Mahmut Bilgin

Mahmut Bilgin

Yeni süreç neden ilerlemiyor

Yeni süreç neden ilerlemiyor

Tarafların başka başka isimlerle tanımlamaya devam ettikleri sürecin üzerinden bir yıl geçti. Bu bir yıl içerisinde henüz sürecin tanımı, çerçevesi, hedefleri ve ortak fayda başlıklarında taraflar ortak bir bakış açısı ve söyleme kavuşmuş değil. Bu yüzden süreç, taraflarca ilerliyor denilse de, kamuoyu sınavından geçer not almış değil. Taraflarca ortak fayda ve söylem ortaya konulamadığı için süreçle ilgili ne varsa - her söylem, her metin, her jest- sadakat testine tabi tutulmaktadır. Her ne kadar silahlı çatışmalar durmuş olsa da Kürt meselesi etrafında oluşan olağanüstü durumların normalizasyonuna geçilebilmiş değil. Bir yılın sonunda taraflar arasında dil bakımından dahi normalizasyon yakalanmamışsa sürecin ilerlediği iddia edilemez. Bu açıdan gerçek şudur: ilerliyormuş gibi görünen fakat gerçekte ilerlemeyen ve tarafların bitirmeyi de göze alamadıkları bir süreçtir yaşanan. Çünkü bu süreç tarafların öznel koşulları sebebiyle değil, nesnel koşullar sebebiyle başlatılan bir süreçtir en başından beri. İsrail'in pratik liderliğinde küresel güçlerin başlattığı Ortadoğu süreci devlet ile İmralı arasında böyle bir sürecin başlamasını zorunlu hale getirdi. Başka bir ifadeyle devlet ile İmralı arasında başlayan süreç, bir süredir Ortadoğu'yu teslim alan İsrail'in değiştirici gücünün örtüsüdür ve görünür olan örtüdür. Fakat her zaman örtü, örttüğü şeyle biçimlenir büyük oranda, örtülense her an görünmese de hep sahnededir. Almanca'da bir sözcük vardır: aufheben. Bu sözcük hem "saklamak" hem de "silmek" anlamına gelir. Bu meselede de saklanan özne aynı zamanda eski düzeni silen öznedir de.

Buradan hareketle devlet- İmralı- PKK arasındaki sürecin neden ilerlemediğine bakabiliriz. Dünyanın her yerinde yasalar var. Fakat yasa denilen şey aslında herkesin birbirine takmak istediği, ama kendine takılsın istemediği bir boyunduruktur. Sürecin ilerlememesinin ana sebebi de bu mantıktır. Süreç öznelerin kendisine takılsın istemediği ama ötekine takılsın istediği bir değişim boyunduruğudur. Çünkü süreç demek değişim demektir. Fakat özneler gerçekte değişimi gerçekleştirmek istemiyorlar, kendisi değil, öteki değişsin istiyorlar.

Ekim 2024'te başlayan süreçte üç özne görünüyor. Öcalan, Devlet ve PKK. Geçen bir yıla bakıldığında Öcalan müzakereci özne, devlet ve PKK ise mücadeleci özneler olarak pozisyon almış durumdadır. Yine geçen bir yıla bakıldığında üç ana konu orta yerde duruyor: 1- PKK'nin ideolojik ve yapısal olarak değişim dönüşümü ile birlikte kendisini yeni sürece göre yeni bir forma kavuşturması. 2- Devletin kendisini Kürt - Türk eşitliği ve hukuk temelinde dönüştürerek yeni bir forma kavuşması. 3- Sürecin başlarında konuşulmasa da bir süre sonra dillendirilmeye başlanan Suriye - Rojava konusunun süreçte nasıl bir rol oynayacağı. Açık konuşmak gerekirse bu üç konu esasen birbirinden bağımsızdır. Yani öznelerin diğerinden bağımsız olarak yapmaları gereken konulardır. Biraz açımlarsak: PKK'nin değişim dönüşümü gerçekte bu süreçten bağımsızdır. Öcalan'ın 20 yıldır gerçekleştirmek istediği paradigma ve yapısal dönüşümdür bu. Bu değişim hem ideolojik hem örgütsel modeli içeriyor ve bu devletin çeşitli adımlar atıp atmamasıyla ilgili bir konu değildir. Fakat PKK'nin feshi ve dönüşüm tartışmaları Öcalan'ın ortaya koyduğu derinlikte yürütülmek yerine, yüzeysel ve taktiksel olarak ele alınıyor. Aynı zamanda devletin adımlar atıp atmamasına bağlanıyor. Aynı şekilde Türk devletinin dönüşümü ise PKK'nin feshi ve alacağı yeni formdan bağımsızdır. Bu konu kendi bekası için zaruridir. Artık bütün Türkiye toplumunun sırtına yük olan ve zamanın gerisinde kalan hukuksuz, tekçi, merkeziyetçi, mafya ve çetelere dayanan devlet yapısının dönüşümünün PKK'nin silah bırakmasıyla ilgisi yoktur. Fakat devlet ve iktidar bu konuya giriş dahi yapmıyor, bugüne kadarki nakaratı tekrarlıyor. Sürecin iki öznesi de değişim boyunduruğunu diğerinin boynuna takmak istemektedir. Bu yüzden konuyu taktik alanlarda sürdürmekte ve kendi yapmaları gerekenler konusunda bir diğerini engel olarak göstermeyi tercih etmektedirler.

Görünen o ki bu yüzden kurulan komisyona da oyalanma ve "birşeyler yapılıyormuş" görüntüsü verme misyonu yüklendi. Zaten bu yüzden komisyonun konuşması gereken belki de yapabileceği tek iş olan "PKK'lilerin demokratik toplum sürecine katılmalarının önündeki hukuksal engellerin nasıl ortadan kaldırılacağı" konusuna komisyon hiç girmedi şimdiye kadar. Oysa sürece hız kazandıracak temel konu budur. Bunun yerine manasız uzun dinlenecekler listeleri sunuldu komisyona ve komisyon herkesin bildiği şeyleri dinleyen bir kayıt cihazına dönüştü. Komisyonun bu formu, yapılması gerekenleri yapmayan iki öznenin de elini güçlendirmeye devam ediyor. Peki bu iki özne -Devlet ve PKK - bu sürecin içine girdikleri halde neden değişim dönüşümü gerçekleştirmiyorlar? Çünkü her iki özne de üçüncü konunun nihayete ermesini bekliyor. Yani Suriye - Rojava konusu. Çünkü her iki özne de sürecin ana dinamiğinin dışsal faktörler olduğunun farkında olarak bu sürece dahil oldular ve bu dışsal değişim sonuçlandığında kendi mevcut varlıklarını ve formlarını korumanın kazanç olduğunu düşünüyorlar. Bu bakımdan süreç Öcalan için stretejik olurken, Devlet ve PKK için taktik olarak yürütülmektedir. Bu iki özne açısından süreç, ayakları üzerinde durdurulan fakat sürekli pedalları çevrilen bir bisiklet gibidir.

Üçüncü konu olan Suriye - Rojava meselesi ise zaten sürecin üç öznesini de aşan, çok faktörlü bir uluslararası konudur. Çünkü bugün artık Rojava sadece bir Kürt coğrafyası değil, bölgesel ve küresel güçlerin hedeflerinin kesiştiği bir alandır. İsrail için stratejik bir mevzi iken Türkiye için bir tehdit, İran için bir engel iken Rusya için bir pazarlık kartıdır, ABD için savaşta stratejik bir müteffik sahadır. Bu yüzden Türk, Arap ve Farsların Rojava'ya saldırmasını önleyen şey tek başına devlet ile İmralı arasında yürütülen süreç değildir. Esasen Rojava'yı devletlerin ittifakı haline getiren konjonktürün kendisidir.

Tüm bunlardan hareketle Türkiye uzun bir süredir politikasını iç güvenlikten bölgesel güvenliğe doğru kaydırırken -ki bu politika İsrail'in sahaya inmesiyle birlikte çökmüş bir politikadır -, Öcalan Kürt politikasını yerel özerklikten ulusötesi dayanışma ve Kürdistan parçaları arası koordinasyona yöneltiyor. Türkiye, İsrail'in Hamas'a yaptıklarını PKK'ye ve onun habitatına yapmak isterken, Öcalan Kürt ulusal mücadelesinin yarattığı habitatı, küresel siyasetin Ortadoğu'daki bir öznesi haline getirmeyi istiyor.

Sonuç olarak bugün süreç ilerlemiyor olsa da günün sonunda örtü örtülen şeye göre biçim alacaktır. Çünkü örtülen şey örtüye şekil veren hakikattir. Tarihten bir benzetme yapmak gerekirse, Yunan mucizesini hatırlayabiliriz. Yunan mucizesi zorunluydu. Tüm eski dünya onu hazırlamış, onun gelişmesini istemişti, kimisi istemese bile yaptıklarıyla ona ebelik etmişti. Mısır'ın, Mezopotamya'nın ve başka toprakların duyarlılıkları Yunan ülkesinde yeni bir sezişe dönüştü, yeni bir anlatım kazandı, giderek ussal düşünceye doğru gelişti ve büyük Yunan felsefi mucizesini oluşturdu. Bugün Ortadoğu ve Kürdistan coğrafyasında olup bitenlerde herkesin ebeliği vardır ve yeni düzen artık doğacaktır. Tarih bir bütündür ve bir yanı öbür yanından değerli değildir. Durgunluk dönemleri gerçekte alttan alta gelişen oluşumları gizlemektedir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mahmut Bilgin Arşivi