Mardin Artuklu zimmet kumpası
Dicle kumpaslarından Mardin’e kaçış.
Ama bilmiyorduk ki o ağ çoktan her yere örülmüştü.
Onlar her yerdeydi: sessiz, sinsi ama güçlü.
Aynı senaryo, farklı sahne…
Orada da aynı yöntemle, yalnızca farklı bir kılıfla saldırdılar.
Daha önce iftiralarla sonuç alamayanlar, bu kez zimmet suçlamasıyla sahneye çıktılar.
Artuklu’daki “zimmet meselesi”, aslında o kirli zincirin bir halkasından ibaretti.
Amaç belliydi: itibarsızlaştırmak, yıpratmak, susturmak.
2010 yılında Mardin Artuklu Üniversitesi’nden teklif geldiğinde önce direndik.
İçimden, “Artık yeter, biraz huzur bulalım.” diyordum.
Bir arkadaşımız, “Rektör Kadri Hoca’yı buraya istiyor.” dedi.
Ben hâlâ kararsızdım; geçmişte yaşananların gölgesi hâlâ üzerimizdeydi.
Sonunda, “Belki burada farklı olur.” diye düşündük.
Oysa bilmezdik ki Artuklu’da bizi bekleyen yeni bir sınav daha vardı.
Fırtına öncesi sessizlik
İlk iki yıl güzel geçti. Her şey sanki yoluna girmiş gibiydi. Ama sonra yavaş yavaş sıkıntılar başladı: dedikodular, kumpaslar, fişlemeler…
Ne olduysa o dönem oldu.
Tertemiz bir ömür
Kadri Bey hiçbir zaman kul hakkı yemedi.
Haram lokmaya el uzatmadı; tek kuruşu bile zimmetine geçirmedi.
O tertemiz yaşadı, tertemiz gitti.
Şahidi önce Allah, sonra benim.
Sadece onu yıpratmak istediler; çünkü birileri onun orada olmasından rahatsızdı.
Kadri Bey adaletliydi, dik duruşluydu, kimsenin adamı değildi.
İşte bu duruş bazılarını korkuttu.
Kıyametin koptuğu yer: Açılan sınavlar
Tezli, tezsiz… birbiri ardına sınavlar açıldı.
Torpilcilik, kayırmacılık, baskılar...
Yine devreye girdi aynı odaklar: siyasi partiler, tarikatlar, cemaatler…
Her yerden baskılar geliyordu.
Ve biz, aynı senaryoyu farklı bir sahnede izliyorduk.
Tek fark, artık çok yorgunduk.
Gerçeğin sesi susmaz
Kadri Bey bu dünyadan tertemiz ayrıldı.
Onun adı belki susturuldu ama gerçeğin sesi hiçbir zaman susmadı.
Onu karalamaya çalışanlar bugün hâlâ kendi yalanlarının altında eziliyorlar.
Ben buradayım.
O dönemin tanığı olarak yaşadıklarımızı anlatmak ve tarihe not düşmek istiyorum.
Çünkü bir insanın onurunu, emeğini ve inancını hedef alan her kumpas, sadece bir kişiye değil, tüm topluma yapılmış demektir.
Sınavlar ve liyakat
Her şey tezli-tezsiz yüksek lisans sınavı yüzünden başladı.
Sınav zamanı birçok kesimden isim listeleri geldi.
Kadri Bey her zaman liyakat sahibiydi; kimsenin hakkına girilmedi.
Adaletli bir sınav yapıldı. Torpilden uzak dururdu çünkü çok torpil mağduru olmuştu.
Hele işin içinde kul hakkı varsa, asla yanaşmazdı.
Sınavda verilen isim listelerini onaylamadı.
“Kim sınavı hakkıyla geçerse alınacak.” demişti.
Liyakatli bir sınav yapıldı.
Buna rağmen, “Emrimizi yerine getirmeyen sen misin?” diye hedef gösterdiler.
O gün, hayatı ona dar etmek için adeta yemin etmişlerdi.
Ve istifa pazarlığı
Bir gün beni aradı:
“Hanım, yanıma gelir misin? Bir misafir gelecek, sen de yanımda ol.” dedi.
Gittim. Beş dakika sonra rektör bey bir hocayı aracı olarak göndermişti.
O da söze şöyle başladı:
“Elçiye zeval olmaz. Kadri Bey’e, rektör istifa etmenizi istiyor. Ama bir şartı var: basına hiçbir açıklama yapmayacaksınız.”
Kadri Bey, “Peki, demezler mi neden istifa ettin?” dedi.
“‘Yoruldum, çekiliyorum.’ de.” cevabını aldı.
O sıralar bir yolsuzluk soruşturması vardı.
Rektörün aracı olarak gönderdiği şahıs, “Sizin can güvenliğiniz için istifa etmeniz isteniyor.” dedi.
Ben söze karıştım:
“İstifa ederse can güvenliğini sağlayacak mısınız?” diye sordum.
“Hayır.” cevabını aldım.
Kadri Bey şöyle dedi:
“Rektöre söyle, inisiyatif kullanıp beni görevden kendisi alsın.”
Aracı tekrar sordu: “Basına açıklama yapacak mısın?”
Kadri Bey, “Evet, her hâlükârda açıklama yapacağım.” dedi.
Aracı ayrıldı.
Rektör aradı, görev verdi ama ortam gerildi.
İçeri bir kişi girip merakla, “Ne konuştunuz, istifa ettin mi?” diye sordu.
Kadri Bey, “Hayır.” dedi.
O anları anlattığında, o şahsın rengi, sesi, tonu değişmişti.
Beraber odadan çıktık.
Kadri Bey içeride telefonunu unutmuştu; odaya geri döndü.
O arkadaş bana şöyle bir soru sordu:
“Yenge hanım, sen hiç korkmuyor musun?”
Ben sordum: “Neyden korkayım?”
“Bütün bu olanlardan.” dedi.
“Yok.” dedim, “Bir suçumuz yok ki korkalım. Korkmuyorum.”
“Sen ne kadar soğukkanlı bir kadınsın.” dedi.
Söyleyiş tarzı nefret doluydu.
Kadri Bey’e anlattım:
“Bu şahıs işin içinde belli, benden çok rahatsız oldu. Bana güven vermiyor, dikkat et.” dedim.
“Sana öyle gelmiştir.” dedi.
Ama onun beden dili ve ses tonu her şeyi ele veriyordu.
Gözaltı süreci
Kısa süre sonra gözaltı süreci başladı.
O günün en yakın tanığı benim.
Bir sabah Kadri Bey işe gitmek için hazırlanıyordu.
Tıraş olurken sekreteri aradı:
“Bizi karakola götürüyorlar, gerekçesini bilmiyoruz.”
O sırada ben sınav sorularımı hazırlıyordum.
Hemen yerel haberlere baktım; şöyle bir başlık çıktı:
“Mardin Artuklu Rektör Yardımcısı ve Enstitü Müdürü Kadri Yıldırım zimmetten gözaltına alındı.”
Kadri Bey şok oldu.
Aceleyle tıraşını bitirip çıktı.
On dakika sonra aradı:
“Kimliğimi unutmuşum, aşağı gönder.” dedi.
Dört gün sonra döndü.
Düşünün, evinizdeyken tutuklanma haberinizi görüyorsunuz.
Bu, her şeyin önceden hazırlanmış olduğunu gösteriyor.
Gözaltı sürecinden önce bir polis memuru Kadri Bey’e gelip, “Senin hakkında bir komplo hazırlıyorlar; imza toplanıyor.” demiş.
O memur, komployu kuranlar arasında cemaat, Mardin’deki bazı sendikalar, klikler ve STK’ların olduğunu söylemiş.
Kadri Bey ısrarla, “Benim bir suçum yok; nasıl tedbir alayım?” demiş.
Dört gün gözaltında kaldıktan sonra serbest bırakıldı.
“Dört gün boyunca bana tek bir soru sorulmadı.” demişti.
Savcı ve hâkim, “Bu kadar insan dışarıda senin için mi slogan atıyor?” demiş.
Kadri Bey, “Evet, hepsi sevenlerim ve öğrencilerim.” cevabını vermiş.
“Ben hep sordum: Benim suçum ne? Ben neden buradayım?”
Cevap alamadım, derdi.
İki kez rektöre gidip makbuz karşılığı sınav parası toplanmasın demiş; o da “Bu benim inisiyatifimde.” deyip kabul etmemişti.
Bir akşam birkaç hocayla rektörün evine geçmiş olsuna gittik.
Rektörün eşi bana, “Kadri Bey’i görevden alsaydık bunlar başımıza gelmezdi, yani soruşturma geçirmeyecektik.” dedi.
Eve dönünce durumu anlattım.
Demek ki bir pazarlık varmış; Kadri Bey’in üzerinden yürütülüyormuş.
Siyaset ve yalnızlık
Gözaltı sürecinde ona sahip çıkan tek siyasi parti, aday olduğu partiydi.
Meclise soru önergesi verdiler, “Kadri yapmaz.” dediler.
Öte yandan muhafazakâr partilerden ses çıkmadı.
AKP’li bir vekil ise,
“Kadri siyasete göz kırptığı için bunlar başına geldi.” demiş.
Oysa Kadri Bey hiçbir zaman siyasete göz kırpmadı.
Hep, “Beni kendi halime bıraksalar akademisyenlik yapardım.” derdi.
Siyaset fikrini rektör çok ısrar etmişti:
“İkimiz barış sürecini siyasetin içinde devam ettirelim.” demişti, ama kendisi aday olmamıştı.
Gizli tanık ve pazarlıklar
Zimmet planını dönemin sekreteri iyi biliyor.
Kadri Bey’e sordum:
“Gizli tanık kim, kimden şüphe duyuyorsun?”
“Gizli bir şeyim yok ki gizli tanık olsun.” dedi.
Ben Kadri Bey’e, “Senin sekreterin para işine bakıyor, dikkat et; çok güvenme.” dedim.
Verdiği cevap şuydu: “Güvenilir, dindar biridir.”
O gizli tanık kendini üç kuruşa sattı.
Ama bilmiyordu ki Kadri Bey’in ahı insanı perişan eder.
Gece gündüz odasından çıkmayıp yalakalık yapan kişi, sınavı geçemediği halde “Beni al.” diyen şahıs, yerel gazetede her gün köşe yazısıyla ateş püskürdü.
Kadri Bey’i hedef haline getirdiler. O asla haksızlık yapmazdı.
Lojman meselesi
Bir gün rektör bey bana şöyle dedi:
“Senin bu kocan deli! Vallahi başkasının hakkı için mevkisinden vazgeçti.”
Kadri Bey, “Anahtarları masama şak diye bıraktı.” demişti.
Konu neydi?
Rektör anlattı:
“Lojman komisyonu başkanıydı. Lojman dağıtımında yüksek puana rağmen üç arkadaşa verilmemesi istenmiş. Kadri Bey kabul etmemiş, ‘Bu onların hakkı, benim elimle bu hakkı alamazsınız. Kimseye haksızlık yapamam. Şimdiden istifa edeyim.’ demiş.”
Rektör, “O gün anladım, onun ne kadar adaletli biri olduğunu.” demişti.
İhanet ve yalnızlık
Kadri Bey bütün ömrünü ilme adadığı için dünyadan bihaberdi; kurulan planlardan habersizdi.
Bazen onu uyarırdım:
“Bu şahıslara dikkat et, bana samimi gelmiyorlar.” derdim.
“Sen zaten önyargılısın.” derdi.
Sonra, “Sen haklıymışsın.” diye itiraf ederdi.
Kardeşim dedikleri onu hep sırtından vurdular.
“Ummadık taş yarar baş.” derler, hep öyle oldu.
Gidip onu rektöre,
“Marksist düşünceye sahip, enstitüye ateistleri alıyor.” diye şikâyet edenler, kardeş bildikleriydi.
O “ateist” dedikleri ise ona inanıp sahip çıkanlardı.
Sonuç
Ortada bir zimmet yoktu; komplo, pazarlık ve senaryodan ibaretti.
Bu oyunun başrol oyuncuları sonunda ettiklerini buldular.
Zimmet davasında beraat aldı çünkü ortada gerçek bir zimmet yoktu, sadece bir oyun vardı.
Bu kumpası çok iyi bilenler şimdi vicdan azabıyla kıvranıyorlar.
Dilerim yaşattıklarını yaşamadan ölmezler.
O gizli tanık olup üç kuruşa kendini satıp iftira atan şahıs bilsin ki, daha çok çekeceksin.
Sana bu kadar güvenen, senden şüphe etmeyen birine nasıl iftira ettin?
Rabbim, dilerim sen gerçeğini yaşamadan ölmezsin.
Son söz
Bu anlattıklarım, şahit olduğum kadarıyla yazdıklarımdır.
Kadri Bey’in adı susturulmaya çalışıldı ama onun duruşu, öğrencilerinin ve liyakatın sesi hâlâ bizimle.
Bu olay, bir kişinin haksız yere yıpratılmasının ötesinde; toplumsal vicdanı, adaleti ve liyakati hedef alan bir saldırıdır.
Tarihe not düşüyorum:
Ortada bir zimmet yoktu; sadece bir algı operasyonu, kumpas ve çekememezlik vardı.
Onu hedef alanlar beni de hedef aldılar:
“Sözde eşi çok fenaymış.” dediler.
Fena değil, uyanıktım.
Kadri Bey’in gözü çalışmaktan etrafını göremiyordu.
Her zaman şöyle derdi:
“Ölümüm kötülük üzerine değil, ilim üzerinde olsun.”
Ve öyle de oldu.
Bu kadar kötülüğü hak edecek ne yaptı, diye soruyorum?
O torpil sevmezdi, kul hakkı yemezdi.
Hayatı boyunca kazandığı parayı biriktirmek yerine hep paylaştı.
Okulu bırakmak zorunda kalan birçok öğrenci onun sayesinde okulu bitirdi.
Kendi maaşını çoğu zaman çekmezdi.
Bazen ona derdim: “Bugün maaş günüydü, hiç sormadın. Ne yaptın, kaldı mı?”
Şöyle derdi: “Sen daha iyi idare edersin, yetsin. Kalmadıysa da önemli değil.”
Kendi kazandığı paranın bir gün hesabını tutmadı.
Mobil bankacılığı bile nadiren kullanırdı.
Hiçbir ödeme ve hesaba bakmazdı.
Bana derdi: “Kendimden çok sana güveniyorum.”
Kendi maaşının hesabını tutmayan, önemsemeyen biri başkasının parasını yer mi?
Korona dönemi yoğun bakımdayken,
“Hanım, öleceğim. İçime dert oldu, beni zimmetle suçladılar; çok zoruma gidiyor.” dedi.
“Sayıştay’dan beraat ettim fakat çamur at, izi kalsın.” demişti.
Ben dedim: “Üzülme, önce Allah, sonra ben şahidim.”
Varsa kayıp bir para, dönemin sekreteri her şeyi iyi biliyor.
Bu anlattıklarım sadece yüzeysel bir özet.
Daha fazlası var…
Kimin ne yaptığını, bu kumpasın baş aktörlerinin kimler olduğunu biliyorum.
Ortada yenilen bir para varsa da kimin yediğini de biliyorum.
Onun hesabını Allah sorsun.
Umarım bu kumpasın içindekiler, tek tek aynısını yaşamadan ölmezler.
Kadri Bey hep şöyle derdi:
“Kul hakkı yiyenler bilsinler, bir gün onlardan çıkar.”
Bir gün birinin hakkını yemedi ama onun hakkını yiyen çok oldu.
“Ben yiyen değil, yediren olayım.” derdi.
Evet, bu olayda kimlerin parmağı varsa, umarım son nefeste Kadri Bey’e yaptıkları için af dilerler.
Sizi vicdanınızla baş başa bırakıyorum.
Bu dünya etme bulma dünyasıdır. Unutmayın, aldığınız ahlar mutlaka sizi bulacaktır.
Evet, siyasetin içinde de bazı şahıslar onu hazmedemediler; arkasından atıp tuttular.
Demek ki bu dünyada ona rahat yokmuş.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.