Müzakereci demokrasi kamusal aklın kolektif inşasıdır
Ünlü Fransız düşünür J. J Rousseau Toplum Sözleşmesi adlı eserinde “Bir Tanrılar ulusu olsaydı, demokrasiyle yönetilirdi. Böylesi mükemmel bir yönetim tarzı insanlara göre değildir.” demokrasinin kusursuzluğunu bu şekilde ifade etmiştir. Demokrasi yaşayan bir kavramdır. Kökeni eski Yunan kent devletine kadar uzansa da, günümüzde de canlılığını korumakta ve ilkeler bazında tartışılmaktadır. Şunu kabul etmek gerekir ki, demokrasi kavramı toplumların gelişmesine ve içinde bulunduğu dönemin koşullarına göre değişmesinin olağan karşılanmasıdır. Burada da önemli olan demokratik yönetimin içinde bulunduğu dönemin özelliklerine göre ideali yansıtıp yansıtmadığı olmalıdır. Yakın zamanda siyasetimizin gündemine düşen müzakereci demokrasi, Türkiye siyasi literatürüne yeni düşen bir kavram olarak karşımıza çıktı.
Radikal demokrasi kuramının bileşenlerinden biri olan “müzakereci demokrasiyi farklı kılan temel özellik, süreç içerisinde farklı kimlik ve grupların katılımına olanak sağlaması ve bunu demokrasinin zorunlu bir gereği olarak görmesidir. Bu sayede din, ırk, cinsiyet vs. bakımdan temsil edilmediğini düşünen bireyler, müzakereye katılarak kendi sorunlarını gündeme getirme fırsatı bulduğu bir yöntemdir.
İmralı Heyetinin Abdullah Öcalan ile yapmış olduğu son görüşmede PKK’nın kurucu lideri Abdullah Öcalan’la görüştükten sonra yaptıkları açıklamada Öcalan’ın “Uygarlığın üç yüzyıl yıkıcı çatışmalardan ve dünya savaşlarındaki korkunç kayıplardan sonra geliştirdiği önemli çözüm modellerinden biri müzakereci demokrasidir. Bunun özünü oluşturan yöntem ve mekanizmalar, Türkiye’nin içeride ve dışarıda yaşadığı pek çok sorunun çözümü için esas alınmalıdır.” Dediğini belirttiler. Abdullah Öcalan önümüze ülke siyaset arenasında çok fazla kullanılmayan “Müzakereci Demokrasi” kavramını kucağımıza bırakmış oldu.
Gazeteci Yazar Fikret Bila kavramın niçin söylendiğine neyi amaçladığına bakmadan, Halk Tv sitesinde yazmış olduğu Müzakereci Demokrasi başlıklı makalesinde, müzakereci demokrasinin ne olduğu ve nasıl uygulandığı ile ilgili kendince bazı belirlemelerde bulunmuş. “Müzakereci demokrasi yöntemi çoğunlukla konfederal devletlerde kullanılan bir yöntem olduğunu, federe devletler, bağlı oldukları konfederal merkezi yönetimle müzakere ederek oydaşmaya dayalı olarak ortak karar aldıklarını, federe devletler konfederal devletin onayıyla kendi aralarında da bu yöntemi kullanarak karar oluşturabildiklerini, Türkiye Cumhuriyetinin konfederal bir devlet değil, bir ulus devlet olduğunu anlatmış.” Ardından da “Ulus devlet olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, terör örgütü PKK ile “müzakereci demokrasi” yöntemi kullanmak üzere masaya oturmasını beklemenin doğru ve gerçekçi olmadığını. İktidarın böyle bir yönteme başvurmasının ulus devlet ilkesine aykırı davranmış olacağını kendisiyle de büyük çelişkiye düşeceğini” açıklamış.
Bir açıklamayı ön yargılarınızla okursanız bu sonuca varmanız gayet doğaldır. Fikret Bila yıllardır bu ülkede köşe yazıları yazıyor, maalesef içinde bulunduğu döngünün dışına çıkamıyor. Bundan dolayı da “iktidarın sürecinin başlangıcında “müzakerenin” söz konusu olmadığını, devletin masaya oturmasının veya ödün vermesinin söz konusu olmadığını” söylediğini aktarıyor.
Öncelikle sayın Fikret Bila ya şunu belirtmek isterim ki, Müzakereci demokrasi kavramı, 20. yüzyılın sonlarında Jürgen Habermas ve John Rawls gibi düşünürler tarafından geliştirilmiştir. Bu modele göre, demokratik meşruiyet yalnızca seçimlerle değil, kararların alınma sürecine katılan bireylerin akılcı tartışma ve iletişim yoluyla oluşturduğu uzlaşı ile sağlanır.
Müzakereci demokrasi Fikret Bila’nın söylediği gibi sadece Konfederal yapılarda kullanıldığı söylemi doğru bir söylem değildir. Çünkü müzakereci demokrasi, yalnızca konfederal yapılara özgü bir yöntem değildir; ancak yerinden yönetim esasına dayalı sistemlerde daha etkili sonuçlar verdiği doğrudur. Müzakereci demokrasi, demokratik meşruiyetin yalnızca seçimlere dayanmaması gerektiğini, yurttaşların kamusal karar süreçlerine tartışma, görüş alışverişi ve ortak akıl yoluyla katılmalarını savunan bir yönetimdir.
Abdullah Öcalan Müzakereci demokrasi kavramını kullanırken, vurgulamak istediği siyasal kararların rasyonel ve kapsayıcı bir biçimde alınmasının, toplumsal uzlaşmayı güçlendireceğine vurgu yaptığı, asıl vurgulamak istediği, vatandaşların veya onların temsilcilerinin müzakereleri bilgiye dayalı, akılcı, karşılıklı saygıya dayanan diyalogla yürütülmesini ve ortak akla ulaşmak için alınacak kararların meşruiyetini arttırmak için kamusal alanda tartışılmasını, müzakere süreçlerinin aynı zamanda bilgi aktaran süreçler olmasını istediği, daha önceki görüşlerine bakılınca net anlaşılmaktadır.
Örnek verecek olursak; 2013 Yılında TBMM bünyesinde kurulan çözüm süreci komisyonu, klasik TBMM Komisyonlarının aksine müzakere platformu niteliğini taşıyordu. Komisyon akademisyenler, kanaat önderleri, STK temsilcileri ile görüşmeler yaptı. Ancak süreçte yer alan silahlı tarafların (İmralı ve Kandil) kurumsal düzeyde dahil edilmemesi müzakereci derinliğini sınırlamıştı. Görüşmelerin ve raporların bir kısmı kamuya açıklandı. Süreç kısmen kapalı yürütüldü bu durumda kamusal müzakere kültürünün güçlenmesini etkilemişti. Sonuç olarak tartışmalar görüşmeler ortak akla dönüşemediğini hepimiz gördük.
TBMM Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonun çalışmalarına baktığımızda
Komisyon, müzakereci demokrasi açısından umut vadeden bir oluşum; çünkü Türkiye’nin toplumsal kutuplaşmasını azaltmaya, vatandaşlar arasında güven ve kardeşlik duygusunu güçlendirmeye yönelik söylemleri/pratikleri bir araya getirme potansiyeli taşıyor. Aynı zamanda hukuk devleti, demokrasi gibi temel demokratik normların komisyon gündemine girmesi, sivil toplum aktörlerinin dinlenmesi gibi adımlar da bu potansiyeli destekliyor. Ancak komisyonun müzakereci demokrasinin tam gereklerini yerine getirmesi için bazı zorlukları ve riskleri de aşmak durumundadır.
Müzakereci demokrasi kavramını ortaya atan düşünürlerden biri olan Jürgen Habermas müzakereci demokrasi modelini, “demokratik bir yönetim biçimi olmanın ötesinde, kamusal aklın kolektif inşası olarak görür. Bu çerçeve, demokratik meşruiyeti yalnızca çoğunluğun iradesine değil, rasyonel ve kapsayıcı tartışma süreçlerine dayandırarak modern demokratik teorilere derinlik kazandıracağını” söylemektedir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.