Yeni çağın temel özellikleri ve çıkmazları
Bir önceki yazıyı tamamlayarak yeni çağın temel dinamiklerini ve görünen çıkmazlarını ifade etmeye çalışacağım bu yazıda. Bunu tamamladıktan sonra daha güncel konulara gelmek verimli olacaktır. Çünkü zamanın temel dinamiklerini anlamadan yapılacak güncel yorumlar her zaman temelsiz ve eksik olacaktır.
Heidegeer’in de defalarca yinelediği gibi, kendine özgü olduğu denli, tuhaf ve tekinsiz bir çağda yaşıyoruz. Yeni tür güçlerin ötekilere göre çok daha güçlü olduğu gerçeğinin çarpıcı bir biçimde ortaya çıktığı yeni bir döneme girmiş bulunuyoruz. Buna bol tireli postmodern caka satan etiketler yapıştırmak niyetinde değilim. Daha ziyade gerçekçi bir değerlendirmenin olmazsa olmazı olarak gördüğüm bu çıplak gerçekten yola çıkmanın yeni bir yurtseverlik düşünüşünü yakalamak için yararlı olacağı fikrindeyim. Bunu yapmak için de bugüne kadar kullanılagelmiş ama gevelene gevelene sonunda içi boşaltılmış yavan söylemlere, retoriklere malzeme olmuş kategorilerden kurtulmamız gerekir.
Küresel aktör deviniyor. Fakat devineni görüp devinimin kendisini görmemek gerçeklikten ayrılmak olur. Bugün olan biten şudur: kendi kendiyle uğraşan bir uygarlığın kendi üzerindeki çalışmasıdır söz konusu olan. Marx “kapitalist üretim sürecinin sonuçları sadece metalar ve artı değer değildir, aynı zamanda bu ilişkinin kendisini yeniden üretmesidir” der. Yani bu ilişkinin durmadan tekrar edilmesi. İşte bu yüzden kapitalizm temel olarak “yaratıcı bir yıkım”dır. Üretkenliği durmadan arttıran, sürekli yeni ürünler ve yeni hizmetler sunan bir yaratıcı yıkım. Bu yüzden ikinci küreselleşmeye karşı düşünürken yakın zamanların postmodern akıntısında gündeme gelen ve çabucak canhıraş bir siyaset/sanat/düşün/medya pazarının metasına dönüştürülen “vahşi kapitalizm” veya “demokratik direniş” kavramlarına sığınacak değilim. Zira önceki yüzyıllara göre çokça iç içe geçen bir süreçtir içine girdiğimiz şey. Fakat gelmekte olan devasa değişim için baştan şunu söyleyebilirim ki¸ gökyüzü yıkılınca benim hasırıma değmez diye düşünenler varsa şayet, kafasına düşecek ilk göktaşına kadar sürecektir o hayali.
Teknobilimler alanında birbirini gittikçe tamamlayan birçok devrimin günbegün ortaya çıktıklarına tanık oluyoruz. Bu devrimler insan hayatının bütün kesitlerine dokunacaklar. Özellikle de ekonomi, politika, din, medya ve tıp alanında. Dolayısıyla devimlerin ve karşıdevrimlerin temel dinamikleri de değişmiştir artık. Tek başına halk devrimlerin öncü kuvveti değildir artık. Halk sosyal güç seviyesine gelmiştir günümüzde. Nanoteknolojiler, internet ağları, yapay zeka yeni devrimlerin öncü kuvvetleridir. Bunlara robotiği, 3D yazıcıları, kök hücre tedavileri ve insan/makine melezlemesinin farklı biçimleri de eklenebilir. Google’in çoktandır gerçekleştirmekte olduğu zeki ağlar sayesinde çokluğun kolektif zihni şu an merkezi hale gelmiş zaten. Ömrü uzatan teknolojiler kullanma, bedeni dondurarak saklama, zihni başka ortamlara yükleme, karanlık fabrika adı altında işçisiz fabrikalar oluşturma… Biyoloji, robotik ve yapay zekayı birlikte seferber eden bu yeni gelişmeler hayatımızın her kısmını etkileyecektir. Bir iki yazının sınırlarını çok çok aşan bu yeni gelişmeler ile ilgili şunu bilmeliyiz ki; şimdiye kadar görünen henüz kertenkelenin bıraktığı kuyruktur sadece.
Elbette yeni kapitalist gelişmenin çıkmazları ve sorunları da vardır ve ilk bakışta göze çarpmaktadır. Yeni küreselleşmenin temel çıkmazı yoksunluk değil, bolluk ve aşırı üretim olacaktır. Bunların başında teknolojik ilerlemenin bu baş döndürücü ivmesine koşut olarak information(malumat) hacmindeki aşırı şişme, olanlar ve görüngüler karşısında kaçınılmaz bir körlük, yanlış anlama ve duyarsızlığı beraberinde getiriyor. Bu da özgün sezme ve şeylerin aslına ayma gücünü çoğu insanın elinden alıyor. Yeni kapitalist gelişimde çarpıcı olan şey, günümüzdeki tüm sistemin aşırı şişmanlığıdır. Haberleşme, medya, iletişim, bellek, eğlence, üretim ve tüm sektörler… Bu sistemler öyle dolmuştur ki, yeni kapitalizm için artık tehlikeli olmayacakları bellidir. Genelleşmiş iletişim ve enformasyon fazlası insanın tüm savunma sistemlerini tehdit ediyor. Simgesel olanı, zihnin ve duygunun muhakeme alanını koruyan hiçbir şey yok artık. İnsanın düşünme melekelerini dumura uğratan teknolojiler çağındayız artık. Birkaç yüzyıl öncesindeki gibi kitaplar yasaklanmıyor, çünkü artık kitapları okuyacak insanlar azaldı zaten. Yeni kapitalizm bizi enformasyonsuz bırakmak için çabalamıyor, aksine muhakeme yetimizi ezecek kadar enformasyon yağmuruna tabi tutuyor. Yeni kapitalizm hakikati bizden gizlemiyor artık, hakikatin umursamazlık sularımızda boğulmasını sağlıyor. Yeni kapitalizm insanları hazza boğarak, sevdiğimiz şeyleri bize sunarak denetliyor. Öyle çok şey üretilip yığıldı ki, bunları kullanacak zaman bile artık yok. Öylesine çok ileti ve sinyal üretilip dağıtılıyor ki bunları okumaya artık zamanımız yetmiyor. Demem o ki, hızla çoğalan, aşırı şişen ama doğuramayan bir yeni dünyanın bulantısıdır yaşanan.
Örneğin medya demeye dilimizin alıştığı kitle iletişim araçlarının bugün Türkiye’de ne kadar kamu alanı oluştuysa onu da hızla kaplayıp hegemonik güç alanları ile edilgen kitleler arasına girerek “halka rağmen ama halk adına” görüş biçimlendirdiği, bu yolla da olası gerçek bir iletişimi de büyük ölçüde engellediği bir gerçek artık. Çıkar çatışmaları medya ile sınırlı kalmadığından, medya aslında daha geniş bir alana yayılı olan iktisadi çıkar çatışmalarında bir tür önyüz oluşturuyor. İdeolojik mistifikasyonlardan sıyırdığımızda medyanın sivil toplumun güvencesi olduğu safsatasının müşterisi olmak, hiç de masum olmayan bu masala inanmak için ortada hiçbir meşru neden göremiyorum. Öte yandan akademik pazaryeri de bu trendin dışında değildir. Üniversiteler, fikir kuruluşları, akademi benzer bir işlev görüyor. Üniversite özerkliği denilen şey kabul edelim ki, hep himaye altında işlemektedir. Devlet üniversiteleri ulus devletin himaye denetimi, özel üniversiteler de karlılık ilkesinin denetimi altında iş görüyor.
Artık üreten toprak değil, zenginliği yaratan da iş değil. Toprağı ve işi ürettiren şey sermayedir. İş artık eylem değil, bir işlemdir. Tüketim artık sadece mallardan haz alma değil, bir haz aldırma işlemidir. İletişim konuşmak değil, konuşturmak, enformasyon bilmek değil, bildirmektir. Sanat, haber, siyaset, bilgi her yerdedir, dolayısıyla artık yoktur. Aranan şey güzellik, nitelik, cazibe değil artık, görünümdür sadece. Sözün kısası etkin fiil her yerde yerini edilgen fiile bırakıyor.
Yani yeni sebepler olmadığından değil; fakat yeni araçlar olmadığından artık devrimler olmuyor. Yeni kapitalizm bütün araçları ya ele geçiriyor yada kendisi üretiyor. Yeni kapitalizm dünyayı küresel bir köye dönüştürdü ve bu köyün kavalcısı da sınırsız sanat, sınırsız haber, sınırsız bilgi, sınırsız eğlence, sınırsız ilişki, sınırsız siyaset, sınırsız cinsellik, sınırsız iletişim araçlarıdır. Kentler insanlarla dolu, evler kiracılarla, oteller, cafeler müşterilerle, trenler, otobüsler, uçaklar yolcularla, parklar gezinenlerle, hastaneler hastalarla, ibadet yerleri insanlarla, tiyatrolar, sinemalar izleyicilerle, kumsallar güneşlenenlerle... Boş yer bulmak sorun neredeyse. Yani kapitalist uygarlığın yarattığı yerlerin ve araçların insan kitleleri tarafından sahiplenildiğini görüyoruz. Demem o ki bu yeni cesur düzende neye karşı olacağız? Neleri korumamız gerekiyor? Ve bunu nasıl yapacağız? Bu sorular gelecek adına klâsik retoriklere sığınmadan yanıtını bulmamız gereken sorulardır. Çünkü çokluk kümelenmesidir toplum. Ve toplum hayatı sadece politik değildir; aynı zamanda, hatta esasen entelektüel, ahlâkî, ekonomik ve dinseldir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.