Canan Yıldırım

Canan Yıldırım

Gerçeğin peşinde: Dicle'nin kayıp adaleti

Gerçeğin peşinde: Dicle'nin kayıp adaleti

Bir insanı susturmak kolaydır; ama gerçeği susturmak mümkün değildir.

Bazı hikâyeler vardır; bir insanın değil, bir vicdanın ve bir dönemin hikâyesidir.

Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde yaşananlar da öyle bir hikâye…

Adaletin yanında duran bir adamın, karanlık planlarla nasıl hedef hâline getirildiğinin ibretlik öyküsü.

Bir gün Dicle Üniversitesi Rektörü, İlahiyat Fakültesi’ne yeni bir dekan atamıştı.

Ne var ki bu isim, İlahiyat’tan değil, Fen Fakültesi’ndendi. Fakültede huzursuzluk başladı.

“İlahiyat’a neden ilahiyatçı atamadın, neden ateist birini getirdin?” diyenler oldu.

O hengâmede herkes susarken, yalnızca Kadri Bey dik durdu:

“Rektör öyle uygun görmüş, yapılan ayıptır,” dedi.

Bu söz bazılarını fena rahatsız etti. O andan sonra hedef tahtasına oturtuldu.

Bir hoca küçümseyici bir tavırla, “Sen ne karışıyorsun, medrese çocuğu seni!” dedi.

Gerilim arttı, tahrikler sürdü; hatta “Gel, vur beni!” diyerek oyun kurdular.

Kadri Bey ise niyeti çözmüştü; çünkü bu insanlar yalnızca tartışmaz, tuzak da kurardı.

Kısa bir süre sonra o hoca tayin istedi — İzmir’e.

Ama bu bir uzaklaşma değil, planı uzaktan yönetmenin ilk adımıydı.

“Fırtına öncesi sessizlik” dedikleri tam olarak buydu.

Bir akşam, bir dostun davetiyle yemeğe gittik.

Kadri Bey bütün gece sessizdi. Eve dönerken sordum:

“Neyin var?”

“Eve geçelim, sana anlatacaklarım var,” dedi.

Eve vardığımızda yüzü bembeyazdı.

“Hanım,” dedi, “başkasından değil, benden duy. Benim hakkımda mail atmışlar.”

Elime bir çıktı verdi.

Sözde bir kadın yazmış:

“Kadri Hoca bana âşık, karısını sevmiyor, boşanacakmış, beni evine götürdü, dini nikâh kıyacağını söyledi…”

Yalanın da bir sınırı olmalıydı ama bu iftira şeytanî bir senaryoydu.

Devamında şu ifadeler vardı:

“PKK’lıdır, başörtü ve imam hatip düşmanıdır.”

Kendi izlerini gizlemek için bu iftirayı “kamufle” niyetiyle atmışlardı.

Yani, “Biz değiliz; biz biliyoruz kızların imam hatipli,” diyorlardı.

Oysa herkes bilirdi Kadri Bey’in kim olduğunu —

Eşine sadık, ailesine düşkün, haya timsali bir adam olduğunu.

“Boş ver,” dedim, “bunlar sanal dünyanın kirli oyunları.”

Ama o çok ciddiydi:

“Bu sıradan bir iftira değil, planlanmış bir kumpas,” dedi.

İki yıl önceye döndük…

O zamanlar da biri sürekli arardı — gizli numarayla.

“Seni seviyorum, benimle evlen,” derdi. Kadri Bey açmazdı.

Bazen ev telefonu çalardı, ben açardım, konuşmazdı.

Sadece bir cümle söylerdi:

“Benimle evleneceğini söyle, kim olduğumu söylerim.”

Kadri Bey ona, “Seni tanımıyorum, ben evliyim, dört çocuğum var,” derdi.

O ise, “Eşini ve kızlarını da tanıyorum. Evlilik teklifimi kabul ettiğini söyle, kim olduğumu açıklarım,” derdi.

Bu kadın belli ki birileri tarafından tutulmuştu.

Kadri Bey telefonu kapatırdı, ama o gece başlardı ev telefonundan aramalar.

Gece yarısı hiç durmadan arardı. Biz telefonun fişini çekerdik.

Tek bir cümle istiyordu: “De, imam nikâhı kıyarım sana.”

O zaman bile anlamıştık.

“Bu kadın ses kaydı almaya çalışıyor,” demiştim.

Kadri Bey, “Biliyorum, ailemi tanıyorlar,” derdi.

Bir gün ders ortasında yine aramış.

“Bir daha ararsa, ‘Savcılık seni dinliyor,’ de,” dedim.

O günden sonra telefon sustu.

Ama kumpas bitmedi.

Savcılıktaki bir tanıdık aracılığıyla araştırdık; mail bir erkeğe aitti.

Üstelik İzmir’deki bir gazeteciye kadar ulaşıp Kadri Bey’i karalamışlardı.

Gazeteci şaşırmış:

“Ben tanıyorum, anlattığınız gibi biri değil,” demiş.

Sonra bir ortak arkadaşı aramış:

“Kadri’ye haber verin, ona çirkin bir oyun kuruluyor,” demiş.

Ne yazık ki aynı sofrayı paylaştığımız bazı kişiler, İlahiyat odalarında kafa kafaya verip plan yapmışlardı.

Kadri Bey artık emindi:

“Bir gün bunları Diyarbakır meydanında, basının önünde ifşa edeceğim,” dedi.

Ama üstü kapalı tehdit gecikmedi:

“Kurcalama, kızlarının başına bir şey gelir,” dediler.

Bir kızımız İstanbul’da, biri Ankara’da okuyordu.

O günden sonra hayatım kabusa döndü.

Uykularım kaçtı; her gece aynı korku:

“Ya kızlarıma bir şey olursa?”

Ağır bir depresyona girdim, intiharın eşiğine kadar geldim.

Kadri Bey hep derdi:

“Allah kızları korur. Biz masumuz.”

Ama ben bir anneydim.

Susmak, korumanın diğer adı olmuştu artık.

Şikayet et dediğimde kimi kime şikayet edeyim? derdi.

O günden sonra Kadri Bey’in temkini daha da arttı.

Bir otele gittiğinde “Bir isteğiniz var mı?” diyenlere “Yok,” derdi.

Çoğu gece kıyafetiyle uyurdu, banyoya girip giyinirdi.

Bu nasıl bir insanlık, nasıl bir vicdan yoksunluğuydu?

İlahiyat’tan bir tek kişi bile yanında durmadı.

Aksine, “Ne zaman düşecek?” diye bekleyenler oldu.

Telefon çaldığında, “Arayan bayan mı, erkek mi?” diye soranlar bile vardı.

Bir kişi bile çıkıp,

“Kadri Bey böyle biri değildir,” demedi.

Oysa o, öğrencileri tarafından sevilen, haksızlık karşısında susmayan, tertemiz bir insandı.

Biz o dönemde iki kişiydik.

El ele verdik, yalnız ama dimdik durduk.

Kadri Bey hep derdi:

“Bizim Allah’tan başka kimsemiz yok.

Elimi tut, hiç bırakma. Sen bana güç veriyorsun,” derdi.

“Senin hislerin hiç boşuna değil; gizli bir hafiye gibi koruyorsun beni,” derdi.

Bir yıl boyunca profesörlük kadrosu verilmedi; hiçbir gerekçe gösterilmeden.

Beraber doçent olanlar terfi etti, o bekletildi.

Bir televizyon programında hâlâ “doçent” olarak tanıtılınca bir tarikat lideri aradı:

“Sen profesör değil miydin?” diye sordu.

Kadri Bey, “Kadromu bir yıldır ilan etmiyorlar,” dedi.

On dakika sonra rektör yardımcısı aradı:

“Yarın sabah gel.”

Ve ertesi gün kadrosu ilana çıktı.

Meğer birileri bilerek engellemiş.

Oysa biz komşuyduk, dosttuk, aynı sofrayı paylaşmıştık.

Ama kimse arkasında durmadı.

Oysa Kadri Bey, her zaman mazlumun yanında durmuş, adaletsizlik karşısında susmamıştı.

Bugün dönüp soruyorum:

Bunca zulmü hak edecek ne yaptı?

Öğrencileri tarafından sevilirdi.

Asla kin gütmez, intikam peşinde koşmazdı.

Her zaman derdi ki:

“İlahi adalete havale etmek en güzeli.”

“Allah bir zalimi, başka bir zalimin eliyle imha eder.”

O susturulsa da, gerçeğin sesi susmaz.

Ve biz susmadık.

Çünkü adalet bir gün mutlaka konuşur.

Kimsenin yaptığı yanına kâr kalmayacak; elbet bir gün çıkar.

Çünkü tarih tekerrürden ibarettir.

Etme bulma dünyasıdır.

Bu kadar faydalı ilim sahibi birinden ne istediniz?

Neydi sizi rahatsız eden?

Ona iftira attınız; elinize ne geçti?

Sizin hiç mi vicdanınız sızlamadı?

Demediniz mi, “Çoluk çocuğu var, hiç mi acımaz insan?”

Çok merak ediyorum, sizi nasıl anne babalar yetiştirdi?

Ben bir anne olarak çocuklarıma, yolda yürürken “Dikkat edin, karıncalara basmayın,” derim.

İlahiyatçı unvanınızdan hiç mi utanmadınız?

Bu kadar “ah”, bir gün sizi de tutar, hiç mi düşünmediniz?

Benim yaşadığım o tarifsiz acıların, uykusuz gecelerin izi ve sızısı hâlâ geçmemiş.

Bir ailenin mutluluğu beni mutlu ediyorken, siz nasıl bir kalp taşıyorsunuz?

Mutlu bir yuvayı dağıtmak için bin bir senaryo ve kumpas hazırladınız.

O, iyilik timsali bir insandı.

Siz bilmiyordunuz; Allah plan yapanların planlarını boşa çıkarır.

Bir kurşun yarası zamanla geçer ama iftiraların izi hiç geçmezmiş.

Son nefesinde “Hanım,” dedi,

“Benim kimseye kötülüğüm dokunmadı. Ne istediler benden?

Çok yoruldum savaşmaktan. Sanki bütün dünyayı omuzlarımda taşımış gibiyim; çok yorgunum,” dedi.

Evet, ben 33 yıl onunla adım adım yürüdüm ve birçok haksızlığa şahit oldum.

Birileri ona kumpaslar hazırlarken, o gece gündüz araştırdı ve yazdı.

Hep derdi: “Benim vaktim çok kıymetli; boş işlerle zaman harcamam.”

Bu iftiralar atılırken, bir tane arkadaşı çıkıp da “Bu yalan, Kadri Bey öyle biri değil,” demedi.

Sanki dört gözle o iftiraların ne zaman gerçekleşeceğini beklediler.

Hâlbuki her zaman haksızlığa uğrayan biri olsaydı, kendini hiç düşünmeden siper ederdi.

Ama bu kumpaslar hiç peşini bırakmadı.

Sandı ki başka bir şehir, başka bir üniversite olursa bitecek.

Bilmiyordu; nereye giderse gitsin, onun gölgesi gibi peşindelerdi.

Daha bu kumpasın yankıları sürerken, ikinci kumpasın temelleri çoktan atılmıştı.

(Tanıklığın ve vicdanın kaleminden)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Canan Yıldırım Arşivi