıkışan Kürtlük ve onun enerjisinin patlama alanı bulmasıdır. Bundan sonra Kürt sorunu söylem ve politik eylem bakımından başka alanlara da kavuşacaktır. Kürtler tekçi ulus devlete ve onun entelijansiyasına karşı onun her zemininde meydan okuma alanları bulacaktır. Siyasette, sanatta, sporda, mizahta, hukukta, edebiyatta, belki bir süre sonra ekonomi ve teknolojide meydan okumalar oluşabilecektir. Tekçi ulus devlete ve Türk entelektüellerine Kürtlerin kendi gündemlerinin olduğunu, gündeme kendimizin karar verdiğini, kendi gösterimizi yürüttüğümüzü gösterme şansı önümüzde duruyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mahmut Bilgin Arşivi